149 numaralı ev – 1

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

“Öyküleştirilmiş makalemiz öğrencilerinden ve araştırmalarından kopartılmaya çalışılan sosyalist bilim insanı dostlarımıza ithaf edilmiştir”.

Cedalia sıkılmaya başlamıştı. İçinden “artık şu evlerden birini seçse de, işimize baksak” diye geçiriyordu. Aslında Pedro’nun da daha fazla dolaşacak gücü kalmamıştı. Henüz Atlantik okyanusu üzerinde neredeyse yirmi dört saati bulan uçuşun yorgunluğunu da üzerinden atamamıştı.

Sonunda Havana’nın on iki kilometre kadar batısında bulunan Atabey mahallesindeki 149 numaralı eve bir kez daha baktı. Bu ev gezdikleri evler arasında en uygun olanı gibi duruyordu. 180 metrekare kullanım alanı vardı. Havana’nın merkezine de çok yakındı. Sonunda yanındaki genç mimara dönerek, “burası olsun” dedi.

Şimdi sıra mimar Cedalia Cabrera’daydı. En kısa sürede bu evi kullanışlı bir laboratuvara dönüştürmesi gerekiyordu. Doktor Pedro López Saura nasıl bir şey istediklerini ana hatlarıyla anlatmıştı. Bir zamanlar Avrupa kökenli Kübalı burjuvaların oturduğu ve devrimden beri boş ve bakımsız bekleyen bu villa, artık bilime hizmet edecekti.

Pedro, meslektaşları Ángel, Victoria ve Silvio’yu eve çağırdı. Bir masanın başına toplanıp, neler yapacaklarını planlamaya başladılar. Akşam üzeri saat 4 ya da 5 gibi Fidel de 149 numaralı eve geldi. Selamlaştılar. Pedro, 36 yıl sonra o günü şöyle anlatacaktı:

“Görüşmemizde Fidel’in bize sorduğu kilit soru, Cantell gibi interferon üretip, üretemeyeceğimizdi. Birbirimize baktık ve hiçbirimiz ikirciklenmeden evet yanıtı verdik. Diğer önemli soru, günde kaç saat çalışmayı planladığımızdı. Yanıtımız açıktı: ne kadar gerekirse. Sonra detaylara geçildi. Fidel bize yandaki 150 numaralı evi de, dinlenme, yemek mekanı ve ofis olarak kullanmamız için verdi”.

Böylece altı genç bilim insanının 149 numaralı evdeki 42 gün sürecek macerası başladı. Bu 42 günlük maratonda yalnızca Küba’nın değil, dünyanın kaderini değiştirecek bir rekor kırılacak, tarihi boyunca sömürgeciler tarafından iliği sömürülmüş bir üçüncü dünya ülkesi, artık dünya devleriyle başa güreşecekti.

DÖRT AY ÖNCE

1980 Kasım’ıydı. Fidel Castro, Amerikalı politikacı George Thomas "Mickey" Leland’ın, Texas’lı ünlü bir hekimle birlikte Havana’da olduğunu duyunca, konuklarla görüşmek istemişti.

Demokrat Parti’nin Temsilciler Meclisi üyesi Leland, öğrencilik yıllarından beri yoksulluk karşıtı eylemler içinde sivrilmiş bir politikacıydı. Eczacılık fakültesini bitirdikten sonra yoksul mahallelerde kapı – kapı dolaşarak, insanlara sağlık alanındaki yurttaşlık haklarını anlatmış, yoksul Afro-Amerikalıların desteğiyle Texas’tan Temsilciler Meclisi’ne girmişti.

Dr. Randolph Lee Clark ise uzun yıllar Houston’da MD Anderson Hastanesi’nin başhekimliğini yapmış, burada ABD’nin ilk Kanser Enstitüsü’nü kurmuştu. Kanser konusunda Başkan Nixon’a da danışmanlık yapmıştı. Şimdi enstitünün başkanlığını yürütüyordu.

Bir araya geldiklerinde Fidel konuklarına Küba’nın 1959 yılından beri sağlık alanında gösterdiği çabaları anlattı. Küba’da herkese ücretsiz sağlık bakımı sağlandığını ve Küba’nın bilime ve tıbba çok önem verdiğini söyledi.

O yıllarda Küba nüfusunun yaşlanmaya başlamasıyla birlikte kanser vakaları artmaya başlamıştı. Kanser mücadelesine ilgi duyan Fidel, Clark’a ABD’de kanser mücadelesinin ne durumda olduğunu sordu. Profesör Clark, Fidel’e kanser mücadelesinde umut veren yeni bir ilaç (interferon) olduğunu ve kendilerinin bu ilaç üzerinde çalıştıklarını söyledi.

Fidel ilgi gösterince ayrıntılara giren Clark, ilacın Finlandiya’da geliştirildiğini, kendisinin de 1979 yılında Helsinki’ye giderek Kari Cantell’in laboratuvarını ziyaret ettiğini söyledi. Houston’daki merkezlerinde ilacın hastalığa yönelik araştırmalarda kullanıldığını anlattı.

Bunun üzerine Fidel, MD Anderson hastanesiyle interferon konusunda bilgi paylaşımının olanaklı olup olmadığını sordu. Clark, eğer hastanesine bir uzman gönderirse, yardımcı olabileceğini söyledi. Leland da bunun gerçekleşmesi için elinden geleni yapacağına söz verdi.

TEXAS’TA İKİ KÜBALI

Fidel’in Leland ve Clark’la bu görüşmesinden sonra, uzmanlar Houston’a gönderilmek üzere iki aday aramaya başladılar. Fidel işi sağlama bağlamak için bir değil, iki uzmanın gönderilmesini istemişti. O yıllarda Küba’da biyoteknoloji alanında uzmanlaşmış bir bilim insanı yoktu.

Konuyla ilgili uzmanların görüşü alındıktan sonra, Houston’a gönderilecek ekipte, Havana’da İçişleri Bakanlığı’na bağlı klinikte hematoloji uzmanı olarak görev yapan Dr. Manuel Limonta Vidal’in olmasına karar verildi.

Manuel Limonta Vidal 1943 yılında Santiago de Cuba’da doğmuştu. Tıp fakültesini bitirdikten sonra Küba’nın tıbbi enternasyonalizm programı çerçevesinde Tanzanya’nın Targa bölgesinde görev almış, Küba’ya döndükten sonra dahiliye alanında uzmanlık eğitimi almıştı. İmmünolojiyle ilgilenen Manuel, daha sonra hematoloji alanında uzmanlaşmıştı.

Manuel 1980 yılının Aralık ayında görev için seçildiğini öğrendiğinde çok şaşırdı. Fakat Fidel’in kendisini Devrim Sarayı’nda görüşmek için beklediği söylenince şaşkınlığı daha da arttı. Fidel görüşmede Vidal’e, Küba’nın interferonu elde etme kararlılığından söz etti ve Vidal’in yapacağı ziyaretin ilerideki çalışmalar için çok önemli olacağını söyledi.

Vidal, Castro’nun gönlünde kanser tedavisi için bir ilaç geliştirilmesi arzusunun ötesinde çok daha büyük bir proje yattığını anlamıştı: Kübalı araştırmacılar için yeni bir ufuk açmak. Castro kanser tedavisinde umut olabilecek bir ilacın araştırılması sürecinin, ülkede araştırmacılar için yeni bir çalışma dinamiği yaratacağını ve Küba’nın bu yoldan teknolojik atılımda yeni bir yola gireceğini umuyordu.

Manuel, Fidel ile görüştükten üç gün sonra, Houston’a, İçişleri Bakanlığı kliniğinde mesai arkadaşı olan biyokimya uzmanı Dr. Victoria Ramírez Albajés ile birlikte gideceklerini öğrendi. Hazırlıklarını tamamlayan iki genç bilim insanı, 14 Ocak 1981’de Houston’a (Texas) uçtular.

Kübalı hekimler Houston’da geçirdikleri bir hafta boyunca kanser merkezindeki bütün sağlık bakımı ve araştırma departmanlarını ziyaret ettiler, interferonla yapılan çalışmaları incelediler. Ülkelerinde kullanmak için hastaneden birkaç ampul interferon almak istediler, ancak hastanede çok sınırlı sayıda bulunduğundan alamadılar.

Manuel ve Victoria Küba’ya döner dönmez Fidel ile bir toplantı yaptılar. Fidel’e Houston’da interferonun kanser tedavisinde kullanımı için ciddi bir çalışma yürütüldüğünü anlattılar, fakat interferon elde etmek isteniyorsa, Finlandiya’ya, Helsinki’deki profesör Kari Cantell’in laboratuvarına gidilerek, eğitim alınması gerekiyordu. Ancak bu şekilde insan lökositlerinden nasıl interferon elde edildiğini öğrenebileceklerdi.

İNTERFERON

İnterferonlar bağışıklık sistemi hücreleri tarafından bakteri, virüs, parazit ve tümör hücrelerine karşı yanıt olarak üretilen doğal proteinlerdi. İlk kez 1950’li yılların ikinci yarısında keşfedilen interferon, antiviral, bağışıklık sistemini düzenleyici ve hücre çoğalmasını baskılayıcı işlevleriyle dikkat çekmişti.

İnterferonun özellikle kanser tedavisinde kullanılma potansiyeli, bu maddenin elde edilmesine yönelik çalışmaları kamçılamış fakat denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştı. İnterferonu ilk kez Helsinki’de Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden Kari Cantell, 15 yıllık bir uğraşın sonunda, 1972 yılında elde etmeyi başarmıştı. Daha sonra seri üretime geçilince, ABD, Sovyetler Birliği, İsveç, Fransa ve Finlandiya gibi ülkelerin tıp dergilerinde interferon üzerine makaleler çıkmaya başlamıştı.

Kari Cantell, kapitalizmin (burjuva ideolojisinin) henüz en temel insani değerleri tamamen yok edemediği, para kazanmayı yaşamın tek amacına ve parayı en yüce değere dönüştüremediği bir çağın son temsilcilerinden biriydi. Yöntemi için patent talep etse, akıl almaz paralar kazanabileceğini biliyor, fakat yöntemini isteyen “herkesle” paylaşıyordu. Oysa herkes gibi onun da paraya ihtiyacı vardı ve ancak 53 yaşından sonra doğduğu kentte bir “yazlık” ev yaptırabilmişti. Bugün inanmak gerçekten çok güç fakat 1980’lerde kapitalist ülkelerde de insani değerlerini korumayı başarabilen aydınlar vardı.

CANTELL’İN LABORATUVARINDA

Fidel genç akademisyenlerle görüştükten sonra, hekimi profesör Eugenio Selman’dan, Cantell ile ilişki kurmasını ve eğer kabul edilirse, Helsinki’ye interferonun nasıl elde edildiğini öğrenmek için bir ekip gönderilmesini örgütlemesini istedi.

Birkaç gün sonra Küba’nın Finlandiya büyükelçisi Carlos Alonso Moreno ile Kübalı bir akademisyen, Kari Cantell’in odasındaydı. Cantell o günü şöyle anımsıyor:

“1981 başında Küba’nın Finlandiya büyükelçisi ve bir Kübalı profesör laboratuvarımı ziyaret ederek interferon hakkında birçok soru sordular. Açıkçası konu onları çok ilgilendiriyordu ve beni dikkatle dinledikten sonra, lökosit interferonun nasıl üretildiğini ve saflaştırıldığını öğrenmek üzere Küba’dan bir ziyaretçi ekibi kabul edip, edemeyeceğimi sordular. Çok meşguldük ve ancak sınırlı sayıda ziyaretçiyi 1 hafta için kabul edebileceğimi söyledim. Açıkçası bu ziyaretin tam bir zaman kaybı olacağını düşünüyordum fakat ‘açık kapı politikamızı’ boşlamak istemedim”.

Haberi alan Selman, Texas’a giden iki bilim insanıyla birlikte Helsinki’ye gidecek bilim insanlarını belirledi. Ekibe Küba Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nden (CENIC) dört hekim daha katılacaktı: Ángel Aguilera Rodríguez, Pedro Antonio López Saura, Eduardo Pentón Arias ve Silvio Barcelona Hernández.

Pedro, 26 Eylül 1947’de Havana’da doğmuştu. 1961 yılında henüz lise öğrenimini sürdürürken, Küba devriminin ülke çapında yürüttüğü okuma – yazma öğretme kampanyasına öğretici olarak katılmıştı. 1963 yılında girdiği tıp fakültesini 1969’da bitirmiş, biyokimya alanında 1973’de yüksek lisansını, 1978’de doktorasını tamamlamıştı. 1979’da CENIC’de Biyokimya departmanının başına getirilmiş olan Pedro görev için hazırdı.

Silvio üniversitede viroloji uzmanı olarak çalışıyordu. CENIC’e biyolojik bilimler üzerine doktorasını tamamlamak için gelmişti. Doktorasını bitirdikten sonra fakültesine öğretim üyesi olarak geri dönmek ve kariyerine devam etmek istiyordu. Silvio gibi bir viroloji uzmanı olan Ángel’in kafası karışıktı. Tıp fakültesinden sonra temel bilimlere yönelmiş olmasına rağmen, CENIC’den ayrılıp jinekoloji uzmanlık eğitimine başlamayı planlıyordu. Proje, Silvio gibi Ángel’in de yaşamını değiştirdi.

Ekibin son üyesi Eduardo 5 Nisan 1945’de Havana’da doğmuştu. Aslında mimar olmak istiyordu, fakat tıp bir aile geleneği olduğundan hekimliği seçmişti. Zamanla tıbbı da sevdi, özellikle araştırmacılığı. 1969’da Havana Tıp Fakültesini bitirdikten sonra, 1974’de biyokimya yüksek lisans eğitimini tamamlamış, 1977’de doktorasını almıştı. Göreve seçildiğinde CENIC’de İmmünoloji departmanının yöneticiliğini yapıyordu.

Ekiple 1981 Mart’ı içinde göreve ilişkin birkaç toplantı yapıldı. Toplantılarda yalnızca bilimsel konular değil, Finlandiya’nın soğuk iklimi de konuşuldu. Hayatlarında hiç kar görmemiş Kübalıların, Helsinki’ye uygun giysilere gereksinimi vardı. 28 Mart’a kadar bütün hazırlıklar tamamlandı ve ekip 24 saatlik bir uçak yolculuğuyla Helsinki’ye ulaştı. Başkent’teki Hotel Presidente’ye yerleştiklerinde şehir karlarla kaplıydı.

Geçtiğimiz yıl yaşama gözlerini yuman Dr. Pedro López Saura, o günlere ilişkin anılarını şöyle anlatıyordu:

“30 Mart Pazartesi sabahı saat sekizde Kari Cantell’in odasına girdik. Daha sonra hemen laboratuvara gittik. Gruplara ayrıldık. Virologlar Ángel ve Silvio, interferon indüksiyon işlemi ve titrasyonunu izlemeye gittiler. Biyokimyacılar Victoria, Eduardo ve ben arıtmayı izlemeye gittik. Hematoloji uzmanı Limonta da her iki gruba katılıyor, ayrıca ekibin liderliğini yapıyordu”.

“Cantell’in bizim interferonları çalmak için oraya gittiğimizden korkarak ürünlerin saklandığı bütün dolapların kilitlenmesini emrettiğini biliyorduk. Cantell de bunu daha sonra anılarında itiraf etti. Yine anılarında ziyaretimizin bir zaman kaybı olduğundan emin olduğunu, çünkü Küba’da bu ürünü elde etmeyi başaramayacağımızı düşündüğünü de anlatıyordu. Hafta içinde bu güvensizlik dağıldı ve saygılarını kazandık”.

Projedeki tek kadın bilim insanı olan Victoria da o günleri şöyle anlatıyordu: “8, 12 ve 15 yaşlarındaki üç çocuğumu, yine bir araştırmacı olan eşimle Küba’da bıraktığım için kaygılı olmama rağmen Finlandiya’da kendimi iyi hissettim. Çünkü yararlı bir iş yapıyorduk. Benim gibi bütün ekip, hemen sonuç almak gerektiğini anlamıştı ve görevi yerine getirebilecek bir ekip olduğumuzu düşündükleri için gurur duyuyorduk. Finlandiya’daki çalışma iyi yapılandırılmıştı. Bize sürecin bütün adımlarını ve aşamalarını gerçekleştirmeyi öğrettiler, fakat işleri onların uzmanları yapıyor, biz onlara eşlik ediyor ve gözlemliyorduk”.

Eduardo bu konuyu çok dert etmiyordu. “Aslında Finlandiya’da işlemlere elimizi sürmek zorunda değildik, çünkü zaten tekniği özümsemek için gerekli bilgiye sahiptik” demişti.

Ekibe işlemi öğrenmek için Helsinki’de bir buçuk hafta kalmak yetmişti. Ángel, Silvio, Victoria ve Pedro, Küba elçiliğinin de desteğiyle Helsinki’deki işlerini tamamladıktan sonra, 10 Nisan’da Küba’ya uçtu ve 11 Nisan’da sabahın erken saatlerinde Havana’ya ulaştılar. Eduardo ve Manuel, interferon üretmek için gerekli donanımı satın almak için bir süre daha Helsinki’de kaldılar.

Yıllar sonra emekli olduğunda anılarını kaleme alan Cantell, anılarında o günlere ilişkin şu notları düşmüş:

“30 Mart Pazartesi günü dahiliye uzmanı Manuel Limonta liderliğinde 6 kişilik bir virolog, immünolog ve biyokimyacı ekip laboratuvarıma geldi. Çok yorgun ve jet-lag yaşıyor olmalarına rağmen hemen çalışmaya başladılar. Süreçleri izlediler ve notlar aldılar”.

“Küba Büyükelçisi, eşim Aila ve beni Rom ve Küba danslarının izlediği bir akşam yemeğine davet etti. Yemekte bana Fidel Castro’nun selamlarını ve interferon talebini iletince şüphelenmeye başladım. Bunun ardında ne vardı? Castro veya bir yakını kansere mi yakalanmıştı, interferona ilginin nedeni bu muydu? Laboratuvardaki içinde interferon bulunan bütün soğutucuları kilitlemeye karar verdim. Sonra bunun aşırı bir tepki olduğunu düşündüm”.

DEVAMI VAR

İLGİLİ MAKALELER