Alma Ata’dan Astana’ya – 7

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Yazı dizimizin geçtiğimiz altı bölümünde Alma Ata Bildirgesi ile Astana Bildirgesi'ni kıyaslamaya ve 1978 Alma Ata Bildirgesi’nin aksine, 2018 Astana Bildirgesi’nin neden dünya halklarının gereksinimlerine hitap edemeyeceğini açıklamaya çalıştık. 

Ancak okurlarımız yazı dizimizden Alma Ata Bildirgesi’ni “bütünüyle” desteklediğimiz, sağlık sorunlarına nihai “çözüm” olarak gördüğümüz sonucunu çıkartmamalıdır. Alma Ata Bildirgesi’nde sağlığa toplumcu yaklaşımın yoğun izleri olmasına rağmen, Bildirge kesinlikle “toplumcu” (sosyalist) bir karakter taşımamaktadır. Ancak bu Bildirge, bazı yazarların düşündüğü gibi “kapitalistlerin” bildirgesi de değildir.

Alma Ata Bildirgesi, işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki sınıf mücadelesinin ve güçler dengesinin “1978 yılındaki düzeyini” yansıtan bir belgedir. Aynı şekilde, geçtiğimiz günlerde kabul edilen Astana Bildirgesi de, sınıf mücadelesi ve güçler dengesinin “bugünkü düzeyini” yansıtıyor.

Sermaye, insan hakları arasında yalnızca bazı kişisel özgürlükleri, örneğin girişim özgürlüğü, konuşma özgürlüğü veya seyahat özgürlüğünü tanır ve sağlık hakkını asla doğuştan kazanılmış bir insan hakkı olarak kabul etmez. Alma Ata Bildirgesi’nin “sağlık hakkının” temel bir insan hakkı olduğunu teyit etmesi ve devletleri yurttaşlarının sağlığından “sorumlu tutması”, sosyalizmin Bildirge üzerindeki etkisinin göstergesi iken, insanların bu haklarını kullanabilmeleri için özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve devletin demokratikleştirilmesi gerektiğini “söylememesi” de, sermayenin etkisinin göstergesidir. 

Alma Ata Bildirgesi, Bağlantısızlar Hareketi’nin taleplerini yansıtan Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen vurgusuyla hiç tartışmasız “anti-emperyalist” bir tutum sergilerken, tıbbi-sanayi kompleksin sağlığın altını oyan etkinliklerine ve bunlarla nasıl mücadele edileceğine değinmemesiyle, anti-emperyalist tutumunda yeterince kararlı olmadığını göstermektedir.

Anımsanacağı gibi Alma Ata Bildirgesi, ülkelerdeki mevcut “güç ilişkilerinde” köklü bir değişiklik önermeksizin, sağlıkta yalnızca örgütsel ve teknik düzenlemelerle iyileştirmeler sağlanabileceğini ummaktadır. Elbette bunun olanaklı olmadığını biliyoruz. Örneğin Çin’de büyük bir başarı kazanan Yalınayak Doktorlar hareketi, politik bağlamından (üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyeti) arındırılarak, asla bir örgütsel ve teknik müdahaleye indirgenemez. Nitekim Yalınayak Doktorlar, üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin egemen olduğu hiçbir ülkede başarı gösteremediği gibi, Çin’de de kapitalizme dönüşle birlikte önemini yitirmiştir.

Yine bu durumun en iyi kanıtlarından biri de, Alma Ata Bildirgesi’nin önerilerinin, dünya üzerinde sadece Küba’da tam olarak uygulanabilmesi ve 2000 Yılında Herkese Sağlık Hedeflerine, dünya üzerinde yalnızca Küba’nın erişebilmesidir.

Eğer bir ülkede sağlık üzerinden kazanç sağlayanlar varsa, sağlık alanındaki hiçbir iyileştirme bu güçleri ortadan kaldırmadan gerçekleşemez. Günümüzde bu güçlerin başında ilaç tekellerinin de içinde olduğu tıbbi – sanayi kompleks gelmektedir. Alma Ata Bildirgesi’nin önerisi bu güçlerle mücadele değil, “ikna edilmeleridir”. Bunun da asla mümkün olamayacağı elbette apaçık ortadadır.

Alma Ata Bildirgesi’nin toplumcu önerilerinden biri “toplum katılımıdır”. Ancak toplum katılımının, sermaye egemenliği altındaki bir ülkede Bildirge’de yer aldığı şekliyle dahi sağlanabilmesi mümkün değildir, çünkü toplum katılımının ön koşulu toplumun örgütlü ve sermayenin etkisiz hale getirilmiş olmasıdır. Nitekim bugün dünya üzerinde sağlık hizmetlerine toplum katılımı sağlamak konusunda başarılı olan tek ülke Küba’dır ve bu başarısını özel mülkiyeti ortadan kaldırmasına ve Devrimi Savunma Komiteleri, Kadınlar Federasyonu ve Sendikalara borçludur.

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN ALMA ATA KONFERANSINA İLİŞKİN TUTUMU

Yakın zamanlara kadar Alma Ata Konferansı’nın ve Alma Ata Bildirgesi’nin, bütünüyle Sovyetler Birliği’nin patronajı altında gerçekleştiğine inanılıyordu. Oysa bu dönemin Sovyet kaynaklarını inceleyen araştırmacılar, bu inancın çok doğru olmadığını gösterdi.

British Medical Journal’ın 24 Ekim 2018 tarihli online nüshasında yayımlanan bir makalede Birn ve Krementsov, DSÖ’yü Alma Ata konferansını toplamaya Sovyet yetkililerin zorladığını, fakat Konferans sürecinde katılımcıları, geniş gruplar halinde Alma Ata, Özbekistan ve Kırgızistan’daki sağlık kurumlarına götürerek, “sosyalist” sağlık sisteminin başarılarını sergilemeye veya sosyalizm propagandası yapmaya öncelik verdiklerini söylüyorlar.

Sovyetler Birliği’nin aslında Konferansı Moskova veya Leningrad’da düzenlemek istediğini, fakat DSÖ’nün muhtemelen Sovyet propagandasının etkisini azaltmak için Alma Ata’ya razı olduğunu belirten yazarlar, Brejnev’in Konferans’ın açılışına katılmadığı gibi, Konferans’ta okunan konuşmasının dahi muhtemelen Sağlık Bakanı Petrovskii ve SSCB’nin DSÖ temsilcisi Venedictov tarafından hazırlanmış olabileceğini ifade ediyorlar.

Sovyetler Birliği’nin Konferansın tam ortasında, 9–10 Eylül tarihlerinde, 500’den fazla delegeyi Semerkant, Buhara, Çimkent, Karaganda, Frunze ve Taşkent bölgelerindeki 100’den fazla sağlık kurumunu ziyarete götürdüğünü, bazı katılımcıların da Konferans’tan sonra Latvia ve Gürcistan’daki sağlık kurumlarını ziyaret ettiklerini belirten yazarlar, Sovyetler Birliği’nde yayımlanan “tek” tıp gazetesi ve yerel bir Kazakistan gazetesi dışında Sovyet medyasının Konferansa çok ilgisinin olmadığını söylüyorlar.

Pravda ve İzvestiya gazetelerinde Alma Ata Konferansı ve Bildirgesi’ne ilişkin tek satır yayımlanmadığı, Sovyet politikacıların gündeminde çok yer almayan Konferans’ın, Sovyet medikal diplomasisini de etkilemediğini, Sovyetler Birliği’nin diğer sosyalist ülkeler ve Üçüncü Dünya Ülkeleri’yle sağlık alanındaki dayanışmasının, Alma Ata ilkeleriyle değil, sosyalist ilkelerle sürdürüldüğü de yazının sonunda vurgulanıyor.  

ASTANA BİLDİRGESİ’NE TEPKİLER

Uluslararası bir halk sağlığı hareketi olan Halkın Sağlık Hareketi (People’s Health Movement - PHM), “alternatif” bir sivil toplum açıklaması kaleme alarak, Astana Bildirgesi’nin BSB’yi, esas olarak HSSK için bir “temel” olarak çerçevelemesinin “kaygı verici” olduğunu, tersine BSB’nin daha geniş olduğunu ve HSSK’yi de kapsadığını, dahası HSSK’nin özel sağlık sigortası şirketleri tarafından yürütüldüğü birçok ülkede sağlıkta eşitsizlikleri azdırdığını belirtti.

Astana Bildirgesi’nin bulaşıcı olmayan hastalıklar ve vakitsiz ölümlerin temel ekonomik ve politik nedenlerine yer vermediğini, eşitlikçi ekonomik ve sosyal kalkınmanın, egemen neoliberal paradigmanın reddini ve yerine eşitlikçi bir ekonomik düzen gerektirdiğini, sağlık hakkının yaşama geçirilmesinden devletlerin sorumlu olduğunu belirten ve Alma Ata Bildirgesi’nin ilke ve taahhütlerinin yinelendiği açıklamaya, 27 Ekim itibariyle 45 ülkeden 158 örgüt (bir tanesi Türkiye’den) ve 40 ülkeden aralarında bizim de bulunduğumuz 260 kişi (20’si Türkiye’den) imza verdi.

Astana Konferansı’na katılımın “davet” temelinde gerçekleşmesine rağmen, Konferans’ta PHM bileşenleri gibi birçok muhalif sesin çıkması engellenemedi. Sağlık Bakanları arasından Astana Bildirgesine “esastan” eleştiriler geldi. Örneğin Ekvador Sağlık Bakanı Verónica Espinosa konuşmasında, Konferans’ın büyük değer biçtiği HSSK’nin başarılmasının sağlığa erişim için “yeterli olamayacağını”, insanların sağlığa erişiminin önünde yapısal, ekonomik, kültürel, coğrafi, dil ve toplumsal cinsiyet engellerinin de bulunduğunu, bu nedenlerle sağlığa erişemeyenler için HSSK’nın laftan öteye gidemeyeceğini ifade etti. 

Kuşkusuz tepkiler yalnız eleştirilerden oluşmadı, Astana Bildirgesi’ni “yürekten” destekleyenler de oldu. 

Astana Konferansı’nın arifesinde Rockefeller Vakfı Sağlık Bölümü direktör yardımcısı Manisha Bhinge’in bir makalesi yayımlandı. Bhinge makalesinde, Rockefeller Vakfı’nın, Astana Bildirgesi taslağında altı çizilen iki düşüncenin, 21. yüzyılın sağlık sistemlerinin temellerini oluşturduğunu söylüyordu. Bu düşüncelerden birincisi, dijital teknolojilerin, sağlığa erişimin sağlanmasının ve bireylerin kendi sağlıklarını yönetebilmeleri için güçlendirilmelerinin anahtarı olması; ikincisi, toplum sağlığı kadrolarının BSB’yi evlere ulaşacak şekilde genişletmekte kritik bir rol olmalarıydı.

Makaleden, Rockefeller Vakfı’nın, USAID, UNICEF, Bill ve Melinda Gates Vakfı ve Dünya Bankası ile birlikte, sanki Astana Bildirgesi’nde nelerin yer alacağını biliyor gibi bir Toplum Sağlığı Yol Haritası oluşturduklarını öğrendik. Şimdiden bir dizi ülkede, toplum sağlığı hizmetleri için uyumlu ve sürdürülebilir bir model sunacak “yatırım fırsatlarına” öncelik verilmesi sağlanmış. Yol Haritasının vizyonu, ulusal öncelikleri yükseltmek ve toplum sağlığına “yatırım” için ortak bir ajanda oluşturmakmış. 

Şimdiye kadar Yol Haritası sürecine Burkina Faso, Liberya, Malawi, Mozambik, Nijer ve Uganda katılmış. Gereksiz paralel yatırımları ortadan kaldırmak ve sürdürülebilirliği sağlamak için finansmanı uyumlandırmak, şeffaflığı ve veri erişimli karar almayı yönetmek için dijital sağlık ve sağlık enformasyon sistemlerini genişletmek Yol Haritası’nın ana temaları arasında yer alıyor. 

Anımsanacağı gibi Rockefeller Vakfı (veya sermaye), Alma Ata Bildirgesi’ni etkisizleştirmek için bir yıl sonra Bellagio’da “alternatif” bir toplantı düzenlemiş ve Alma Ata Bildirgesi’nin ilkelerini sulandırmıştı. Bu kez sermayenin böyle bir zahmete girmesine gerek kalmamış görünüyor. Astana Bildirgesi sermayeye “yeni yatırım fırsatları” sunuyor.