Geçmişe hükmeden, geleceğe de hükmeder

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Herhalde Orwell bu deyişinin bir gün sol bir yayında makale başlığı olarak kullanılabileceğini aklının ucundan bile geçirmezdi. Kaderin cilvesine bakın ki, yazarın kitaplarında bir zamanlar komünist rejimleri karalamak için kullandığı argümanlar, artık kapitalist rejimlere ayna tutuyor.

İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ

Dedem Dr. Rusuhi Akalın’ın 1920’lerin başlarında mezun olduğu ve bendenizin 2000’li yıllarda Toplumcu Tıp dersleri verme şansına eriştiğim İstanbul Tıp Fakültesi’nin isminin değiştirilerek, başka bir üniversiteye bağlanacağını, yani aslında “kapatılacağını” öğrendiğimde gerçekten içim burkuldu.

Bu duygunun nedeni yalnızca İstanbul Tıp Fakültesi’yle kurduğum kişisel bağlar değil, aynı zamanda bir “tarihin” yok edilmeye çalışılmasına duyduğum derin öfkedir. İstanbul Tıp Fakültesi, yalnızca ülkemize on binlerce hekim yetiştirmiş, milyonlarca yurttaşımıza şifa dağıtmış bir kurum değildir. Eski adıyla “Mektebi Tıbbiyei Şahane”, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın “aydınlanma” tarihinin en önemli simgelerinden biridir.

AYDINLANMA TARİHİNDEN…  

İstanbul Tıp Fakültesi’nin bizzat kuruluşu, Osmanlı’da başlayan aydınlanma hareketinin bir ürünüdür. Tıpta “bilimsel” eğitime geçiş, aynı zamanda “bilimsel” tıbba geçişe yönelik atılmış ilk adımdır.

Osmanlı tarihi boyunca İstanbul Tıp Fakültesi, imparatorluk içinde yükselen “bütün” ilerici akımlara beşiklik etmiştir. Jön Türk hareketinden başlamak üzere, Osmanlı’daki “bütün” ilerici hareketlerin lider kadrosu İstanbul Tıp Fakültesi’nden çıkmıştır.

İstanbul’un işgaline karşı ilk kıvılcımı çakanlar, emperyalizme karşı mücadele bayrağını İstanbul Tıp Fakültesi’nin gönderine çekerek Türkiye’nin Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilk sinyalini verenler de İstanbul Tıp Fakültesi öğrencileridir.

Daha sonra emperyalizme karşı kararlı duruşlarını, “eğer Mustafa Kemal mandayı kabul ederse, onu da tanımaz, mücadelemize devam ederiz” diyerek gösterenler de İstanbul Tıp Fakültesi’nden çıkmıştır. 

İstanbul Tıp Fakültesi yalnızca Türkiye’nin Ulusal Kurtuluş Savaşı’na destek vermemiş, aynı zamanda yeni Cumhuriyet’in kuruluşunda da önemli görevler üstlenen değerli kadrolar sunmuştur. Bu kadroların bir kısmı Türkiye’nin bulaşıcı hastalıklarla mücadelesini büyük fedakarlıklarla üstlenmiş ve birkaç on yıl içinde toplumun başına bela olan bütün hastalıkların beli kırılmıştır.

İstanbul Tıp Fakültesi, daha 1922 yılında kapılarını kadın öğrencilere açan ilk yüksek öğretim kurumudur. Daha önce tıp eğitimi için yurt dışına gitmek zorunda kalan, fakat ülkelerine döndüklerinde mesleklerini icra etmekte büyük güçlüklerle karşılaşan kadınlar, İstanbul Tıp Fakültesi’nde yalnız öğrenci ve hekim değil, ilerideki yıllarda öğretim üyesi de olabilmişlerdir.

BU TARİH YOK EDİLMEK İSTENİYOR

Bugün Türkiye’nin geleceğine hükmetmek isteyenler, bunun yolunun geçmişine hükmetmekten geçtiğinin bilinciyle, ülkemizin geçmişinde iyi, güzel, doğru ne varsa yok etmeye çalışıyorlar. Coğrafyamızda “aydınlanmanın” en önemli simgelerinden biri olan İstanbul Tıp Fakültesi’nin kapatılmak istenmesinin nedeni de budur.

Bu bağlamda İstanbul Tıp Fakültesi’nin kapatılma çabaları, şeker fabrikalarının satışından, Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmasından veya “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Kongresi” düzenlenmesinden bağımsız değildir. Bunlar ve daha birçokları, aynı politikanın ürünleri, aynı hedefe yönelik atılmış adımlardır.

Bugün bu gidişi durdurabilecek ve tersine çevirebilecek biricik güç Türkiye İşçi Sınıfı’dır. Ancak sınıf bilincine sahip, örgütlü emekçiler aydınlanma bayrağını düştüğü yerden kaldırabilir ve yeniden ülkemizin gönderine çekebilir.

Türkiye işçi sınıfı gelecek hafta kutlayacağımız 1 Mayıs’a tarihin kendisine yüklediği bu görevin bilinciyle yaklaşmalı, ülkemizin aydınlanma tarihine mücadelesine sahip çıkmalı ve meydanlara bilimden, aydınlanmadan, gelecekten yana bütün insanların taleplerini taşımalıdır.