149 numaralı ev – 2

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

“Öyküleştirilmiş makalemiz, öğrencilerinden ve araştırmalarından kopartılmaya çalışılan sosyalist bilim insanı dostlarımıza ithaf edilmiştir”

42 GÜNLÜK MARATON

Maratonun tarihi 2.500 yıl önce Atinalıların Perslere karşı kazandığı zaferi, Attika’daki Maraton’dan Atina’ya kadar “42 kilometre” koşarak gelip haber veren Yunanlı askere uzanır. 2500 yıl sonra dünyanın tam öbür ucunda Kübalı bilim insanları, bu kez 42 gün sürecek bir bilim maratonuna çıkmıştır.

Cedalia’nın olağanüstü gayretleriyle 149 numaralı ev kısa zamanda bilim insanlarının istediği gibi küçük bir laboratuvara dönüştürülmüştü. İşi bütün hafta gece gündüz çalışarak tamamlamışlardı. İnterferon üretmek için ülkenin farklı eyaletlerindeki kan bankalarından lökosit teminini sağlayacak ulusal bir ağ oluşturulmuştu.

Ángel “Başlangıçta lökositler otogara veya havaalanına termoslar içinde geliyordu. Arabayla gidip termosları alıyor, merkeze getiriyorduk” demişti. Fidel de ekibin çalışmalarıyla yakından ilgileniyordu. Hemen her gün 149 numarayı ziyaret emesi, genç araştırmacılar için de sıra dışı bir motivasyon kaynağıydı.

Victoria 149 numarada gece gündüz çalıştıklarını anımsıyordu: “Çok yorucu fakat keyifliydi. Çünkü bu antiviralin ne kadar gerekli olduğunu biliyorduk. Dahası Fidel kah sabahın üçünde, kah öğleden sonra üçte eve geliyordu. Bir gün ona ‘dün sizi görmedik’ dedik. Fidel “ben sizi gördüm’ dedi. Hepimiz uyuyormuşuz.”

Victoria’nın eşi Dr. Antonio González Griego da karısıyla çok gururlanıyordu: “Onun güzel bir kız ve iyi bir dansçı olduğunu biliyordum. Onun diğer özelliklerini keşfettiğimde, çok disiplinli ve çalışkan biri olduğunu anladım. Yaşamın önüne koyduğu bütün hedeflere azim ve cesaretle ulaştı."

Arada küçük sürprizler de oluyordu. Ekip üç haftadır dünya ile ilişkisini kesmiş, harıl harıl çalışıyordu. Fakat “dışarıda” hayat devam ediyordu ve Anneler Günü gelmişti. Ángel o günü şöyle anımsıyordu: “1981 Mayıs’ının ikinci pazarı Anneler Günü’ydü. Cedalia, Fidel’in bize annelerimize yollamamız için hediyeler gönderdiğini söyledi. Fidel kumaş göndermişti. Bunu asla unutmayacağım.”

11 Nisan 1981’de başlayan maraton, kırk ikinci gün interferonun elde edilmesiyle sona erdi. Ekip Finlandiya’dan döndükten 6 hafta sonra ilk lökosit interferonu elde etmeyi başarmış, maraton 28 Mayıs’ta ürünü ilk gören Ángel’in, 2.500 yıl önce Yunan asker Philippides’in “sevinin kazandık” nidası gibi, “işte interferon!” diye bağırmasıyla tamamlanmıştı.

Eduardo o günü şöyle anlatıyor:

“Fidel geldiğinde 150 numaralı evdeydik. Ona söylediğimizde ‘ve daha bira içmediniz, öyle mi?’ dedi. Biraları açtık. İnterferonu kırk ikinci günde üretmiştik.”

“Üretimimizin kalitesinin bağımsız bir otorite tarafından onaylanması gerekiyordu. Ürünü Finlandiya’ya Kari Cantell’e gönderdik. Cantell ürünün Finlandiya’da elde edilen interferonla benzer kalitede olduğunu, biyolojik olarak denk olduğunu, önemli bir fark bulunmadığını onayladı. Bu onay bizim ürünü Küba’da kullanabileceğimize işaret ediyordu. O andan itibaren sistematik üretime başladık.”

Pedro arkadaşlarının sözlerine şunları ekledi: "Cantell’in de kabul ettiği gibi, Kübalılar laboratuvarını ziyaret ettikten sonra, lökosit interferon elde etmekteki hızlarıyla bir ‘dünya rekoru’ kırmışlardı.”

Haziran ayında ilk Küba interferonu test edilmek üzere Finlandiya’ya gönderildiğinde Cantell gerçekten çok şaşırmıştı. Yaptığı testlerin sonucunda ürünün laboratuvarının talep ettiği bütün nitelikleri taşıdığı gördü. Cantell, o günleri anılarında şöyle anlatıyordu:

“Ekip Küba’ya döndü ve Mayıs başında Limonta’dan interferon laboratuvarlarının kurulduğuna ilişkin bir mektup aldım. Hükumetleri adına eşim Aila ve beni Temmuz’da Küba’yı ziyaret ederek laboratuvarı görmeye ve bir tatil yapmaya davet ediyordu. Gitmeye çok istekli değildim fakat Helsinki’deki Küba elçiliği çok ısrar edince meslektaşım Sinikka Hirvonen’e gitmesini tavsiye ettim. Hirvonen gitmek istiyordu fakat yine interferon laboratuvarımızda görevli olan oğlu Tapio’nun da kendisiyle gitmesini istedi. Kübalılar bundan memnun oldular ve anne – oğul Küba’ya gittiler”.

“Sinikka döndüğünde öyküsü beni şaşkına çevirdi. Havana’nın bir banliyösündeki evden bozma laboratuvarda interferon üretimi tam kapasiteyle başlamıştı. Dahası Deng ateşi üzerinde interferonun denendiği klinik çalışmalar başlamıştı. Sivrisineklerle bulaşan Deng ateşi bu dönemde Küba’da büyük bir salgına neden olmuştu. Sinikka da Havana’da sivrisinekler tarafından sokulmuştu ve döndükten kısa bir süre sonra ciddi biçimde hastalandı. Bu klasik bir deng ateşi vakasıydı. Sinikka’ya interferon verdim ve kısa zamanda iyileşti. Ancak bunun interferona bağlı olup olmadığından emin değildik.”

BİLİM İNSANININ AHLAKI 

Ekip interferonu elde etmeyi başarmıştı fakat yeni ilacın kullanılmadan önce insanlar üzerinde denenmesi gerekiyordu. Bilim insanları arasında yeni keşiflerini önce “kendileri” üzerinde denemek ahlaki bir sorumluluktu. Tarihte birçok bilim insanı bu deneylerde yaşamını yitirmiş, fakat gelenek bozulmamıştı.

İlacı ekibin en zayıf ve en kilolu üyeleri üzerinde denemeye karar verdiler. Pedro bu anısını şöyle aktarıyor: “Şimdi ürünü insanlar üzerinde deneme zamanı gelmişti. Grubumuzda bir zayıf (ben), bir de şişman (Eduardo) vardı. Ürünü önce birkaç gün kendi üzerimizde denedik. Bu ahlaki bir sorumluluktu.”

Eduardo deneyin sonuçlarına ilişkin şunları söylemişti:  "İlacın yan etkileri vardı fakat tolere edilebiliyordu: hafif ateş ve genel bir rahatsızlık hissi. Bunlar hafif grip belirtileriydi ve organizma interferon ürettiğinde ortaya çıkardı. Şimdi dışarıdan interferon verildiğinde de aynı belirtiler oluşuyordu. Eğer bu belirtiler görülmeseydi, ürünümüzün işe yaramadığı veya dozun yeterli olmadığı anlamına gelecekti.”

ASIL İŞ ŞİMDİ BAŞLIYOR

Silvio ilk olarak 1 litrelik bir üretim yaptıklarını söyledi. O sırada uluslararası pazarda ürünün 1 mililitresi 90 dolardı: "Bir litre ürünün değeri 90 bin dolar ediyordu. Bu aynı zamanda bilimsel çabalarımızın ülkemiz için büyük bir gelir kaynağı olduğu anlamına da geliyordu”.

Aslında kullanılan kan miktarına bağlı olarak iki yoldan interferon üretilebiliyordu. Cantell’in Helsinki Ulusal Sağlık Enstitüsü’ndeki laboratuvarında işlem başına 150 ünite kan kullanılırken, Hanna-Lenna Kaupinnen’in başında olduğu Helsinki Kan Bankası’nda 600 ünite kullanılıyordu. Kübalı uzmanlar 149 numaralı evde, mekanın yetersiz olması nedeniyle, 150 ünitelik işlemi gerçekleştirebilmişlerdi.

Pedro durumu Fidel’e anlattı: “Fidel bunun için yeni bir mekan inşa edilmesi gerektiğine karar verdi. Evden dışarı çıktı, birkaç metre yürüdü ve yeri seçti. Burası o zaman otlar ve birkaç meyve ağacıyla kaplıydı. Şimdi orada Biyolojik Araştırma Merkezi (CIB) var. Mimar Osmany Cienfuegos işin başına getirildi”.

İNTERFERON KÜBALILARIN GEREKSİNİMLERİ İÇİN KULLANILIYOR

1981 yılında Küba’da çocukların yaşamını tehdit eden bir salgın kol geziyordu: Kanamalı Deng ateşi. Ülkede elde edilen interferonun bu hastalığa karşı kullanılmasına karar verildi. Böylece aynı zamanda interferon dünyada Deng ateşine karşı ilk kez kullanılmış olacaktı. Çalışmaya 300’den fazla hasta alındı. Çalışma sonunda interferon alfanın çocuklarda erken dönemde kullanılması halinde kanama komplikasyonlarını önleyebileceği görüldü.

Ardından Pedro Kourí Tropikal Tıp Enstitüsü, in-vitro olarak virüsün interferon alfa ve gammanın antiviral etkinliğine duyarlı olduğunu gösterdi. Bunu dünya üzerindeki diğer araştırmacılar ancak 19 yıl sonra gösterebildiler.

1981 yılında Küba’da bir salgın daha vardı: kanamalı konjonktivit. İnterferonun bu hastalığın görüşü bozabilecek bir komlikasyonu olan keratiti önleyebileceği düşünülerek, bu konuda da bir çalışma başlatıldı. Bu konuda da başarılar elde edildi ve uluslararası kongrelerde sunuldu. Eylül 1981’de San Francisco, California ve 1982’de Miami, Florida’da düzenlenen uluslararası interferon kongrelerinde Küba’daki interferon uygulamaları sunuldu. Bu sunumlar interferonun bu hastalıklara karşı ilk kez kullanımını yansıtıyordu.

Sonraki yıllarda şiddetli akut hepatit B, kronik aktif hepatit B, laringeal papillomatozis, semptomsuz hepatit B taşıyıcıları ve meme kanseri gibi hastalıklara yönelik araştırma protokolleri oluşturuldu.

İNTERFERONDAN BİTOTEKNOLOJİYE

Küba’nın mevcut yöntemle interferonu viral hastalıklara karşı ulusal kampanyalarda kullanabileceği kadar üretebilmesi olanaksızdı. Silvio bunu şöyle ifade ediyordu:

"Fidel ve biz ülkenin bütün yurttaşları kanlarını bağışlasalar dahi kanser ve viral hastalıklara yakalanan bütün hastaları tedavi etmeye yeterli interferon üretemeyeceğimizi biliyorduk. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Fidel’e genetik mühendisliği üzerinden her tür maddenin üretilebileceği yeni bir yöntem olduğunu söyledik. O sırada CENIC’de Dr. Luis Herrera Martínez moleküller üzerinde genetik manipülasyonlar deniyordu. Fidel hemen Martínez’le görüşmek istedi”.

İnterferon ekibi Finlandiya’dan dönerken, Martínez de, rekombinant interferonun nasıl elde edildiğini öğrenmek için Fransa’ya gidiyordu: “Fransa’da gerekli bilgiyi edindim ve Küba’ya döndüğümde, havaalanında bekleyenler Fidel’in beni görmek istediğini söylediler. Doğruca Fidel’in yanına gittim. Söylediği tümceyi unutmuyorum: ‘Adamımız Paris’ten geldi’ dedi. Aylar sonra Biyolojik Araştırma Merkezi (CIB) oluşturuldu ve genleri klonlamaya başladık. Önce beta, sonra alfa elde ettik. İşte Küba’da genetik mühendisliği böyle başladı”.

Bu başarılardan cesaret alan Küba hükumeti, Haziran 1981’de Küba Bilimler Akademisi’nde bir “Biyoloji Cephesi” kurulmasına karar verdi. Akademi ülkedeki bütün bilimsel kurum ve grupların biyoloji ve biyoteknolojiyle ilişkili çalışmalarını bu Cephe ile eşgüdümleyecekti.

1980’li yıllarda Kübalı araştırmacılar interferonla yaptıkları 90’dan fazla çalışmanın sonuçlarını uluslararası planda kongrelerde sundular veya yayınladılar. Tarihte hiçbir geri bıraktırılmış ülke bilim alanında bu hacimde ve bilimsel düzeyde bir çalışma gerçekleştirmemişti. Fakat daha önemlisi, bu dönemde interferonu kullanmaya başlayan hiçbir sanayileşmiş ülke de, ülke nüfusuna oranı bakımından Küba’daki kadar geniş ölçekli bir klinik çalışma yürütememişti. Bu nedenle Küba’nın interferon uygulaması bilgisine katkısı uluslararası planda büyük önem taşıyordu. Bu prestij sayesinde dünyanın en önemli bilim kurumlarının ve laboratuvarlarının kapıları Kübalı araştırmacılara açıldı.

VEFA

Küba’nın biyoteknoloji dünyasına girmesini sağlayan interferon deneyimi, Finlandiyalı bilim insanı Kari Cantell’in “karşılıksız” katkılarıyla mümkün olmuştu ve Fidel, Cantell’e vefa borcunu ödemek istiyordu. Cantell’in Küba’yı ziyaret etmesi için çok ısrar etti.

Gerisini Cantell’den dinleyelim:

“Birkaç davet daha alınca eşim Aila ve ben ertesi yıl Küba’ya gitmeye karar verdik. Devlet konuğu muamelesi yapıldı. Birinci sınıfta yolculuk yaptık, muhteşem bir beyaz villada kaldık ve her yere siyah bir Mercedes Benz limuzinle gittik. “Sinikka’nın Evi” adı verilen ilk interferon laboratuvarını (149 numaralı ev) ziyaret ettik ve yakınında inşa edilen yeni İnterferon Enstitüsü’nün açılışına katıldık. Benden mavi kurdeleyi kesmem ve bir konuşma yapmam istendi. Fidel Castro ve ülkenin önde gelen liderleri oradaydı. Birlikte binayı gezerken TV geziyi kaydetti. Daha sonra Castro ile görüştüm. Bilimler Akademisi’nde interferon üzerine iki ders verdim. TV benimle röportaj yaptı”.

“Castro’nun kardeşi Ramon ve eşiyle de tanıştık. Ramon hayat dolu, kaygısız, canlı biriydi. Tarım uzmanıydı ve bize heyecanla Küba’nın bu alandaki başarılarını anlattı. Bir gece villamızda bir parti verdik. İnterferon ekibi dışında çok sayıda başka davetli de geldi ve aralarında Fidel Castro’nun doktoru profesör Eugenio Selman da vardı. Kalabalık bir ailesi, yanlış anımsamıyorsam 10 çocuğu vardı ve Castro ile birlikte her yere gidiyordu. Daha sonra Castro da sürpriz yaparak partiye geldi. Bize bazı hediyeler verdi”.

“Küba’nın inferferon ilgisinin ardında ne vardı? Açıkçası ilginin ardında bizzat Castro’nun kendisi vardı. Bu sayede bu küçük, yoksul adada en nitelikli cihazlarla donatılmış muhteşem bir enstitü inanılmaz bir hızla inşa edilebilmişti. ABD ambargosu nedeniyle araçların çoğu, değerlerinin çok üstünde fiyatlarla ‘aracılardan’ sağlanmıştı. En nitelikli uzmanlar işlerinden alınarak interferon araştırmasında görevlendirilmişlerdi ve genç ve parlak bilim insanları bu alanda eğitilmeye başlandı”.

İLGİLİ MAKALELER