Muhatap sorunu

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Türkiye neredeyse son yarım yüzyılını devasa sorunlarına muhatap bulamadan geçirdi. Kuşkusuz bu tespite “daha önce durum çok mu farklıydı” diyerek karşı çıkanlar olabilir, fakat gerçekten sorunlar Cumhuriyet kurulduğundan beri bugünkü kadar “sahipsiz” kalmamıştı.

İki kutuplu dünyanın politikacıları, en azından insanların karşı kutba kaymaması için bir şeyler yaparken, bugün sosyalizmin nefesini enselerinde hissetmediklerinden parmaklarını dahi kıpırdatmıyorlar. Onları sorunları çözmeye “teşvik” edecek hiçbir motivasyon kalmadı…

Öyle ki, geçen yarım yüzyıl içinde sorunlarımızı kanıksadık. Türkiye iş(çi) cinayetlerinde kendimizi bildik bileli Avrupa şampiyonu, dünya üçüncüsü ve böyle giderse bu durum ilelebet süreceğe benziyor. Bizde her gün “Kırmızı Pazartesi.”

Türkiye bebek ölümlerinde her zaman potansiyelinin çok, ama çok gerisinde. Belki dünyada bir gün bebek ölümleri sıfıra yaklaşırsa, Türkiye’ninki de azalır… Başka umut görünmüyor.

Abartmıyorum. Trafik kazalarından ölümleri ele alalım. Her bayram tatilinde medya ölü saymıyor mu? İnanmayan önümüzdeki bayram tatilinde medyaya baksın. Yarım yüzyıldır çocuk gelinler sorununda bir arpa boyu yol alınabildi mi? Peki mesela önümüzdeki 100 belki 500 yıl içinde bir arpa boyu yol alınabileceğine ilişkin bir umut ışığı var mı? Aksine sorunlarımızı çözmek yerine, sorunlarımızla “barışmayı” öğreniyoruz.

Elbette bu karanlık tablo içinde birkaç parıltı yok değil. Bunlardan biri de Dr. İlknur Arslanoğlu.      

Hekimlerin ezici çoğunluğunun sözde toplumcu tıbbı savunmalarına rağmen, mesleklerini kapitalist tıbbın gereksinimleri doğrultusunda icra etmeyi tercih ettiği bir ilkimde, İlknur Arslanoğlu toplumcu tıbbı mesleki pratiğine yansıtabilmeyi başaran birkaç hekimden biri.

Arslanoğlu çocuk endokrinolojisi uzmanı ve özellikle şeker hastalığıyla ilgileniyor. Arslanoğlu’nu diğer meslektaşlarından ayıran, kendisini yalnızca hastaneye başvuran şeker hastası çocukları tedavi etmekle sınırlamaması ve çocukların şeker hastası olmamaları için de çaba harcaması. Ayrıca yine diğer meslektaşlarından farklı olarak hastalarını reçete yazarak göndermek yerine, şeker hastalığı olan çocuklara yönelik kamplar, yaz okulları, haftalık toplantılar düzenliyor ve hastaların tedaviye devamını izliyor.

Arslanoğlu bu kez de “Aşırı Yapılaşma ve Salt Kâr – İstihdam Amaçlı Sanayileşmenin Sağlığımıza Verdiği Zararlar ve Diyabet Oranındaki Artışla İlişkisi” başlıklı bir makale kaleme almış. Okurlarımız makaleye internette herhangi bir arama motorundan erişebilirler.

Arslanoğlu makalesinde aşırı yapılaşma ve sanayileşmenin sağlığımızı nasıl olumsuz etkilediğine dikkat çekiyor. Bir bebeğin ana rahmine düştüğü andan itibaren aşırı yapılaşma ve sanayileşme nedeniyle maruz kaldığı olumsuzlukları sıralayarak, bunun yaşamın daha sonraki dönemlerinde nasıl sürdüğünü gösteriyor. Sonuçta bireyler sağlık sorunları karşısında savunmasız kalıyor ve bazen yaşamlarını dahi yitirebiliyorlar.   

Kendisi diyabetik çocukları iyileştirmeye çabalarken, aşırı yapılaşma ve sanayileşmenin çok daha büyük bir hızla diyabetik çocuk ürettiğini söyleyen Arslanoğlu, örneğin Ağaoğlu’nun bütün itirazlara rağmen Yığılca’da çimento fabrikası kurmasını engelleyemedikten sonra diyabetik çocukları tedavi etmenin, hatta hekimlik yapmanın ne kadar anlamlı olduğunu sorguluyor.

Tekrar “muhatap” sorununa dönelim. Bugün Türkiye’de Arslanoğlu’nun makalesinde yazdıklarına itiraz edecek tek bir kişi çıkmayacak, fakat Arslanoğlu makalesine muhatap da bulamayacaktır. Hatta Arslanoğlu’nun söylediklerini yarın bu konuda yetkili bir bakanın, başbakanın, belki cumhurbaşkanının ağzından bile duyabilirsiniz. Bundan 20 sene sonra bugün Yığılca’da çimento fabrikası kurulmasına onay veren kişi televizyona çıkıp bu fabrikanın bölge halkının sağlığı üzerine ne kadar olumsuz etkileri olduğunu söylerse ve bunun yerine bir nükleer santral inşasına onay verirse hiç şaşırmam.

Peki, bu düzen böyle mi gidecek, gerçekten mesela önümüzdeki yarım yüzyılda da sorunlarımız muhatapsız kalmaya devam mı edecek? Türkiye 2067 yılında da iş(çi) cinayetlerinde Avrupa şampiyonluğunu sürdürecek mi? Arslanoğlu gibi her şeye rağmen sorunları inatla gözümüze sokan birkaç kişi de diyabetik çocukları tedavi etmeyi, hatta hekimliği bırakacak mı?

Görünen o ki, eğer işçi sınıfı ve emekçiler sorunlara “kendilerini”  muhatap görmedikçe, bu sorunları ancak kendilerinin çözebileceğinin bilincine varmadıkça yukarıdaki sorulara iyimser bir yanıt verebilmek çok zor.