Hekimlerimiz Ovacık’a gider miydi?

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Yakın zamanlara kadar toplumcu tıbbın sosyalist ülkelere özgü bir yaklaşım olduğu düşünülmüştür. Sermayenin egemen olduğu coğrafyalarda zaman zaman toplumcu tıbbın kimi uygulamaları benimsenmiş olsa da, ya sosyalist ülkelerde elde edilen başarılı sonuçlar alınamamış, ya da uygulamaların kalıcılığı sağlanamamıştır. Yirminci yüzyılın sonuna doğru sosyalizmin çözülmesiyle birlikte Küba, toplumcu tıbbın dünyadaki tek temsilcisi olarak kalmıştır. 

Venezuela yirmi birinci yüzyılın başlarında bu tabloyu değiştiren ilk ülke olmuştur. Chavez yönetimi 2003 yılında Venezuela’da sermayenin gereksinimlerine göre örgütlenmiş mevcut tıp ve sağlık sistemine “paralel”, toplumun gereksinimlerine göre örgütlenmiş, Sağlık Bakanlığı dışında, belediyeler bünyesinde toplumcu bir sağlık sistemi kurmaya başlamıştır.

Venezuela’nın sağlık hizmetlerini toplumun gereksinimlerine göre örgütlemeye karar verdiğinde karşılaştığı ilk güçlük, bu hizmetlerde görev alacak hekim bulamaması olmuştur. Venezuelalı hekimler Karakas’ın yoksul mahallelerinde açılan kliniklerde çalışmak istemeyince, Chavez yönetimi programa Küba’dan getirdiği hekim ve sağlık emekçileriyle başlamak zorunda kalmıştır.

2004 yılında Küba’dan gelen hekim ve sağlık emekçisi sayısı 10 bine ulaşmış, fakat programın ülke çapında yaygınlaştırılabilmesi için en az 30 bin hekime daha gereksinim olduğu ortaya çıkınca, Venezuela ülkedeki geleneksel tıp fakültelerine “paralel” bir tıp eğitimi örgütlemeye karar vermiştir. 2005 yılında “Ulusal Kapsamlı Toplum Hekimliği Eğitim Programı (UKTHEP)” adı altında başlatılan “paralel” tıp eğitiminde yine Kübalı öğretim üyeleri görev almışlardır.

Böylece ülke içinde eğitiminden hizmet sunumuna kadar her alanda iki farklı sağlık sistemi ortaya çıkmıştır. Venezuela’nın geleneksel tıp fakülteleri biyomedikal yaklaşımla sermayenin gereksinimlerine göre hekim yetiştirmekte ve bu okullardan mezun olan hekimlerin büyük bir kısmı ülkenin geleneksel sağlık kurumlarında görev almakta iken, UKTHEP toplumcu bir yaklaşımla toplumun gereksinimlerine göre hekim yetiştirmekte ve bu okullardan mezun olan hekimler Chavez yönetimi tarafından örgütlenen Barrio Adentro kurumlarında görev almaktadır.

Venezuelalılar bu ikili sistemde, bir yandan diledikleri sağlık hizmetini istedikleri sağlık kurumundan bedelini ödeyerek satın alabilirken, aynı zamanda dilerlerse “paralel” Barrio Adentro sağlık kurumlarından da ücretsiz hizmet alabilmektedir.

Modelin kısa sürede çok başarılı sonuçlar vermesi üzerine bazı Latin Amerika ülkeleri de Küba ile işbirliğine giderek ülkelerinde Venezuela’dakine benzer yerel, “paralel” sağlık sistemleri örgütlemeye başlamışlardır. Bu ülkelerden Küba’daki Latin Amerika Tıp Okulu’na giden öğrenciler, toplumun gereksinimlerine göre örgütlenmiş bir tıp eğitimi almakta ve mezun olduktan sonra ülkelerine dönerek yine toplumun gereksinimlerine göre örgütlenmiş yerel sağlık sistemlerinde görev almaktadırlar.

Türkiye’de geçtiğimiz yerel seçimlerde Tunceli Ovacık belediye başkanlığını komünist bir aday kazanmıştır. Komünist başkan Ovacık’ta hazine arazisine ekilen tarım ürünlerini yoksullara dağıtmak ve elde edilecek gelirin bir bölümüyle öğrencilere burs sağlamak gibi toplumcu uygulamalarıyla dikkati çekmektedir.

Acaba komünist başkan belediyesi bünyesinde Venezuela’dakine benzer bir sağlık girişimi başlatarak, ilçesinde “paralel” bir sağlık hizmeti örgütlemek isteseydi ne olurdu? Türkiyeli hekimler arasından Ovacık’ta kurulacak “paralel” sağlık kurumlarında hizmet sunmaya yetecek kadar gönüllü hekim çıkar mıydı, yoksa komünist Başkan Venezuela ve diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Küba’dan hekim getirmek zorunda mı kalırdı?

Diyelim ki hekimlerimiz arasından Ovacık’ta kurulacak kliniklerde görev almak isteyen yeterli sayıda hekim çıkmış olsun. Acaba bu hekimler mevcut birikimleriyle toplumcu tıp hizmetlerini başarıyla sunabilirler miydi, yoksa Venezuela ve diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi Küba’dan eğitici hekimlere mi gereksinim duyulurdu?

Varsayalım komünist başkan Küba’dan hizmet veya eğitim için hekim getirmek zorunda kaldı. Bu duruma Türkiye’nin hekim örgütlerinin tepkisi ne olurdu? Örneğin Türk Tabipleri Birliği, Venezuela Tabipleri Birliği gibi Ovacık belediyesini mahkemeye verir miydi?

Kuşkusuz bu sorulara verilecek yanıtlar spekülatif olacaktır. Zaten bu soruları sorarken amacım “yanıt” bulmak değildi. Fakat Latin Amerika örnekleri sermaye egemenliği altındaki coğrafyalarda da –şüphesiz belirli, özgül koşullar altında– sağlık hizmetlerinin toplumun gereksinimlerine göre örgütlendiği yerel “paralel” yapıların mümkün olduğunu kanıtladı. Bu “paralel” yapılar, örgütlendikleri bölgelerde (mahalle, köy, ilçe) yalnızca yoksullara hizmet götürmüyor, aynı zamanda toplumun bilinçlenmesinde, örgütlenmesinde (bölge sakinlerinin oluşturduğu Sağlık Komiteleri) ve toplumsal değişim mücadelesinde çok önemli işlevler üstleniyorlar.

Belki Türkiye’de de, toplumcu tıbbın sosyalist ülkelerle sınırlı bir yaklaşım olmadığını görme zamanımız gelmiştir.