Emperyalizm, Türkiye ve bugünkü görevler

Yalçın Akyürek

Blog: Serbest Kürsü

21.yy başlarındayken emperyalizmin yoğunlaştığı ve buralarda karşı karşıya geldiği barışçıl paylaşım süreci sona ererken içerisinde bulunduğumuz süreç emperyalistlerin tıkanıklığına da işaret etmektedir.1944'te Amerika'da Bretton Woods konferansı ile emperyalizm, neo-libralizm olarak,  ''yeni dünya düzeni'' ve ''küreselleşme'' teorisi ile de deyim yerindeyse kendisini makyajlayarak umutsuz kamuoyunun önüne tek çıkış yolu olarak koymuştur.Küreselleşme, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalistlerin komünizmi önlemek için komünizme bir alternatif olarak ve aynı zamanda reel sosyalizmin de etkisiyle Avrupa'da gelişmiş ülkelerde dahi, az gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerde devletin ekonomiye müdahale gereksinimlerinin yapılan tartışmalarda giderek meşruluk kazanmasının hareket alanını daraltmak amacıyla ortaya atılan bir projedir.Özetle bugün emperyalizmin kavramsal güzellemelere duyduğu ihtiyaç  anti-emperyalizmin ve ''sosyalizm'' alternatifinin dünya emekçi halklarında herhangi bir karşılığa alan bırakmaması ile ilgilidir. Bu proje yalnızca iktisadi ve ideolojik kaygılardan oluşan,sanıldığı kadar da basit bir denklemden ibaret olmayıp sosyal ve kültürel dönüşümleri de kapsamaktadır.Üretim süreçleri değişen ve buna bağlı olarak feodalizmden burjuva demokrasisine geçerken aydınlanmadan nasibini alamayan ülkelerin hazin sonucu kapitalist demokrasi ve feodalizm arasında sıkışıp kalmaktır.Daha doğrusu,kapitalizmin vaad ettiği globalleşme sloganı dünya halklarında, ortak üretim ve adil paylaşım sağlanamadığından  insanlığı ortak değerlerinde buluşturamaz aksine onları karşı karşıya getiren ayrılıkçı kavramlar üzerinde rekabet içine sokar ki din ve milliyetçilik küreselleşmenin, aydınlanmanın kafasına çaktığı iki kazıktır ve bunun sonucunu dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi Afrika’da ve Ortadoğu’da görüldüğü gibi hazin bir şekilde somutlar.Gelişmemiş ve az gelişmiş ülkeler kültürel,sanatsal ve bilimsel alanda emperyalizmin eline bakar hale gelir ve üretim meta olarak sürerken ülke bu alanlarda yozlaşmaya mahkum edilir.Kürt Hareketi’nde aydınlanmacılığı göremeyenler bir de bu açıdan bakmalıdır meseleye.Keza bugün Kürt Hareketi, küreselleşmenin bir parçası, bölgesel entegrasyonda emperyalizmin bir aracı olmaktan sıyıramamıştır kendisini.Aynı şekilde gelişmemiş,az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde emperyalizmi askeri üniformadan ibaret sayan ulusalcıları yine gericiliğe mahkum eden önemli tuzaklardan birisidir küreselleşme.Gelişmiş yani emperyalist ülkelerde ise paylarını aldıklarından ulusalcıların keyifleri yerindedir ve birçoğunda da iktidardırlar; kimilerinin parti isimlerinde ‘’işçi’’ vardır kimilerininkinde de ‘’cumhuriyet’’.Hepsi de anti-komünisttir! Oportünizmin, revizyonizmin öncüleri, 3.enternasyonalizmin fidanları keza bugün Avrupa’da iktidardırlar! Özellikle sanayisi ve finansal sektörü gelişmiş ülkelerde sosyalizme karşı kapitalizmin siyasal ve sosyal barikatını kurarlar.Tarihsel referanslarından şaşmaz bir şekilde aynı durum Türkiye’de de gözlemlenmektedir.

Temelinde anti-komünizm ve kapitalist üretim yatan  emperyalizmin yayılmacı politikalarına dönecek olursak,20.yy’ın başlarında serbest ticaret kapitalistler için varlık sebebinden ziyade hayati bir  mücadele aracı, en can alıcı, her zamankinden daha somut, ideolojik propagandaydı ve tüm dünyada yaygın hale getirilerek içselleştirilmeliydi.20.yy boyunca yaygın propaganda evrenselleşebilmenin,insanları bütünleştirebilmenin tek yolu küreselleşme ideali üzerine idi,aynı propaganda ideolojik anlamda sürmektedir,sürdürülmeye de devam edilecektir.Dolayısıyla komünizm karşısında,  2.Dünya Savaşı sanayi devrimini tamamlayan emperyalistlerin tıkanan ‘’pazar’’ arayışlarının bir sonucuydu ve fazlasıyla insan kaybına yol açtı.Onlar için asıl önemli olan ise bu yolun sanıldığından daha fazla maliyet içermesi.Bunun sonucunda ortaya atılan küreselleşme ile önceleri savaşlarla elde edilebilen neticeler daha kolay elde edilebilir hale geldi.Bu şekilde gelişmemiş,az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere borçlanmaya dayalı kalkınma modelleri dayatıldı.Bugün halen daha IMF ve DB, devam eden bu modellerin maestroları.Bu yazıda ana temanın üzerinde durduğu noktalardan biri IMF ve DB!

Küreselleşme projesinin sahipleri, sanayileşmesini tamamlamış olan emperyalist ülkeler için maliyetsiz para kazanmanın ve zirvedeki yerini koruyarak emperyalist paylaşımları yönetmenin en önemli yolu maliyetlerden kurtulmak! Yani uluslararası sermayenin ve onların sömürücü devletlerinin IMF ve DB kanalıyla serbest piyasa ekonomisini kalkınma modeli olarak gelişmemiş ülkelere dayatmak! Bunun için vergileri düşürme, tasarrufları azaltarak yerli-yabancı yatırımları arttırma,sermaye birikimini olabildiğince dış borçlanma kaynağına bağımlı olarak arttırma,enflasyonu iyileştirme,tarımda ve sanayide reform,özelleştirmeler vb. müdahalelerle kalkınma vaadleri sıralandı.İkna edilenler, ticareti ve dünyada işleyen en büyük piyasanın yaratıcı-yöneticileri olan emperyalistlere  bu kalkınmayı gerçekleştirmek için mecburdular. İkna edilmeleri hiç de zor olmadı keza IMF,DB,Dünya Ticaret Örgütü(DTÖ) ve NATO’nun emperyalizm içerisindeki misyonu tam da burada devreye giriyor.NATO askeri militarizm diğerleri ise finansal militarizm gereksinimlerindeki boşlukları ziyadesiyle doldurmaktadır.Sistemin ağını buralar kurar ve sistemdeki açıkları bunlar yamamaya çalışır.Türkiye'nin NATO ve G-20 üyeliği buralarda emperyalizmle olan ilişkilerini somutlamaktadır.

Bu bilindik yöntemlerle yıllardır üretimlerini gelişmemiş ülkelerde sürdürüyorlar,yerli firmalarla yapılan ortaklıklar ya da doğrudan yatırımlarla hammadde ve işgücü maliyeti,ulaşım ve lojistik maliyeti,pazarlama maliyeti daha ucuz bir şekilde sağlanıyor.Bu kalkınmanın gerçekleşmesi için sermaye birikimi zorunlu.Sermaye birikimi olmadığı için ve kalkınmanın da gerekliliği ön plana çıkarılarak gelişmemiş ülkelere devasa krediler yüksek faiz oranlarıyla kullandırılıyor.Emperyalistlere ise yalnızca strateji geliştirmek ve bu stratejiyi yönetmek düşüyor.Finans sektörünün,bunun içerisinde ise borsanın büyümesinin ve bugün emperyalist üretim düzeninin can damarı haline gelmesinin nedeni burada yatıyor.Üretimi sömürülen ülkeler gerçekleştirirken emperyalistler dünya ve bölgesel finans sektörünü yönetiyor.Coğrafi ve iktisadi olarak Türkiye'nin konumu da sistemikle bağlarını koparmadan kurmak gerekmektedir.

Dolayısıyla ''küreselleşme'' veya ''yeni dünya düzeni'' gibi yenilikçi olarak lanse edilen kavramların aslında bilindik emperyalizmden başka birşey olmadığı ortadadır.

EMPERYALİZMİN FİNANSAL LOJİSTİĞİ; TÜRKİYE
Günümüzde finans sektörün diğerlerine nazaran en gelişkini olduğu ülkelerde şirketler kar gelirlerini,hisse değerlerinin artışını ve sermaye birikimini eskisi gibi meta üretiminden değil borsadaki istikrar düzeyinde elde etmektedir.Sanılmasın ki Koçlar,Sabancılar,General Electric,General Mobile,Coca Cola vb. bu kadar büyümeyi ve kabaca söyleyecek olursak bu kadar devasa karları yalnızca ürettiklerini sattıklarından mı elde ediyor! Bugün,Türkiye’de yükselen plazalar, ekonominin lokomotifi olan bankalar ve şirketlerin sayısının ve hisse değerlerinin giderek artmasının nedeni üretimin Türkiye’de yapılıyor olması değil,aksine Türkiye’nin emperyalist üretim sürecinde üzerine düşen misyonun  bir sonucu.Ve bu sonuç, daha piyasalaşma yeni yeni tamamlanırken ülkeyi beklemeye fırsat vermeden dönüştürmek üzere.Finans sektörü 1990'lardan beri büyüyor ve Türkiye'de özellikle 2001 krizinden bu yana büyüyen finans sektöründe borsa ekonominin can damarı olarak konumunu daha da kritik hale getiriyor.Bunun sebebi Türkiye’nin kalkınıyor olması ya da sömürücü idealler geliştirerek emperyalistleşmesi olmasından ziyade  Türkiye’nin emperyalizmin finansal lojistik kanalı haline geliyor olmasıdır.’’Türkiye kıt’alar arasında bir köprü’’ deyimi hiç de içi boş bir deyim değil ve görünen o ki kapitalizm yıkılana dek de eskimeyecek bir deyim. Batı’sının kuzeyinde emperyalistler,doğusunda ise  emperyalistlerin ele geçirmeye çalıştığı gelişmemiş,az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, taze pazar Orta Asya! Güney Kore, böyle bir üs misyonu ideolojik ve iktisadi olarak Batı emperyalizmi adına tamamlayabildiği için bugün hızlıca kalkınmaktadır.Türkiye’den de aynı performans beklenmekteydi Sovyetler Birliği yıkılmadan önce.1980 askeri darbe bu açıdan bakıldığında yalnızca Türkiye İşçi Sınıfı’na değil sosyalizmin alternatif oluşuna da vurulan bir darbe niteliği taşımaktadır.1991’de Sovyetler yıkıldı,emperyalizm her yere saldırır oldu fakat bu sefer de BAAS ekolonün birikimi ile Suriye'de direnişi ve BRICS (Brezilya, Rusya,Hindistan, Çin, G.Afrika)'in Ortadoğu'da ABD ve Batı Avrupa emperyalizmi ile çıkarlarının kesişmesinden kaynaklanan  karşı koyuşu ile karşılaştı.Türkiye burada eksik kaldı, AKP başarısız oldu ve bu da son tahlilde bir çok üretim kaynağını,insan canını yok etti.Başarılı olsaydı da sonuç değişmeyecekti.

Sosyalizmin olmadığı ortamda Türkiye, Ortadoğu üzerinde rekabete girişen iki tarafın arasında kalmış gibi göründü.Bu zamana kadar ABD ile ittifak halindeydi öyle ki Büyük Orta Doğu projesinin bölgesel öncülüğü gibi bir görevin tak adayı.AKP hükümetinin gericiliği kısa vadede kaybetti ve Ortadoğu’daki politikalarını yarattığı ve yıllarca zinde tuttuğu kaotik ortamda çetelere devrederek zaman kazandı,soluklandı.Buna ihtiyacı vardı çünkü emperyalizmin rekabet etmekten hoşlanmayacağı,pazarlarını paylaşmak istemediği BRICS temelinde Rusya ve Çin gibi yetişen emperyalist bir problemi mevcut.Gözünü diktiği doğu pazarında küreselleşmenin karşısında bir rakip hoşlarına gitmiyor.Kafkaslar’da Osetya üzerinden denedi durduramadı,şimdi Ukrayna ‘da sıra! Böyle bir ortamda  Türkiye,Rusya’ya yakınlaşma görüntüsü sergilese de kimyasında ABD emperyalizminin olduğu unutulmamalı.Taraf değiştirebilecek durumunun olmadığı kesin! Son tahlilde cumhuriyet kurulduğundan günümüze kadar özellikle Sovyet döneminde ABD’nin Türkiye sermayesinin birikimi ve gelişimi üzerinde yaratıcı bir rolü var.Bugünün neoliberal politikalarından tarihsel karlar elde eden sermaye, ABD ilişkileri olmadan aynı karları başka türlü elde etme şansı bulamaz çünkü tüm sermaye ilişkileri ve pazarının ciddi kısmını ABD emperyalizmine borçlu,AB ile olan ilişkiler de buna dahil!Kaldı ki 2008 ekonomik krizinden Türkiye'nin fazla zarar görmemesinin nedeni yalnızca Suudi Arabistan ve Katar'dan gelen ve piyasaya sürülen kayıtdışı sıcak para değil, bu kayıtdışı dolaşıma sokulan paranın %1 dalgalanmaya bırakılan döviz kuru sisteminde şişirilen Türkiye borsasındaki sermayenin de büyük kısmının ABD ve AB emperyalizminin yatırımlarına ait olduğunu unutmamak gerekir!Rusya’dan benzer destek gelemeyeceği ortadayken Türkiye’nin tarafını Rusya’dan yana değerlendirebilme ihtimali bile  Türkiye sermayesinin ve sermaye birikiminin büyük zarara uğrayabileceğine işaret eder özetle.ABD’den kopamayacağının nedeni budur.

Finansal lojistik demiştik,reel üretim yok demiştik.Türkiye, özellikle 2002’de başlayan AKP iktidarıyla birlikte emperyalizmin kalkınma projelerini hızlı bir özelleştirme furyasıyla hayata geçirerek serbest piyasaya geçtiğinin garantisini verdi.Bunu ise geçiş sürecinde ihtiyaç duyduğu dönüştürme yasalarını ve diğer bir çok gereğini AB’ye dayandırarak kolayca şekillendir.Bu evrilme sonucu dağıtım kanalı haline gelmiş, ABD’nin Ortadoğu’ya,Doğu’ya,Kafkaslar’a hatta kısmen Avrupa’ya ideolojik,siyasal ve iktisadi anlamda lojistik hizmeti verir konuma gelmiştir.ABD’nin doğudan gelebilecek her türlü tehdide karşı kalkanı Türkiye’dir.Bunun olabilmesi için ise Türkiye’nin ABD merkezli bir müdahale aygıtına ihtiyacı vardır.Bu ihtiyaç Türkiye sermayesini büyütürken aynı zamanda uluslararası hareket etme olanaklarını sağlamış,dönüşümün hızı ise emperyalizmin bölgesel strateji ve yönetsel ihtiyaçları doğrultusunda Türkiye’ye de üretimden ziyade finans üzerinden kalkınma olasılıkları yaratmıştır. Türkiye’nin meşgul olmasının zorunlu kılındığı alan burasıdır ve neticesinde emperyalizmin dünyanın doğusuna müdahale,entegrasyon ve küreselleşme ile sömürüyü bütünleştirme süreçlerinde Türkiye’nin finansal lojistiği görevini üstleniyor olması tek başına yerli sermayenin ve hükümetin becerisi ile açıklanamaz. Türkiye, batı emperyalizminin her daim kendi çıkarına hizmet edebileceği kaygan bir zemin durumundadır.Bu zeminde emperyalizmin çıkarlarına göre yine onun elinden tutarak hareket etmek ve onun tüm enjektelerinin lojistiğini sağlamakla tarihsel kapitalist durumunu konumlandırır.

VERİLİ DURUMDA TÜRKİYE’DE ANTİ-EMPERYALİZMİN GEREKSİNİMLERİ VE ÖNCÜLLERİ
Üretimi sanayiye dayanmayan,ekonominin büyüme sürecinde öncülüğü finans sektörünün üstlendiği Türkiye yüzbinlerce üniversite mezunu vermekte ve mezunların büyük çoğunluğu bugün üretim sürecinde kendisini finans sektörlerinde konumlandırmaktadır. İşgücüne ihtiyaç duyulan sektör finans sektörüdür.Özelleştirmelerle birlikte artan işsizlik, azalan sınai üretiminin ve kalanlar üzerinde şirketlerin kol gücünü teknoloji ile ikame edebiliyor olmasının sonucudur.Fakat finans sektörüne baktığımızda burada da  ithal edilen teknoloji mevcuttur,hatta hemen tüm sistemler ve teknoloji ithaldir.Sektör, ağır sanayinin tersine eğitimli emekçilere daha fazla ihtiyaç duyar.Bu ihtiyaç 1980’li yıllardan bugüne kadar artan oranlı bir biçimde giderek artmaktadır.Nitelikli emek dahil olduğu üretim sürecinde kendisini buralarda konumlanmış şekilde bulur.Kadın emekçilerin bugün gerici kuşatmaya rağmen  yoğunluklu olarak katılım sağladıkları sektörün finans sektörü olması tesadüfi değil ihtiyaç duyulan eğitimli işgücünün bir sonucudur.Sonuca gelecek olursak,Haziran Direnişi’nde yer alan kadınların ve kentli işçilerin öncülük kabileyetlerinin varlığı tartışmasız.Direnişin somut olarak kazanımsız sonuçlanmasının nedeni sosyalizmin örgütsüzlüğü!Talepler açıktı, fakat her biri farklı başlıklarda var ediyordu kendisini.Bugün komünistlerin üzerine düşen görev bu öncülere ulaşmak ve birlikte sosyalist siyaset yapmaktır.Sosyalizm ile 2013 Haziran'ında ve sonrasında örgütlü mücadeleye evrilebilecek olanaklar sağlayan  Birleşik Haziran Hareketi ile temaslar kuracak olan sınıfın öncüleri içerisinde örgütlenmenin kapısını aralayan Haziran Direnişi bu anlamda ezberlerin bozulmasına ve burada da birikim elde edilmesine olanak sağladı.Leninist örgütlenme modelinin kendisine bulduğu kanal,açıktır ki,hiç bu kadar davetkar olmamıştı.Devrim ne zaman gelir bilinmez ama nereden geleceğine dair verdiği sinyaller küçümsenmeyecek kadar Türkiye İşçi Sınıfı’nın mücadele tarihinde önemli bir uğrak noktasına işaret ediyor. Beklemek,acele etmek ya da bu ikisinin ortasına denk düşen ortalamacı uysallık sosyalizm mücadelesinde kendisine yer bulmamalıdır.Haziranın örgütlenme ve örgütleme potansiyeline dönük olarak BHH'ye olan güvenimizle mücadeleye,örgütlenmeye devam edeceğiz.Ortadoğu'da ve Türkiye'de ABD,AB ve BRICS emperyalizmine karşı yükseltilebilecek anti-emperyalizm mücadelesi 2015 seçimlerinde %10 barajını aşma mücadelesi ve öngürülen sonuçları ile karşılatırılamaz.Görevlerimiz bellidir, BHH örgütlenerek ve mücadelesini büyüterek yoluna devam etmek zorundadır.Tarihin önümüze koyduğu sorumluluk budur!