Son yıllarda dünyada “halk sağlığı” disiplinine yönelik eleştiriler giderek artıyor ve şiddetleniyor. Halk sağlığının “varlık nedenini” (raison d'étre) inkar ettiğinden (1), “topluma zararlı” (public nuisance) hale geldiğine (2) kadar uzanan sert eleştiriler karşısında halk sağlığı suskunluğunu koruyor ve “işine” devam ediyor.
Eleştiriler, halk sağlığının “toplum perspektifini” terk ederek, “bireyi” odağına alması üzerine yoğunlaşıyor. Sağlığı sosyal, ekonomik, politik ve ideolojik bağlamlarından kopartarak, tamamen biyolojiye ve bireyin davranışlarına hapseden halk sağlığının, giderek “halktan” koptuğu ve neoliberal propagandanın bir aracı haline geldiği belirtiliyor.
Aslında bu tartışma 1800’lü yılların ortalarında halk sağlığının “doğuşu” ile birlikte başlayan bir tartışma. Kapitalist sanayileşme ve hızlı şehirleşmenin yarattığı sorunlarla katmerlenen yoksulluğun pençesine düşen Avrupa’da “sağlık polisi” uygulamalarıyla başlayan halk sağlığı kaygıları, daha bir disiplin haline gelemeden kendisini ateşli bir tartışmanın ortasında bulmuştu.
Önce ekonomik, daha sonra politik yaşama egemen olan sermaye, egemenliğini yaşamın diğer alanlarına da yaymaya başlamış, bilim ve sağlık da bu gelişmelerden nasibini almıştı. Ancak burjuvazi bilimi ve sağlığı kendi ideolojisi haline gelen pozitivist ilkeler doğrultusunda yeniden örgütlerken, emekçi sınıfların muhalefeti de yükselmeye, komünizm hayaleti Avrupa şehirlerini dolaşmaya başlamıştı.
On dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde, bilim dünyasında sağlığın ve hastalıkların belirleyicileri üzerine ateşli bir tartışma başlamıştı. Emekçi sınıflar sağlığın toplum içindeki güç ilişkilerinin bir ürünü olduğunu savunurken, sermaye sağlığı toplumsal bağlamından sıyırıp, bireye hapsetmeye çabalıyordu. Halk sağlığını doğrudan ilgilendiren bu tartışma, Koch’un tüberküloz etkenini bulduğu iddiasıyla zirvesine ulaştı.
Sermaye aradığını Koch’ta bulmuştu; hastalıkların nedeni biyolojikti ve sosyalistlerin iddia ettiği gibi toplumsal düzenle hiçbir ilgisi yoktu. Mikroplar insanları hasta ediyorsa, tıbbın görevi de mikroplarla uğraşmak olmalıydı.
Bu dönemde emeğin sağlık alanındaki sesi haline gelen Virchow, Koch’un bulduğu basilin bireyde tüberküloz gelişmesi için “gerekli” olduğunu, fakat “yeterli” olmadığını, yeterliliği bireyin ve içinde bulunduğu koşulların oluşturduğunu söylüyordu. Ancak 1848 ayaklanmalarının ve daha sonra Paris Komünü’nün yenilgiyle sonuçlanmasıyla halk sağlığı sermayenin kendisine biçtiği elbiseyi giymek zorunda kaldı.
Hastalıklar, pozitivist düşünce doğrultusunda, daima hastalıkla ilişkili ve hastalıkta gözlenebilen bir veya birkaç faktörün neden olduğu biyolojik olgular olarak görülmeye başlandı. Halk sağlığı da bu çerçevede toplum düzeyinde hastalıkları tekil vakaların toplamı olarak görüyordu.
Bu dönemde yükselen “hijyen fetişizmi”, kapitalist sanayileşme ve şehirleşmenin yarattığı sorunlar karşısında çaresiz kalan bireylere, “çevreni kontrol edemiyorsun, en azından kendi yaşamını kontrol et” mesajı veriyordu.
Yirminci yüzyılda dünyada dengeler emek lehine değişmeye başladı. Ekim Devrimi’yle başlayan ve yüzyılın ikinci yarısında ulusal kurtuluş savaşlarıyla devam eden süreçten etkilenen halk sağlığı, önce hastalıklara “tek – etkenli” bakışını “çok – etkenli” bakışa, daha sonra “nedenler ağı” kavramına doğru genişletmek ve sonunda sağlığın sosyal belirleyicilerini benimsemek şeklinde özetleyebileceğimiz bir çizgiye girdi.
Ancak yirminci yüzyılın son çeyreğinde emek hareketinin geri çekilmesi ve sosyalizmin çözülmesiyle birlikte dünyaya egemen olan neoliberal saldırı, sağlığı aynı on dokuzuncu yüzyılda olduğu gibi, fakat bu kez pozitivizmin günümüzdeki karşılığı olan yöntemsel bireycilik (methodological individualism) ilkeleri doğrultusunda yeniden örgütlemeye başladı.
Halk sağlığı yeniden gözlerini hastalıkların içinde oluşup, geliştiği ortam ve koşullara gözlerini kapatarak bireye, fakat bu kez çok daha derinlere inerek moleküler ve genler düzeyine yöneldi. Bireylerin davranışları da unutulmadı elbette. Sosyal olguları doğal olgular gibi ele alan düşünce ışığında bireyin “yaşam tarzını” öne çıkartan halk sağlığı, “toplumu eğitme” ve insanlara “nasıl yaşayacaklarını öğretme” görevini üstlendi.
Bu durum öyle trajikomik bir hal aldı ki, halk sağlığının örneğin tütün mücadelesi konusunda sigara paketleri üzerindeki özendirici yazıları dahi görüp (düz paket kampanyası), sigaranın ardındaki dev tekelleri ve bunların hükumetlerle kirli ilişkilerini ısrarla görmezden gelmesi ve bütün mücadele stratejisini tütün mağdurlarını suçlama üzerine kurması, insanlara “güler misin ağlar mısın” dedirtti.
Bu konuyu, Bilim ve Aydınlanma Akademisi’nin şehirlerde düzenlemeye başladığı bilimsel konferanslar çerçevesinde, 26 Mart 2018 Pazartesi günü, saat 20.00’de İstanbul'da Kadıköy Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde “Halk Sağlığının Bireyselleşmesi” başlığı altında ele alacağız. Söyleşimizde günümüzde bir “pandemi” haline gelen “sağlık fetişizmi”, işçi sağlığı ve iş güvenliğinde bireyci ideolojinin etkileri ve daha başka konular da yer alacak.
Vakti ve söyleyecek sözü olanları bekliyoruz...
KAYNAKLAR
(1) Yadavendu, VK. (2013). Shifting Paradigms in Public Health: From Holism to Individualism. New Delhi: Springer India.
(2) Fitzpatrick, M. (2009). Swine Flu: Public Health has become a Public Nuisance. Br J Gen Pract, 59 (565): 615. DOI: https://doi.org/10.3399/bjgp09X453936