Ata yolu

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Sağlıkçılar Kazakistan dendiğinde, Dünya Sağlık Örgütü’nün 1978’de bu ülkenin o zamanki başkenti Alma-Ata’da düzenlenen Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı’nı anımsar. Dünya Sağlık Örgütü bu konferansta temel sağlık hizmetlerini, “Herkese Sağlık” hedefine ulaşmanın anahtarı olarak tanımlamıştır.

Konferans’ın Alma-Ata’da düzenlenmiş olması bir tesadüf değildir. Kazakistan tarihinde sağlık alanında elde edilen başarılar, bütün dünyada daha sağlıklı bir yaşam için umut kaynağı ve esinlendirici bir örnek olmuştur.

KAZAKLAR

Bizim kuşağımız Kazakları ilk kez, Durgun Don gibi klasikleri bilmeyen birinin kantinde masaya oturamadığı üniversite yıllarında okuduğu Sholokhov’la tanıdı. Gerçi romanda öyküleri anlatılan hristiyan Kazaklar, bugünkü Kazakistan coğrafyasına göre oldukça batıda yaşayan ve uzun süredir yerleşik düzene geçmiş Kazaklardı. Yine de doğan bebeklerini “yulaf lapasına bulamak” gibi gelenekleri, Kazak steplerinde tamamen göçebe bir yaşam süren milyonlarca sünni müslüman Kazak’ın sağlık davranışlarına ilişkin fikir veriyordu.

Bugün dahi yalnızca yüzde 48’i şehirlerde yaşayan Kazaklar, 1917 yılında Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, bugünkü Kazakistan coğrafyasında irili ufaklı boylar ve aşiretler halinde göçebe bir yaşam sürüyorlardı. Yirminci yüzyılda kapitalizmin, okulun, hastanenin henüz ulaşamadığı bu coğrafyada geçimlerini hayvancılıkla sağlayan göçebe gruplar, sosyalizmle tanıştıklarında henüz yerleşik yaşama geçmemişlerdi.

Diğer birçok kadim toplumda olduğu gibi Kazaklar da, hastalıkların tanrılar tarafından, işlenen günahlar karşılığında ceza olarak gönderildiğine inanıyorlardı. Bu nedenle hastalandıklarında iyileşmek için tanrılara yalvarıyorlar, şamanlardan tanrılarla iletişim kurmalarında yardımcı olmalarını bekliyorlardı. Çoğu aynı zamanda dini lider olan şamanlar (geleneksel iyileştiriciler), sağlık sorunlarının çözümünde kilit rol oynuyorlardı.

Şamanlık yanında, ayurveda (Hint), unani (Fars – Arap) ve siddha (Tamil) tıbbı bu coğrafyada sık rastlanan geleneksel uygulamalardı. Şamanlık islamiyetin benimsenmesinden sonra bazı değişimlere uğradı. Eskiden “kötü ruhları” uzaklaştırmaya çalışan şamanların bir kısmı, Kuran’dan dualar okuyarak “cinleri” kovan mollalar haline geldi.

Bunların yanında Kazakistan coğrafyasında her boy ve aşiret içinde çeşitli bitkisel ve hayvansal ürünlerden “kocakarı ilaçları” yapan yaşlı kadınlar da vardı. Bu ilaçlar şaman ve mollaların tedavilerine “tamamlayıcı” olarak görülüyordu. Örneğin Kazaklar arasında oldukça yaygın olarak görülen tüberküloz hastalığının tedavisi için fermente edilmiş kısrak sütü kullanılıyordu.

SOSYALİST KAZAKİSTAN’DA SAĞLIK

Çarlık döneminde Kazakistan topraklarında bulunan Rus askeri birlikleri ve bölgede kurdukları büyük çiftliklerde yaşayan Ruslar sağlık sorunlarının çözümünde “bilimsel” tıptan yararlanabiliyordu. Kazakistan’da Ruslara hizmet için kurulmuş birkaç klinik ve hastane ile çiftliklerde doğumlara yardımcı olan ebeler vardı. Ruslarla ilişki içinde olan Kazakların bir bölümünün de Ekim Devrimi öncesinde bu hizmetlerden (en azından acil durumlarda) yararlandıkları söylenebilir. Kağıt üzerinde 100 bin kişiye 4 doktor düşüyordu fakat Kazaklar, çoğu askeri hekim olan bu doktorların hizmetine erişemiyordu.

Kazakların Çarlık dönemindeki sağlık göstergelerine ilişkin çok az bilgimiz var. Ancak bölgede sıtma, lepra, çocuk felci, difteri ve tüberküloz gibi hastalıkların kol gezdiğini biliyoruz. 1900’lerin ilk yıllarında yapılan bazı tahminlere göre Kazaklar arasında yaşam beklentisi 32 yılın altında hesaplanmıştı. Bunun en büyük nedeni, bebek ölüm hızının binde 270’in üzerinde olması, diğer bir deyişle neredeyse doğan her üç bebekten birinin, bir yaşını göremeden yaşamını yitirmesiydi.

1918 yılında Rusya’da merkezi bir Sağlık Bakanlığı kurulmasından sonra, 1920’li yıllarda Kazakistan’da ve diğer Cumhuriyetlerde de Sağlık Bakanlığı örgütlendi. Köylerde feldsher istasyonları açıldı ve sağlık eğitimi kampanyaları başlatıldı.

Kazakların barınma, beslenme ve sanitasyon koşulları çok kötüydü. Sovyet yönetimi 1920’li yıllarda bu koşulların iyileştirilmesi için çaba harcarken, toplumun üretim ilişkilerinde de köklü değişimler gerçekleştiriyordu. Bu değişimler molla ve şamanların toplumsal konumlarını sarsarken, tıbbi etkinliklerine daha da sıkı sarılmalarına yol açtı.

Şaman ve mollaların Kazak aşiretleri Sovyet tıbbına ve modern tıp ve sağlık eğitimi almış sağlık emekçilerine karşı tutum almaya teşvik etmeleri, kısa zamanda Kazakistan’da hizmet sunmaya çalışan sağlık emekçilerinin dikkatini çekti. Toplumu sağlık emekçilerine karşı kışkırtan bazı şaman ve mollalar tutuklanarak, hapis cezalarına çarptırıldılar.

1928 yılında Komünist Parti Kazak Bölgesel Yönetimi, sağlık konusunda kitlesel bir propaganda kampanyası açmak ve Sovyet sağlık kurumlarını destekleyerek molla ve şamanların etkisinin kırılmasına yardımcı olmakla görevlendirildi. Ana-Çocuk Sağlığı Merkezleri kadınlara “gece kursları” vermeye başladılar.

Aynı yıl içinde Kazakistan Bakanlar Kurulu Semipalatinsk ve Kzyl Orda’da birer Ebe Okulu açmaya karar verdi. Bu okullardan yetişen ebeler doğan Kazak bebeklerin sağlıklı bir şekilde dünyaya gelmesi ve hayatta kalabilmeleri için çaba harcayacaklardı. Bütün doğumların sağlık personeli eşliğinde yaptırılmasını teşvik etmek için kampanyalar açıldı. Ancak okur – yazarlığın oldukça düşük olduğu göçebe bir toplumda insanlara tek tek ulaşmak ve yüz yüze iletişim kurmak gerekiyordu.

Kentsel bölgelerde ise “Sağlık Eğitimi Evleri” aracılığıyla yürütülen eğitim çalışmaları daha başarılıydı. Fabrikalarda ve okullarda hijyen eğitimi veriliyor, sergiler açılıyordu. Fizyoloji, enfeksiyon hastalıkları, sosyal hastalıklar (alkolizm, fuhuş, sifiliz ve tüberküloz) konuları özellikle vurgulanıyordu.

Sağlıkta en büyük sorunlar hijyen ve ana-çocuk sağlığı alanlarında yaşanıyordu. Çoğu insan sağlığını tehdit eden “gelenekler”, dinsel motiflerden de beslenerek göçebe toplum yapısında önemli bir yer tutuyordu. Bunlar arasında en yakıcı olanlardan biri genç kızların çok erken yaşlarda evliliğe zorlanmalarıydı. Çocuk yaştaki kızlar “başlık” parası (kalyan) karşılığında evlendirildiklerinden, aynı zamanda aileler için bir “gelir kaynağı” durumundaydılar. Bu durum jinekolojik sorunları daha da arttırıyordu.

Kızların çocuk yaşta evlendirilmesini önlemek amacıyla bir yasa çıkartılarak, 18 yaş altı evlilikler yasaklandı. Diğer yandan Kazak toplumu içinde islami geleneklere göre bir erkek 4 kadınla evlenebiliyordu. Sovyet hükumeti poligamiyi de yasakladı ve 22 Mart günü çocuk evliliği ve poligamiye karşı mücadele günü ilan edildi. Böylece sağlık kurumları 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile 22 Mart Çocuk Evlilikleri ve Poligamiye Karşı Mücadele Günü arasındaki süreci, kadınlara yönelik propaganda faaliyetlerine ayırdılar.

Sovyet yönetiminin bu uygulamaları müslümanlar arasında tepkiyle karşılanıyordu. Kızlarını erken yaşta evlendirmekten sağladıkları gelirlerden yoksun kalan Kazak aileler arasında Sovyet rejimine tepkiler artmaya başladı. Yine poligaminin yasaklanması da, aile içinde cömertçe kullanılabilen kadın emeğinin yitirilmesine neden olmuştu. Bunlar geleneksel göçebe Kazak ailesinin dağılmasına neden oluyordu.

Müslümanların muhalefetinin “dışarıdan” müdahaleyle etkisizleştirilemeyeceğini gören yetkililer, Kazak nüfus içinden daha çok sağlık emekçisi yetiştirebilmek amacıyla 1931 yılında V.M. Molotov Kazak Tıp Enstitüsü’nü açtılar. Ancak Kazak kökenli sağlık emekçisi yetiştirme çabaları doğası gereği zaman alacaktı. Kazakistan’da 1927 yılında 452 olan hekim sayısı, 1937 yılında üç katından fazla artarak 1.571’e yükseldi. Ancak yine de Kazak nüfusa hizmet veren hekimler içinde Kazak kökenli hekimler ancak yüzde 30 – 35’e ulaşıyordu. Bu durum hekim dışı sağlık emekçileri için de geçerliydi. 1935 yılında ülkede hizmet sunan 14.604 sağlık emekçisi içinde yalnızca 2.015’i (yüzde 13.8) Kazak kökenliydi.

1930’dan itibaren Sovyet hükumeti göçebe Kazakları sovhoz ve kolhozlara yerleşmeye zorlamaya başladı ve aynı zamanda Rusları ve diğer Slav halkları Kazakistan’a yerleşmeye teşvik etti. Yerleşik düzene geçmek istemeyen Kazaklar arasında Çin, Afganistan, İran ve Türkiye’ye kaçanlar oldu. Ancak yerleşik düzene geçildikçe patriarkal – feodal yapı çatırdıyor, yalnızca aşiret reisleri değil, aynı zamanda molla ve şamanlar da güçlerini yitiriyorlardı.

1930’lu yıllarda Sovyet tıbbı bütün Kazaklar için erişilebilir ve ücretsiz hale gelmesine rağmen, Kazaklar “aşiret baskısı” nedeniyle Sovyet tıbbından yararlanamıyorlardı. 1933 yılında Aktyubinsk Doğumevi’nde yalnızca 6 Kazak kadın doğum yapmıştı. Kadınlar Sovyet sağlık kurumlarına gelmeye çekiniyorlardı. Fakat çabalar ısrarla sürdürüldü ve 1935 yılında aynı doğumevinde doğum yapan Kazak kadın sayısı 200’e çıktı. 1934 yılında yenidoğanlar da tüberküloza karşı aşılanmaya başlamıştı. Gericilik adım adım geriletiliyordu.

Sağlıkta gericiliğe karşı mücadele, sosyalizm mücadelesinin de bir parçasıydı ve oldukça sert geçiyordu. 1938 yılında Kazakistan Sağlık Bakanı I. Karakulov, “tıbbi yardımın sunulamayışı, şamanların ve cahil büyücü hekimlerin islama daha sıkı sarılarak ilkel gelenekleri sürdürmelerini kolaylaştırıyor” diyordu. Bu ilkel gelenekler arasında hastaların ağzına tükürmek, hastaları ele geçiren ruhları onları sakat bırakacak derecede “döverek” çıkartmaya çalışmak gibi uygulamalar vardı.

Aralık 1938’de Kazakistan Sağlık Bakanı yardımcısı I. Tazhiev, molla ve şamanların Kazak toplumunun sağlığı üzerine olumsuz etkilerine dikkat çekti. Şamanların ağızlarında çiğnedikleri materyali, hastaların ağızları içine tükürmeleri, hastayı iyileştirmemesi bir yana, kendisi bir sağlık sorunuydu. İnsanların bir an önce molla ve şamanlardan kurtarılmaları gerekiyordu.

Sağlık emekçileri arasında Kazak kökenli olanların sayıları arttıkça “dil” sorunu da önemini yitirmeye ve Sovyet tıbbı Kazaklara daha iyi ulaşmaya başladı. Artık bebeklerinin doğduktan kısa bir süre sonra ölmediklerini gören kadınlar, molla ve şamanlara daha az gider olmuştu. İkinci Paylaşım Savaşı öncesinde Kazakistan’da sağlıkta gericiliğe karşı önemli kazanımlar elde edilmekle kalınmamış, sağlık göstergelerinde de önemli iyileşmeler sağlanmıştı.

Şimdi insanlar tüberkülozun, tanrı tarafından günahları için gönderilmiş bir ceza değil, kötü barınma ve beslenme koşullarının, çok çalışıp az dinlenmenin etkisiyle depreşen bir hastalık olduğunu ve tedavisinin bulunduğunu biliyorlardı. Molla ve şamanların gerçekte birer şarlatan oldukları ortaya çıkmıştı. 1940’larda Kazaklar arasında bebek ölüm hızı 5 kat azalmış, doğuşta yaşam beklentisi 1942 yılında 43 yıla yükselmişti.

Ancak molla ve şamanların etkinliklerinin kırılmasının ardındaki en önemli etmen, molla ve şamanların toplum içinde güç kazanmalarını sağlayan feodal sistemin yıkılmasıydı. Çarlık döneminde Kazak toplumunu sömürenler, Kazak aşiret reisleriyle işbirliği içindeydi ve aşiret düzeninin devamından çıkar sağlıyorlardı. Molla ve şamanların birer şarlatan olduklarını bildikleri halde, aşiret düzeninin sürmesinde payları olan bu asalaklara karşı hiçbir şey yapmıyorlardı.

Sovyet yönetimi sağlıkta gericiliğe karşı mücadeleye özellikle kadınların katılmalarını sağlamak için büyük çaba harcamıştı. Bu çabalar 1940’ların başında meyvesini vermiş, Kazakistan’da mesleğini icra eden hekimler arasında kadınların sayısı, erkek meslekdaşlarını geçmişti.

1960 yılında Kazakistan 77 bin yatak kapasiteli 1.620 hastane (11.500’ü çocuk yatağı), 560 poliklinik, 704 sağlık merkezi, 34 saniter – epidemiyolojik istasyon (sanepid) ve 3.940 feldsher – ebe istasyonuna sahip olmuştu. 410 kolhoz doğumevinde 11 bin yatak vardı. 196 kırsal bölgede 1.700’den fazla çocuk sağlığı uzmanının görev yaptığı 500’den fazla ana-çocuk sağlığı merkezi açılmıştı. Kazakistan’da 13 binden fazla hekim ve 53 binden fazla feldsher, ebe ve hemşire görev yapıyordu.

Devrim öncesi 25.000 kişiye bir hekimin düştüğü Kazakistan’da, 1961 yılında 859 kişiye bir hekim düşüyordu. Bu oran 1971’de bin kişiye 2,18 ve 1988 yılında 3.83’e kadar yükseldi. Diğer bir deyişle Kazakistan’da devrimden önce 100 bin kişiye 4 hekim düşerken, sosyalizm çözülürken bin kişiye 4 hekim hizmet sunuyordu. Dahası 1970’lerde Kazakistan’da her 4 hekimden 3’ü kadındı.

Önleyici tıbba ağırlık verilmesiyle, sıtma, lepra, çocuk felci, tüberküloz, difteri, kolera, veba, çiçek, tifüs gibi hastalıklar artık görülmez olmuştu. Aşılama ve bağışıklama çabaları oldukça etkin biçimde yürütülüyordu. Bebek ölüm hızı binde 36’ya gerilemişti. Bu rakam Sovyetler Birliği ortalamasının yüzde 40 kadar üzerinde olmasına rağmen, uluslararası platformlarda da çok büyük bir başarı olarak kabul ediliyordu. Kazakistan’da doğuşta yaşam beklentisi Sovyet tıbbıyla tanıştığı yıllarda 32 yıl iken, bu rakam sosyalizm çözüldüğünde 70 yıla yaklaşmıştı.

İşte Kazakistan gibi bir coğrafyada sağlık alanında elde edilen bütün bu kazanımların, 1978 yılında DSÖ’nün Konferansı’nın Alma-Ata’da yapılmasına karar verilmesinde büyük payı vardı. Kazakistan başardıysa, her yerde başarı kazanılabilirdi.

SOSYALİZM SONRASI KAZAKİSTAN

1990 yılında 68.8 yıl olan doğuştan yaşam beklentisi, sosyalizmin çözülmesinden sonra hızla düşerek 1996 yılında 64.4 yıla geriledi (erkeklerde 58.9 yıl). Yaşam beklentisi daha sonraki 15 yıllık dönemde kısmen iyileşmesine rağmen, yirmi birinci yüzyılın ilk on yılı tamamlanırken hala 1990’daki düzeyine erişememişti.

Sosyalizmin çözülmesiyle birlikte Kazakistan’ın diğer sağlık göstergeleri “inanılmaz” bir hızla kötüleşmeye başladı. Özellikle 1992 – 1995 yılları arasında sosyoekonomik koşulların kötüleşmesi ve alkol tüketimindeki patlama Kazakistan’da uzun zamandır unutulan hastalıkların hortlamasına neden oldu. Ülkede ishal, hepatit ve tifo gibi hastalıkların artması, ciddi hijyen sorunları yaşandığına işaret ediyordu.

Çevre sağlığı sorunları insan sağlığını tehdit etmeye başladı. Aşırı gübre kullanımı ve kimyasal sanayi atıkları suları kirletirken, tarım emekçileri pamuk tarlalarında kullanılan pestisitlere maruz kaldılar. Artık Kazakistan’da üretimin amacı “kâr” olduğundan, emekçilerin sağlığı hiçe sayılmaya başlamıştı. Önemli olan pestisitler nedeniyle kaç tarım emekçisinin öldüğü değil, pamuk üretiminin ne kadar arttığıydı.

Ülkede solunum sistemi hastalıkları, özellikle astımda büyük artışlar görüldü. Kimyasal kirleticilere bağlı alerjik reaksiyonlar ile nörolojik ve doğumsal hastalıklarda da artış gözleniyordu. Öyle ki, birçok araştırmacı birkaç yıl içinde “patlayan” bu sorunların yeni ortaya çıkmış olamayacağını, geçmişte de var olması gerektiğini, bunların eskiden “gizlenmiş” olabileceğini düşünmeye başladılar. Ancak bunu kanıtlayabilecek hiçbir veri yoktu.

Kazakistan ve Özbekistan’ın belli bölgelerinde “anne sütünde” toksik maddelerin tehlikeli düzeylere eriştiği anlaşılınca, annelere bebeklerini emzirmemeleri tavsiye edildi. 1995 yılında Kazakistan’da “anemi” başlıca sağlık sorunlarından biri haline geldi. Kadınların yüzde 49’unun ve üç yaş altındaki çocukların yüzde 69’unun anemik olduğu belirlendi. Aral bölgesinde oranlar çok daha yüksekti. Bunlar sosyoekonomik sorunlarla, çevre sağlığının kötüleşmesi bir araya gelince neler olabileceğini gösteriyordu.

ÇÖZÜM ATA YOLU’NDA

Kazakistan’da sosyalizmin çözülmesinden sonra Kazakistan’ın yirmi birinci yüzyılda “çağdaş” sağlık hizmetlerinde öne çıkmaya başlayan şamanlar, ruhlar ile insanlar arasında aracılık yaparak “tedavi hizmetleri” sunuyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri, yirminci yüzyılda sağlık sorunlarının “dünyevi” kaynaklı olduğuna inanan Kazakların, artık hastalıklarından “doğaüstü” güçleri sorumlu tutmaya başlamaları. Yine Kazak yöneticiler, yaşanan sorunlardan Kazakların “Ata Yolu’nun” terk edilmesini sorumlu görüyorlar. Eğer işler on dokuzuncu yüzyılda Ataların gittiği yoldan gidilirse, kolayca çözülecek.

Kazakistan 1991 yılında “bağımsızlığını” kazandığında, kurulan yeni Kazak devleti Sovyet döneminde yitirildiğine inanılan “Kazaklığı” yeniden inşa etme kararı alıyor. Bu çerçevede her şeyi eskiden “atalarının yaptığı gibi” yapma politikası olarak “Ata Zhol” veya Ata Yolu, Kazakistan’ın yaşamın her alanında izlediği temel politika haline geliyor.

Sağlık alanında Ata Yolu’na dönüş amacıyla, Sovyet döneminde yasaklanan geleneksel tıp, yeniden yasal bir statüye kavuşturuluyor. Ancak şamanların ve mollaların mesleklerini icra edebilmeleri için bir devlet sınavından geçerek, “lisans” alma şartı getiriliyor. Şaman ve mollaların tepkisini çeken bu düzenlemeye, Kazakistan Cumhuriyeti Anayasası’ndaki devletin yurttaşlarının sağlığını koruma görevi gerekçe olarak gösteriliyor.

İlk olarak sertifikalı şaman ve mollalar yetiştirmek üzere Alma-Ata Bilimsel-Uygulamalı Geleneksel Tıp Merkezi açılıyor. 1997’den itibaren lisans alan iyileştiricilere Sağlık Bakanlığı tarafından Profesyonel İyileştirici unvanı ve diploması veriliyor. Sağlık Bakanlığı 2000 yılında tıpta uzmanlık alanları listesini yenilediğinde, listeye doğu tıbbı doktorluğu, homeoterapi ve hinduroterapi uzmanlıklarını ekliyor.

2003 yılında lisans almadan şamanlık ve mollalık yapanlara üç yıla kadar hapis cezası getirilirken, ülkede açılan “özel” iyileştiricilik kursları da yasaklanıyor ve böylece şamanlık ve mollalık tamamen devletin denetimine alınıyor.

Yirmi birinci yüzyılda Kazakistan’da iyileştiriciler (emsi) üç ana grupta toplanıyor:

• Bedensel hastalıklarla ilgilenenler (tamirisi, uwqalawsi)

• Falcılar (palsi, balger, zawirinisi)

• Spiritüel iyileştiriciler (tawip / tabip).

Tawiplerin kullandıkları ana iyileştirme tekniği, dini metinleri yüksek sesle okumak. Şamanların (baqsi) büyük çoğunluğu mesleklerini tawip olarak icra ediyor. Tukiruwsiler, tawiplerden farklı olarak, yüksek sesle dini metinler okuduktan sonra hastalarına tükürürken, uskiruwsiler hastalarına üfleyerek yaşam enerjilerini geçiriyor. Diğer bir tawip türü olan imamlar (molda veya molla) ise tedavilerinde Kuran kullanıyor.

KAZAKİSTAN’DA ÇAĞDAŞ BİR ŞAMAN

1970’li yılların sonlarında Dünya Sağlık Örgütü’nün tarihindeki en önemli toplantılarından birine, “Uluslararası Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı”na ev sahipliği yapan Alma-Ata, bugünlerde Kazakistan’ın en önemli şamanlarından Bifatima Dauletova ile anılıyor.

1940 yılında doğan Bifatima şimdi 77 yaşında. Sovyet döneminde bir şekilde zorunlu eğitime katılmaktan kurtulmuş ve hayatında hiçbir zaman okuma – yazma öğrenmemiş. Avrupalı bir araştırmacıya verdiği mülakata göre 13 yaşında ruhlarla konuşmaya başlamış. Ruhlar Bifatima’ya hastaları nasıl tedavi edeceğini öğretmişler. Sosyalizmin çözüldüğü 1989 yılına kadar mesleğini serbestçe icra edemeyen Bifatima, sosyalizm yıkılır yıkılmaz Alma-Ata’ya taşınmış. Bifatima bu kararı Zher-ana’nın (ana tanrılardan biri) telkiniyle aldığını söylüyor.

Dauletova, Tien Shan dağlarının eteklerinde kurduğu “tedavi merkezinin”, dünyanın enerji merkezi olduğuna söylüyor (Zher-ana böyle olduğunu söylemiş). Rusya’nın ve bölge ülkelerin her yerinden her yıl binlerce insanın sağlık sorunlarına şifa bulmak için ziyaret ettiği bu çağdaş şaman, konuklarının konaklayabileceği derme-çatma tesisler de yaptırmış. Buralarda kalanlar Dauloteva’nın koyunlarına çobanlık ve bahçesine bahçıvanlık da yapabiliyorlar. Böylece şamanlık ve ekolojiyi sentezleyen Bifatima, hastalarına biyomedikal yaklaşımın sunamadığı olanaklar sağlıyor.

Kazaklar Bifatima Dauletova’ya, Bifatima-apa diyorlar. “Apa”, Kazakistan’da yaşlı kadınlar için kullanılan, saygınlık ifade eden bir sıfat olup, iyileştirici, bilge ve yaşam kurtaran anlamlarına da geliyor. Bifatima müslüman bir aileden geliyor ve şamanlıkla müslümanlığı ustaca bütünleştirmiş. Hastasının yüzünü koyun kanıyla ovarak, hastanın hastalığına yol açan günahlarını ölmüş hayvana transfer ederken, dualar mırıldanmayı da ihmal etmiyor.

Bifatima-apa günde ortalama 50 – 60 hasta kabul ediyor. Hastaları arasında Moskova’dan, hatta Berlin’den gelen tıp doktorları da varmış. Açıkçası Bifatima-apa’nın tedavi merkezine erişebilmenin, sırf yol parası göz önüne alındığında dahi, ortalama bir Avrupalı veya Rus emekçinin bütçesinin kaldıramayacağı bir yük olduğu düşünülürse, 21. yüzyıl şamanının hastalarının ağırlığının toplumun orta ve üst kesimlerinden insanlardan oluştuğunu varsaymak çok yanlış olmaz.

Bifatima’nın muayene ücreti 15.000 Tenge (2015 kuruyla 80 dolar civarında). Ancak bu ücret “muayene” ücreti olarak talep edilmiyor, hastaların “şükran” duygusunun bir ifadesi olarak görülüyor ve “hediye” olarak tanımlanıyor. Ancak bu ücret dışında tedavide kullanılan malzemelerin de (örneğin inek akciğeri veya kilim) Bifatima’nın tezgahından satın alınması gerekiyor.

Yine burada islami geleneklere göre adak sunmak veya kurban kesmek de mümkün. Bir koyunun hediyesi 150, bir sığırın hediyesi ise bin dolar. Bifatima adak ve kurban etlerini bölgedeki yoksul Kazaklara dağıtıyor. Bunun Bifatima’nın “yöre halkı” tarafından çok sevilmesinde payı olabilir.

Bifatima-apa’nın “tedavi” yöntemleri çok geniş bir yelpazeye yayılıyor. Bunlar arasında hastaların sırtına inek akciğeri ile vurmaktan (daha sonra bu akciğerler köpeklere yediriliyor), kışın dondurucu soğuklarda bile tedavi merkezinin yakınlarındaki soğuk akarsuda yıkanmaya kadar birçok farklı tedavi yöntemi var. Buzlu suya giren insanlar, bedenlerinin bütün toksinlerden arındığına inanıyorlar. Bifatima sigarayı bırakmak isteyenlere de yardımcı oluyor.

Bifatima Dauletova, Kazakistan devlet yetkilileri ve ileri gelenleri arasında da oldukça popüler bir figür. Geçen yıllarda Alma-Ata belediyesi tarafından düzenlenen “ekoloji festivaline” davet edilen şaman, burada bir Hint Yogi (yoga öğretmeni) ile tartışmaya giriyor. Bifatima tartışma sırasında sinirlenerek Yogi’ye bir odun parçası fırlatması bir yana bırakılırsa, başarılı bir tanıtım gerçekleştiriliyor. Bifatima festivalde isteyenlerin bedenine ellerini koyarak, hastaları tedavi ediyor.

Bu konuda daha geniş bilgi almak isteyenler, internet üzerinden herhangi bir arama motorunda “Bifatima Dauletova” yazarak şamanın mesleki etkinliklerinin fotoğraflar ve videolarla tanıtıldığı çok sayıda web sitesine erişebilir.

http://satobel.blogspot.com.tr/2017/02/ata-yolu.html

İLGİLİ MAKALE

http://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/neoliberal-kapi...