Kalp hastalarının reçetesinde hangi ilaç eksik?

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Herhangi bir tıp kitabında kalp hastalığının ne olduğuna ve nedenine bakarsanız, üç aşağı beş yukarı şu “gerçekleri” görürsünüz:

Kalp hastalığı koroner arterlerdeki hasarla başlar; bu hasarın oluşmasında tütün kullanımı, kanda yağ ve kolesterol düzeyinin yüksek olması, yüksek tansiyon, insülin direnci veya şeker hastalığına bağlı olarak kan şekerinin yüksek olması, kan damarlarında enflamasyon katkıda bulunur. Hasara uğrayan yerde plaklar oluşmaya başlar, biriken plaklar damarı daraltır ve kalp kasının oksijenlenmesi bozulur. Darlığın tıkanması durumunda da kalp krizi ortaya çıkar.

Kalp hastalığını böyle tanımlayıp, nedenini yukarıda sayılan olaylara bağlarsanız, bu hastalığa karşı mücadele stratejiniz de “kendiliğinden” ortaya çıkar:

Eğer 55 yaş üzerindeyseniz (yaş), erkekseniz (cinsiyet), yakın akrabalarınızda kalp hastalığı varsa (genetik), şansınız / kaderinize küsmekten başka yapabileceğiniz bir şey yoktur. İşiniz allaha kalmıştır. Kalp krizi geçirebilirsiniz de, geçirmeyebilirsiniz de.

Fakat her şeye rağmen kendi kendinize “yapabileceğiniz” bazı şeyler vardır: tütünü bırakmak; diyetinizde doymuş yağları, trans yağları, kolesterolü, tuzu, ilave (doğal şeker kaynaklarından gelmeyen) şekerleri azaltmak; egzersiz yapmak; kilo vermek; stresle baş etmek; alkolü kısmak.

Bir de hekim yardımıyla “yapabileceğiniz” şeyler vardır: Tansiyonunuzu, kolesterolünüzü ve şekerinizi ilaçlarla kontrol altına almak.

Bütün bunlara rağmen kalp krizi geçirdiğinizde de, önce damarınıza müdahale ettirmek (balon, stent), olmadı kalp damarlarınızı değiştirtmek ve ömür yukarıdakilere ilave birkaç ilaç daha kullanmak. Fakat bunlar da bir daha kalp krizi geçirmeyeceğinizin garantisi değil. Yani “kaderinizde” varsa, yapabileceğiniz bir şey yok…

GERÇEKTEN BÖYLE Mİ?

1970 yılında Kopenhag’da 40 – 59 yaş grubunda 5.249 erkek izlenmeye başlanmış. 17 yıl içinde sigara kullanan 4.710 denekten 585’i kalp krizi geçirmiş ve yine kalp krizi geçirenlerin 248’i ölmüş. Ölenler yaş, tansiyon, fiziksel etkinlik, beden kitle indeksi ve alkol tüketimi bakımından düzeltildiğinde, ölümlerin yoksullarda, zenginlerden 3,6 kat daha yüksek olduğu görülmüş.

Yine İngiltere’de 40 – 64 yaş grubunda 17.530 devlet memuru üzerinde yapılan Whitehall çalışmaları aynı sonuca ulaşmış: yoksullarda, zenginlerden 3,6 kat daha yüksek. Almanya ve diğer batı Avrupa ülkelerinde yapılan çalışmalarda da benzer sonuçlar elde edilmiş.

Bu araştırmaların diğer bir ortak yanı, hepsinin 1970’lerin başlarında yapılmış olmaları. Yani nereden baksanız “yarım asırdır” kalp hastalığının ağırlıklı olarak emekçi sınıfın hastalığı olduğunu çok iyi bilmemize (kanıtlanmış olmasına) rağmen, bu “bilgiye” tıp kitaplarında ya rastlamıyoruz, ya da hastalığın etiyolojisine ilişkin değil, bir “genel kültür” bilgisi gibi verildiğini görüyoruz.

Oysa emekçi olmak, diğer bir deyişle geçimini emeğini satarak kazanmak kalp hastalığı yönünden tıp kitaplarının sıraladığı risk faktörlerinden çok daha önemli bir tehlikedir. Şüphesiz bu tehlikenin kaynağı emekçilerin maruz bırakıldığı (sermayenin maruz kalmadığı) çalışma ve yaşam koşullarıdır. Bu koşullar tıp kitaplarında sıralanan risk faktörlerine emekçilerin daha fazla maruz kalmalarıyla da “doğrudan” ilişkilidir.

O halde hekimlerin reçetelerinde diğer ilaçların yanında mutlaka çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi de yer almalıdır. Bunun için hastalara “örgütlenmeleri” ve çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için “mücadele etmeleri” önerilmelidir. Yoksa beta blokerler, aspirin, statinler vb tek başlarına bu hastalıkla başa çıkmakta yeterli olmayacaktır, hekimin reçetesi en etkili ilacı içermediğinden “eksik” kalacaktır.