Jüpiterlerinizi saklayın

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Mitolojide çocuklarını yiyen bir tanrı vardır: Kronos (Satürn). Öyküye göre Satürn kahinlerden oğullarından birinin kendi yerine geçeceğini öğrenince, iktidarını yitirmek korkusuyla çocuklarını doğar doğmaz yemeye başlar. Metaforu “iktidar” bağlamı dışında, “kendi rahatı” olarak kurduğunuzda, bugün nasıl çocuklarını yiyen bir topluma dönüştüğümüzü apaçık görebilirsiniz.

Türkiye’de insanlar çocuklarını yemeye emeklilik yaşını uzatan yasayı sineye çekerek başladı. Anımsanacağı gibi emeklilik yaşı 2008 yılında 65’e uzatıldı, fakat öyküsü çok daha eskidir. 12 Eylül döneminde başbakan olan Özal, 1986 yılında emeklilik yaşını silahların gölgesinde kadınlarda 55 ve erkeklerde 60’a yükseltmek istemişti. 1990 sonunda binlerce emekçinin Ankara’ya yürüyüşüyle hem Özal’ın partisi, hem de emeklilikte yaş düzenlemesi çöpe atıldı.

AKP hükumeti emeklilik yaşını uzatmayı yeniden gündeme getirdiğinde, Özal’dan çok farklı bir taktik izledi. İnsanlara “size dokunmayacağız, bizim derdimiz çocuklarınızla” dediler. Sadece emeklilik yaşında değil, sağlık ve sosyal güvenlik alanında yaptıkları bütün düzenlemelerde erişkinleri değil, yalnızca çocuklarını hedef aldılar. Oysa Özal’ın “reformları” çıktığı tarihte herkesi ilgilendiriyor ve toplumdan büyük tepki alıyordu. AKP “reformlarının” kendilerine dokunmadığını, sadece çocuklarını hedeflediğini görenler, Özal’a gösterdikleri tepkiyi AKP’ye göstermediler.

Toplum bir kez Kronos gibi çocuklarını yemeye başlamıştı. Kendilerine dokunmayan, sadece çocuklarını hedef alan düzenlemelere ses çıkartmayarak, 2008 sonrası Meclis’ten geçen birçok yasayı umursamadı. Örneğin çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmalarına olanak veren düzenleme neredeyse kamuoyunda hiç tartışılmadı. Yine Türkiye kapitalizminin çocuk emeği gereksinimini karşılamak üzere eğitim sisteminde yapılan değişiklikler (4+4+4 sistemi) sadece duyarlı kesimlerin tepkisiyle karşılaştı.

TÜİK geçtiğimiz yıl ülkemizde 6 – 17 yaş grubunda 900 bin işçi olduğunu açıkladığında, artık çocuklarını yemeye alışan toplumdan neredeyse hiçbir tepki yükselmedi. DİSK-AR, çalıştığı fabrikada kafası pres makinesine sıkışarak ölen 13 yaşındaki Ahmet Yıldız’ın anısına ithaf ettiği Çocuk İşçiliği Raporu’nda  “zorunlu sigorta kapsamında ücretli olarak çalışan çocukların (14-17 yaş) sayısı 14 bin 161 iken, 2012 yılında 62 bin 925’e yükseldi” dediğinde toplum sağırlaşmıştı. Fakat söze geldiğinde hemen herkes “çocukları için yaşadığını”, her şeyin “çocukları için” olduğunu söylemekten de geri kalmıyordu.

2014 yılında 19’u 14 yaş ve altında ve 35’i 15 – 17 yaş arasında olmak üzere toplam 54 çocuk emek-kırımlarda yaşamını yitirdi. Çocukların iş cinayetlerine kurban gittiği, binlerce çocuğun tutuklu ve hükümlü olarak cezaevlerine tıkıldığı, hatta 400 çocuğun sırf annesi tutuklu veya hükümlü olduğu için cezaevinde yaşamak zorunda kaldığı bir ülke olduk.  Goya’nın çocuğunu yiyen Satürn’ü resmettiği tabloyu görenlerin çoğunun midesi kalkacaktır. Fakat bir tabloya bakmaya dayanamayan bizler, aslında aynı Satürn gibi çocuklarımızı iştahla yemeye devam ediyoruz. 

Bunun son örneği geçtiğimiz haftalarda medyaya düştü. Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü verilerine göre geçen yıl çocuklarımıza hiperaktivite teşhisiyle 600 bin “kırmızı reçete” yazıldığı açıklandı. Çoğu methylphenidate içeren bu ilaçlarla çocuklarımızı “çocuk” olmaktan, hatta “insan” olmaktan çıkartıyoruz. Ne için? Sırf kendi rahatımız için. Sırf “uslu” dursunlar, öğretmenden laf gelmesin veya akşam dizimizi rahat izleyelim diye, ileride çocuklarımızın “bağımlı” olma riskini dahi umursamıyoruz.

Yazımızın başındaki öykünün sonu şöyle biter: Çocuklarının yenmesine dayanamayan Kronos’un eşi Ops (Hera) eşine ihanet eder ve Jüpiter’i (Zeus) saklar. Jüpiter büyüdüğünde babasını yenerek yerine geçer. Bugün Türkiye’nin bu korkunç düzene son vermek için Jüpiterlere çok gereksinimi var. Jüpiterlerinizi saklayın!