Türkiye’nin yazılmayan toplumsal dönüşümü

Yusuf Yavuz

Blog: Serbest Kürsü

HES tüneli ‘Hacerül Esvet’ olunca, Yörük Muhtar Amerikan atasözüyle köye yön verir…

Yer Antalya Kepez... Varsak Mahallesi’nde bir buluşma yeri. Akşam saatleri. Tıklım tıklım salondan içeri giriyorum. İçeride meraklı bakışlarla pür dikkat sahnede tane tane konuşan genç bir adamı dinleyenlerin çoğunluğu yaşlılardan oluşuyor. Gençlerin bir kısmı salondaki koltuklarda yer kalmadığı için kenarda ve ayakta dinliyorlar. Gençlerin heyecanları ve merakları yüzlerine yansıyor. Belli ki ters giden bir şeyler var…

Salonu dolduran kalabalık, Manavgat’a bağlı Değirmenözü köylüleri. Değirmenözü, Köprülü Kanyon Milli Parkı’nın kuzeyinde, Isparta sınırına yakın Köprüçay’ın kıyısında kurulmuş masalsı bir köy. Susam, mısır, fasulye, buğday, incir ve nar yetiştirip, keçi çobanlığı yaparak yüzlerce yıldır kimseye muhtaç olmadan yaşamlarını sürdüren Değirmenözü köylüleri, plansız ve hatalı tarım politikalarının sonucu olarak sürekli göç vermeye başlamış. Kimi Manavgat ve Side sahillerindeki otellere, kimi İstanbul’a, kimi de Antalya’ya göç etmiş, yıllar içinde. Son göç dalgası ise köydeki okulun kapanmasıyla birlikte olmuş. Torosların koynundaki bu güzel köye biraz daha yakından bakmak için yıkımın araçlarının henüz girmediği günlerde yaptığım yolculuğun notlarına bir göz atmalısınız:

‘GÜZEL AKIŞLI SU’ MOLOZ YIĞINIYLA BOĞUŞUYOR

Türkiye’nin adım adım insansızlaştırılarak üretimden koparılan, üretimden koparıldıkça da yıkım projelerine teslim diğer vadileri gibi Değirmenözü’nü içine alan Köprüçay Vadisi de bu yıkımdan payına düşeni aldı. Isparta sınırlarındaki Dedegöl Dağı’ndan doğan Köprüçay’ın yaşam verdiği vadi, yaklaşık 160 kilometre boyunca irili ufaklı pek çok yerleşimi besliyor. Dünyaca ünlü Aspendos antik kenti, bu vadinin taşıdığı bereketin kıyısında kurulmuş. Dağların ve suların kutsandığı tarihlerde Köprüçay’a ‘güzel akışlı su’ anlamına gelen “Euromedon” adı verilmiş. Nehrin aynı adı taşıyan bir de tanrısı var. Ancak ülkenin diğer nehirleri gibi birkaç yıldır Köprüçay da binlerce yıllık güzel akışını ve tanrısını yitirmiş. Çünkü bölgede başlayan HES ve baraj inşaatının yarattığı yıkım, bu cennet vadiyi adeta moloz yığınına çevirmiş.

RENKERİNİ YİTİREN BİR COĞRAFYADA KİLOMETRELERCE OYULAN DAĞLAR

Gece gündüz çalışan iş makinaları, homurtularla çalışan dev kamyonlar, ardı ardına patlatılan dinamitler… Dev tüneller açmak için kilometrelerce oyulan dağlar, kayalar… Dünyada eşi olmayan doğa müzesi niteliğindeki jeolojik oluşumlar, bir zamanlar binlercesi vadiyi yurt edinen ancak bugün sayıları sadece bir elin parmakları kadar kalan kızıl akbabalar; balık baykuşu, kaya kartalı ve benzersiz renkleriyle Toros kertenkeleleri… Ya bölgeyi bir yeryüzü cennetine çeviren dağ sümbülleri, lale ve çiğdemler…

SANKİ HİÇ YAŞANMAMIŞ GİBİ

Sanki hiç biri bu dağlarda koyaklarda soluklanmamış; bir zamanlar defne boylu gelinlik kızların zülüflerini, çıralı karaçam gibi delikanlıların kulağını, kasketini süslememiş. Sanki yaşlı ebelerin kuşağına hiç sokulmamış fesleğenler, kadife çiçekleri; gümüş sakallı dedelerin cebinden çıkıp sevabına bir öksüzü sevindirmemiş kuru üzümler, incirler. Sanki bir isyan türküsü olup rüzgâra savrulmamış Devret’in başından, ataların yaşamı savunan öyküleri…

Köprüçay Serüveni belgeselinden

280 MİLYON LİRAYA KOCA BİR VADİ TARİHTEN SİLİNİYOR

Bütün bu seslerin adım adım susturulduğu vadide, suskunluktan artakalan zamanlarda bu coğrafyayı tarihten silmek için gece gündüz çalışan iş makinelerinin ve dev kamyonların homurtuları duyuluyor şimdi. Yalnızca 30 yıl ömrü olan 280 milyon liralık bir proje için tüm yaşanmışlıkları ve milyonlarca yılık geçmişiyle koskoca bir vadi tarihten siliniyor yavaş yavaş. O ulu çınarların gövdesine dokunan eller, tüm sırlarıyla birlikte suskun şimdi. Sabana, yabaya, orağa, çekice vurgun o eller tarifi zor bir kederle dokunuyor kalan son narlara şimdi.

KÖPRÜÇAY’IN KIYISINDA BİR ŞAMAN GELİN

Salondaki suskun yüzlere o eller eşlik ediyor. Duvardaki perdeye düne ait bir görüntü düşüyor. Anadolu’nun doğası ve kültürüne vurgun Prof. Dr. Yücel Aşkın Hoca’nın, daha genç bir doçentken 1989 yılında İsmail Çoruh’un yönetmenliğinde TRT için çektiği ‘Köprüçay Serüveni’ belgeselinden bir kesit bu. Yücel Aşkın Hoca ve ekibi, kuzeyden güneye uzun bir sofra gibi serilen vadinin iki yanına bağdaş kurmuş, Köprüçay’ın can verdiği nimetlerle karnını doyuran insanların öykülerine tanıklık ediyorlar. Suyun üretimi, üretimin kültürü, kültürün ise yaşamı biçimlendirdiği günlerde Değirmenözü köyünde bir düğüne tanık oluyor belgesel ekibi. Salonu dolduranlar, yakın akrabalarının ya da dostlarının çeyrek yüzyıl yıl önceki yaşamlarına tanıklık ediyorlar. Çoluk çocuk düğün kalabalığının ortasına bir kamyondan indirilen gelin, adeta az sonra eline davulunu alıp göğe bakarak ayine başlayacak bir Şaman gibi. Başında rengârenk yırtıcı kuşların tüyleri, tüylerin altından sarkan kırmızı mavi duvakla başını çevreleyen altınlar, altınların iki yanından omuzlarına doğru sarkan ipe dizilmiş kadife çiçekleri ve fesleğenler…

KADİFE ÇİÇEĞİ VE FESLEĞEN’İ BAŞ TACI EDEN KÖYLÜLERİN ZORLU SINAVI

Zamanın donup kaldığı bir düğün sahnesi bu. Kadife çiçeği ve fesleğenin altınlarla birlikte baş tacı edildiği, başka türlü bir zenginliğin yaşandığı zamanlara götürüyor insanı. Salondakilerin yüzü gülüyor birden. Geçmişten, tavan arasından değerli bir şey bulmuş çocukların heyecanı şöyle bir yoklayıp gidiyor salonu. Zaman tünelinin hayalinden çıkan köylüleri, HES tünelinin gerçekliği karşılıyor. Bu kez ekranda Değirmenözü köyünün kıyısında açılan HES tünelleri var. Yapımı sürdürülen Kasımlar Barajı ve HES projesinin yarattığı yıkımın görüntülerinin üzerine köylülerine yaşanan ve yaşanacak olan yıkımı anlatıyor ve “Birlik olalım, zoru kolay kılalım” diyor, Değirmenözü köyünden Mustafa Teke.

Değirmenözü köylülerinin geleceği olan Boğazkavak  deresi

YERYÜZÜ CENNETİ BOĞAZKAVAK’I KORUMAK İÇİN ÇIRPINAN GENÇLER

Kasımlar Barajı’nın yarattığı yıkım sürerken Değirmenözü’nün hemen aşağısında, Devret Mevkii’nde yeni bir HES projesi için lisans verilmiş. ‘Mercan II’ adıyla projelendirilen HES için Köprüçay dışında Değirmenözü köylülerinin yaşam kaynağı olan, köylülerin ‘Muarın Gözü’ dediği Boğazkavak Deresi’nin suyu da kanallara alınarak kullanılacakmış. İlk projenin yarattığı yıkımı gören köyün gençleri ‘Köprüçayı Kardeşliği’ adıyla bir platform kurmuşlar. Mustafa Teke, Barış Şeker ve Eren Bal başka pek çok arkadaşıyla birlikte tespih taneleri gibi ülkenin çeşitli kentlerine dağılan köylülerine ulaşmaya çalışarak gelmekte olan yıkımı anlatmaya çalışıyorlar. Bir yandan da Boğazkavak Deresi’nin korunması için yetkililere dilekçe ile başvurmuşlar. Ancak köylülerden bazıları şiddetle bu derenin koruma altına alınmasını istemiyorlar. Gerekçeleri ise vadinin güneyinde arkeolojik sit alanında bulunan kimi köylerin yapılaşma sorunu yaşıyor oluşu.

MİRASIMIZI KORUMAK İÇİN BAŞKA DİLLER VE BAŞKA YOLLAR BULMALIYIZ

Korumayı yalnızca ‘yasaklamak’ olarak gören bir anlayışın yıllardır biriktirdiği negatif algı ne yazık ki bu ülkenin en büyük avantajları olan tarihi ve doğal mirasın nasıl kötü yönetildiğinin de bir göstergesi. İçinde yaşayan halkı koruma bilincine ortak ederek, bu mirasın onun geleceğinin bir teminatı olduğunu anlatmak için başka diller, başka yollar bulmak zorundayız.

‘DEREYİ TAVAF EDİP HES TÜNELİNE HACERÜL ESVET DİYORLAR’

Mustafa Teke, köylülerinin sit konusundaki endişelerini gidermeye çalışıyor. Köylünün yıllardır gözü gibi koruduğu Muarın Gözü’ne iş makineleri ve betonun girmesinin bu alanın sonunu getireceğini anlatıyor. Mustafa Teke, muhafazakâr bir aile çevresinde yetişmiş. Bugün kendini ‘muhafazakâr’ olarak tanımlayanların pek çoğuna göre gerçekten de ortak değerlerimizin korunması ve geleceğe aktarılması için çırpınıyor. Köyündeki yıkımla karşılaşınca önce anlamaya çalışmışlar, ardından da neler yapabileceklerini araştırmışlar arkadaşlarıyla. İlginç bir anısını aktarıyor Mustafa: “Bir gün köyün yaşlılarından biri, ‘insanlar dereden yukarıya doğru tavaf etmeye başladılar. HES tüneline kadar gelip buraya Hacerül Esvet* diyorlar’ dedi. Yapma Dayı dedim, sen Hacı adamsın. Eğer durum böyleyse o zaman şeytanı da ben taşlayayım dedim. Bu sırada ‘köyün üstüne taş yağıyor’ dediler. HES şirketinin patlattığı dinamitlerden dedemin evinin çatısına da 6 kiloluk bir taş düşmüş. Durumu araştırdık, dinamitli patlatmayla ilgili bir rapor tutulmadığını anladık. Bizim ilk projeden ağzımız yandı. Şimdi yoğurdu üfleyerek yiyoruz. Uydurma raporlar hazırlayan bir şirkete nasıl güveneceğiz.”

‘ŞİRKETİN İŞİNE GELMİYORSAN ÇEVRECİSİN’

Değirmenözü köylülerine HES konusundaki çekincelerini büyük bir sabırla ve olgunlukla anlatıyor Mustafa: “Hafriyat konusunda bile uydurma sebepler öne süren bir şirkete gayri resmi bir işlem yaptırmak, daha doğmamış Değirmenözü çocuklarına bir vebal bırakacaktır. Mesele tarla sulamak ise bunun için devlete projesini ve inşasını yaptıran yüzlerce köy ve köylüsü var. Tapulu arazilerin bulunduğu bölge de sadece III.Derece Doğal sit alanı olabilir. Tarıma ve yapılaşmaya mevcut belediye kanunları çerçevesinde izin verilir; engellenmez. Bu da yıllardır kendi köyümüzce koruduğumuz deremize devlet teminatı gelmesinden başka bir şey değildir. Kimliğinde ‘Değirmenözü’ yazan bu köyün çocuklarını bile şucu bucu diyerek ayrıştırırlar. Gelen memurlara ‘onlar şehirde oturuyormuş, her şeye karşılarmış’ şeklinde lanse ederler. Avukat, gazeteci, devlet memuru bile şirketin işine gelmiyorsa hemen unvan hazırdır: ‘Çevreci!’

‘MESELE SANA MÜHÜRLENMİŞ TOPRAKLAR, SUSMAK İHANETTİR’

Şirketler köylülerin birlik olmasını istemez. Bireysel yaklaşırlar. Nabız ölçerler. Öyle olunca da sesi yüksek çıkan birkaç kişinin sözü tüm köylü memnunmuş gibi gösterilir. Bizi birbirimize düşmüş gibi gösterip bu köyün insanlarını şehirli köylü diye ayırıp bıyık altından kıs kıs gülenlerin sesleri şirketin şantiye çadırında kahkahalarla buluşuyorsa bir şey demeye gerek yok sanırım. İnanıyoruz ki hak yerini illa bulur toprağın üstünde olmasa da altında. Ama mesele sana mühürlenmiş toprakların meselesidir. Susmak ihanettir, özüne köyüne. Takdir birbirinden değerli ayırt edemeyeceğimiz tüm köylülerimizindir.”

TÜRKİYE’NİN KAYDEDİLMEYEN TOPLUMSAL TARİHİ

HES’ler başta olmak üzere büyüme ve kalkınma masalıyla halka yutturulan benzeri yıkım projeleri yaşam alanlarını ve doğayı yok etmesinin yanında bir başka zararı da sosyal yapıyı parçalayarak veriyor. Babayla oğul, abi ile kardeşi birbirine düşüren bu yıkıcılık toplumsal dengeyi alt üst ediyor. Bu yazıyı yazma nedenim, her gün ülkenin dört bir yanında benzerleri yaşanan ancak bu büyük toplumsal altüst oluş içerisinde hemen hiç biri kayda girmeyen, yazılıp çizilmeyen çözülmeleri tarihe not düşmek. Türkiye’nin yaşam alanlarının ve benzersiz doğasının akıl almaz yalanlarla ve ‘halkla ilişkiler’ politikalarıyla nasıl yok edildiğinin öykülerini geleceğe aktarmak. Yazının sonunda, köyünü, geleceğini düşünen bir avuç cesur yüreğin nasıl bir zihinsel duvarı aşmak zorunda olduğunu gösteren iki ayrı konuşmayı yorumsuz olarak, olduğu gibi özetleyerek aktarmak istiyorum…

‘O BENİM OĞLUMDUR, ÇOK BÜYÜK YANLIŞ YAPMIŞTIR’

Buluşmanın başından beri salonda oturan Nurettin Teke adında bir köylü konuşmak için söz istiyor. Köylülerin ‘Nurettin Hoca’ diye seslendiği köylü, konuşmasına konunun dağıldığını söyleyerek birkaç tavsiyesi olduğunu belirterek başlıyor ve bir vaiz edasıyla hararetle anlatmayı sürdürüyor: “Atanın ter döktüğü, emek verdiği toprağa sahip çıkmak çok güzel bir erdemdir. Fakat atanın toprağına sahip çıkıyorum diyerek atayı, anneyi, babayı, dedeyi üzmek çok bir aşağılıktır. Yol, su, köprü yapmanın; ulaşım ve dolaşımı kolaylaştırmanın medeniyet olduğunu, güzellik cihetinden de çok büyük fazilet olduğunu hepiniz bilirsiniz. Bunlara mani olanların, karşısında duranların iyi anılmadığını görüyor ve müşahede ediyoruz. Benim asıl vurgulamak istediğim husus şudur: Köyün ve köylünün, köyü idare eden heyetin haberi olmadan kaymakamlığa dilekçe veren ve bunu babasından dahi gizleyen Mustafa Teke çok büyük yanlışlık yapmıştır. Yani köyümüzü doğal sit alanı yapmak için… (bu arada salondaki gençlerden yuhalama sesleri yükseliyor) Ben hakaret etmiyorum. Mustafa Teke, benim oğlumdur. Haberi olmadan dilekçe vermek güzel bir hareket değildir. İşte sit alanı sevdasına kapılanlar köyüne ve köylüsüne en büyük kötülüğü yapanlardır. Arkeolojik ve doğal sit alanı diyerek, yani doğal yaşam kelimeleri güzel de…

‘DOĞAL SİT ALANINDA HAREKET VE GELİŞME YOKTUR, HANTALLIK VARDIR’

Şimdi arkeolojik sit alanı çevresi vardır fakat doğal sit alanının hiç çevresi yoktur. ‘Oradan kuş konuyor, su içiyor’ dediğinizde bu sit alanına girer. Doğal sit alanının olduğu yerde ne olur. Hareket yoktur, gelişme yoktur, huzur yoktur, güven hiç yoktur. Çünkü ne vardır, orada bir hantallık vardır, ispiyonculuk vardır, şikâyet vardır. Köylümüz ve büyüklerimiz şehirde yaşayan evlatlarından ekmek ver su ver diye hiç bir şey istemez. Onların tek isteği vardır: ‘Sağlıklı olun yerinizde olun ve hayırlı haberler duyalım’ derler. Öyle şehirde betonarme evlerde yaşayıp da ortalıkta fitneye sebep olmayalım.”

MUHTAR ÖZTÜRK: HES YÜZÜNDEN EVİNDEN ÇIKARILAN BİZİM KÖY DEĞİL

Salondaki topluluğun karşısında oturanlardan biri de Değirmenözü Muhtarı Mehmet Ali Öztürk. HES konusundaki düşüncelerini aktarmak ve konuyla ilgili iddialara yanıt vermek için o da mikrofonu alıyor ve özetle şöyle diyor: “Bilindiği üzere köyümüzde bir HES inşaatı devam etmektedir. Başta gürültü olmak üzere inşaat aşaması olduğundan bazı zararları oldu. Ama vatandaşlarımızın ağaç ve arazileri konusunda birebir görüşülerek yüzde 99 çözüm sağlandı. Bu HES yapılıyor diye yıllardır yaşadığı evden, araziden çıkartılan köy bizim köyümüz değildir. Lütfen bir şeyleri konuşurken doğruluk düşüncesini bir kenara atmayalım. Şirket suç işliyorsa yetkili merciler gerekli cezayı kessin. Şimdi iş işten geçti, HES yapıldı. Üç ay sonra elektrik üretecek.

‘KONUŞMAMA BİR AMERİKAN ATASÖZÜYLE SON VERİYORUM’

Şimdi biz bu HES şirketinin makinelerinden köyümüzün belirli eksiklerini gidermek için faydalanmaya karar verdik. Maalesef Mustafa arkadaşımız Kaymakamlığa dilekçe vererek bunu engelledi. Burada sabahlara kadar da su sırası bekliyoruz. Şimdi buraya karşı çıkmak, burayı sit alanına aldırmak köye bir ihanettir. Buna asla izin vermeyiz. Gücümüz yettiği zaman buraya sit alanını asla sokmayız. Beşkonak bugün sit alanını kovacağım diye ölüyor. Nereden destek bulacağım diye düşünüyor. Oradaki köylülerin nasıl sorunlarla karşılaştıklarını biliyor musunuz? Bu yüzden gerekli düşünceleri düşünerek karar vermeliyiz. Hemşerilerim, konuşmama bir Amerikan atasözüyle son veriyorum: ‘Zorluk seni zorlayacağına sen zorluğu zorla’.

Türkiye akıl almaz bir aymazlık eşliğinde köklerinden koparılarak, belleksizleştirilen insanların yaşadığı bir topluma dönüşüyor. Torosların koynunda, çok değil 25 yıl önce, kimliğini, coğrafyasını baş tacı ederek yaşama meydan okuyan insanlar, bugün Amerikan atasözleriyle geleceğine, HES tüneline bakarak inancına yön vermeye çalışan insanlara dönüştürüldü.
Bunları kaydedin. Yaşananlar bizim öykümüzdür…

*Hacerül-Esved: Kabe'nin duvarında bulunan yaklaşık 50 santimetre büyüklüğündeki siyah ve parlak taş. Hac sırasında hacılar tavaf ederken her bir dönüşte kutsal olduğuna inanılan bu taşı selamlayıp el sürüp öpüyorlar.

Değirmenözü köylülerinin birlik buluşması