Yeni medya tartışmaları: Sanal gerçeklikler, umut edilen kimlikler

Ufuk Gürbüzdal

Blog: Serbest Kürsü

Çocukluğunu 2000’li yılların başlarında, yani nam-ı diğer mIRC’nin Türkiye’de popülerleşmeye başladığı dönemde geçirenler ve o dönemde yetişkin olanlar, okuldan kaçıp internet kafelere doluşan gençleri ve iş çıkışı buralarda kümelenen insan yığınlarını hatırlayacaklardır.

YENİ MEDYA VE KULLANICI VERİLERİNİN PAZARLANMASI

mIRC’nin sağlayıcısı olduğu “sanal sohbet” odalarında kimliğinizi açığa vurmaksızın, kim olduğunu bilmediğiniz herhangi biriyle yazılı iletişime geçebiliyor ve kurduğunuz iletişimi kimliğinize dair herhangi bir iz bırakmadan bitirebiliyordunuz; rastgele oluşturduğunuz bir rumuzla birlikte (favoriniz olan bir sporcunun soyadı, anlamsız hece bileşimlerinden oluşan bir kelime vb.) iletişimi başlatabiliyor, istediğiniz an çıkış butonuna basarak kurmuş olduğunuz iletişimi kesebiliyordunuz.

Bu programı ve türevlerini tercih eden kullanıcıların sayısı bugün de az değil. Ancak son çeyrek yüzyıl içerisinde web düzlemi Khaled Mardam-Bey’den kadrajların sempatik çocuğu Zuckerberg’e doğru yapısal bir eksen kayması yaşadı.

Başka bir deyişle, anonimlikten bilinirliğe.

Kişisel profil bazlı bir yeni medya ağı olan Facebook ve türevleri (Myspace vd.), profil fotoğrafınızdan başlayarak en sevdiğiniz müzisyenlere kadar uzanan; doğum gününüz, telefon numaranız, siyasi ve dini yönelimlerinizi de içeren çok geniş skalada kişisel bilgiyi sizden talep ediyor.

Giriş sayfasında her zaman ücretsiz kalacağına dair size söz vererek gönlünüzü ferahlatan bu ağa isminizi, soyisminizi ve doğum tarihinizi girerek kaydoluyorsunuz. Kaydolurken yukarıda sıralanan bilgileri vermeme opsiyonunuz ise hala mevcut; eğer sayısız defa görmezden gelmenize rağmen site yönetiminin size ısrarla yolladığı, çileden çıkarıcı mesajları göze alabilirseniz. “X, telefon numaranı gir ve arkadaşlarının seni daha rahat bulabilmesine yardımcı ol.”, “X, eksik profil bilgilerini sadece birkaç adımda tamamla.”. Kayıt işlemini yaparken aslı olmayan isim ve soyisim kullanmak ise başka bir opsiyon, üstelik sonradan aldığınız bir kararla birlikte önceden tercih etmiş olduğunuz isim ve soyisminizi aslı olmayan herhangi bir isim ve soyisimle değiştirebiliyorsunuz; yine biraz önce emir kipleriyle size direktifler yağdıran site yönetiminin tuhaf meraklarına kurban gitmeyi göze alırsanız. “X, ... caddesi civarında mısın? Facebook bu bilgileri arkadaşlarınla paylaşmayacak.”

Peki bu değişimin temel sebepleri neler? Henüz birkaç adım önce, arkadaşlarınızla olan ilişkiniz üzerine fazlasıyla kaygılı gözükerek sizden kişisel bilgilerinizi talep eden bu dostcanlısı ekip, nerede olduğunuz bilgisine sahip olmayı -size bu bilgiyi arkadaşlarınızdan gizleme güvencesini de vererek- neden talep ediyor?

Cevap lokasyon ve lokasyon tabanlı veri pazarlaması...

Ücretsiz kullanıma açık olan bu ağın ücretsiz olmasının temel motivasyonlarından biri ve en önemlisi, ağın başat kâr kaynaklarından biri olan kullanıcı bilgilerinin tasnifinden ve pazarlanmasından ileri geliyor. Kullanıcı profillerinden toplanarak tasnif edilen kişisel veriler, reklam şirketleri başta olmak üzere birçok şirkete astronomik bedeller karşılığında satılıyor. “Kullanıcı kim? Nerede yaşamakta? Nelerle ilgileniyor?” gibi temel sorulardan yola çıkılarak toplanan bu veriler “X bölgesinde yaşayan 30 yaş üstü erkekler” örneği gibi “büyük/genel veri” haline getirilerek firmalara pazarlanıyor. Yıllar yılı Google’ın en çok hangi siteleri ziyaret ettiğimiz ve arama motorunda en sık hangi anahtar kelimelerle arama yaptığımız bilgisini pazarladığı gibi.

1990’larda ABD’li market profesyonellerinin milyon dolarlarca kaynak tahsis ettiği ‘Coolhunters’ ekibi yeni trendleri cinsiyete, yaşa, yaşanılan bölgeye ve daha birçok kritere dair bilgi toplayarak oluşturuyordu, marka posterleriyle boy boy donatılmış konser salonlarında “özgür Amerikan gençliği” ile uyuşturucu dozajı yüksek konserler düzenlemeyi ihmal etmeyerek. Yıllar yılı büyük firmaların ve markaların bütünlüklü projeleriyle sığlaştırılan bu insanlar özgür olarak tanımlanıyor ve böylece kâr mekanizması ideolojik rolünü de es geçmiyordu; bir gazoz markası olan Sprite’ın devasa posterleri önüne kurulan platformlarda verilen gençlik konserleri geleneksel bir medya aracı olan televizyon vasıtasıyla yayınlanırken, liselerden ve yüksek okullardan seçilen ‘cool’ öğrenciler de kamera kadrajına yerleştiriliyor, yerel reyting oranlarına göre market stratejisi gözden geçirilerek regüle ediliyordu.

90’lardan bugüne uzandığımızda ise, (sömürdüğü emekçiler üzerinden kâr rekorları kıran bir firma olan Facebook’u yalnızca bir veri toplama aracı olarak değerlendirmek olanaksız olsa da) market profesyonellerinin pazara dair ihtiyaç duydukları bilgiyi daha farklı metodlarla, Facebook, Myspace gibi yeni medya araçlarıyla elde etmeye başladığını görüyoruz. İdeolojik ayağını yine esgeçmeyerek; “Ne düşünüyorsun?” kutucuğuna bıraktığı cümleyle “tüketim toplumu” (ki çoğu zaman üretim sürecini gizleyen sinsi bir tamlamadır) eleştirisi yapan kullanıcılar, aynı mecrada gerçekleştirdikleri beğeniler yine kendilerinin tüketimine sunulmak üzere olan metanın pazarlanması için tasnif edilirken özgürlük sanrılarının tadını çıkarabiliyorlar. Üstelik bu sefer pazarlanan metanın gazoz olması da şart değil; siz butona tıklayarak Nâzım’ı beğenirsiniz, dakikasında online-sipariş hattında neredeyse tekelleşmiş bir mecmua satış sitesi size YKY’den çıkan Nâzım kitaplarını pazarlar. Facebook mutlu, tekelleşmiş satış sitesi mutlu, Yapı Kredi mutlu...

Elbette bu vesileyle ustanın aşkın dizelerine ulaşabilir ve onları dostlarınızla paylaşabilirsiniz, ancak burada dizeleri paylaştığımız iletişim kanalını ele almamız gerekecek.

Çünkü yeni medya olgusu duvarımızda paylaşacağımız dizelerden gelecek ‘beğeni’lere olan psikolojik ihtiyaç anlamına da denk düşebilecek “performans kaygısı”nı beraberinde getirmekte.

Performans kaygısı kavramını tartışmaya başlamadan hemen önce, kullanıcı verilerinin yalnızca diğer firmalara mı pazarlandığı yoksa firmalarla birlikte istihbarat örgütlerine de veri akışı gerçekleşip gerçekleşmediği sorusunun uzun süredir birçok platformda yakıcı bir tartışma olarak süregeldiğini hatırlatalım. Ancak şimdilik biz bu tartışmayı sermayeye güven duyanlara bırakalım ve kullanıcıların yeni medya mecralarında gözetleme ve gözetlenme eğilimlerini ve umut edilen kimlikleri de kapsayan performans kaygısı kavramına açıklık getirelim.

SANAL GERÇEKLİKLER, UMUT EDİLEN KİMLİKLER

Anonimlikten bilinirliğe geçişten söz etmiştik.

Sizi temsil eden şey artık bir emoji değil, örnek olsun, çok sevdiğiniz dostunuzla birlikte verdiğiniz pozlardan oluşan bir fotoğraf albümü. Artık web ortamında favori sporcunuzun ismiyle değil kendi isminiz ve soyisminizle hareket ediyorsunuz. Tanıdığınız, tanımadığınız yüzlerce arkadaşınız ve kronolojik sıralamayı baz alarak hareketlerinizi listeleyen bir duvarınız var. Ancak tüm bu bileşenlerin bir araya gelmesiyle gerçekleştirilen profil oluşturma süreci yalnızca gündelik yaşantınızdaki pratiklerin sanal bir mecraya taşınmasından ibaret değil; sanal mecrada oluşturduğunuz profil, sizin fiziki düzlemde inşa ettiğiniz kendi kimlik algınızda ciddi yanılsamalara yol açabiliyor.

Profil oluşturup beğeniler ve paylaşımlar yaparak üretme sürecine koyulduğunuz sanal kimlik ve bu kimliği duyurma kaygısının sürekliliği gündelik yaşantınızdaki kimliğinizin ilanı olmaktan çok “umut edilen kimlikler” olarak kendini varedebiliyor. Okunan kitapların ve makalelerin fotoğraflarının çekilip bu metinlerin okunduğunun ilanının yeni medya mecralarına salınmasını örnek olarak alabiliriz. Örneği genişletmek istersek eğer; yenilen bir yemeğin, izlenen bir filmin, gidilen bir oyunun artsız arkasız duyurulması edilen eylemin ve yapılan tercihin başka kullanıcı profilleri (özneler) tarafından onaylanmasına, beğenilmesine karşı duyulan narsisistik performans ihtiyacının başlıca belirtileridir.

Medyatizasyon süreci öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, edilen eylemin ilanı eylemin kendisinin ve gerçekleştiriliş sebebinin önüne geçmiştir.

Bu olasılıkların dışında kalan ve belli bir iç tutarlılıkla bu mecraları kullanarak paylaşım yapabilen öznelerin varlığı, kimlik inşası sürecinde düşülmesi muhtemel bu yanılgıların yaygın olduğu gerçeğini çelmiyor. Aksinin mümkün olmadığını iddia etmek yeni medya araçlarına mistik, kredisi sonsuz bir belirleyici güç atfetmek olurdu. Ancak, Türkiye’de ve bu araçların sık kullanıldığı diğer ülkelerde kullanıcı profillerinin analizlerinden yola çıkan çeşitli deneyler, sözünü ettiğimiz yanılsama örneklerinin yaygınlığının göz ardı edilemeyecek boyutlarda olduğunu göstermekte. Yine bir dönem oldukça popüler olan facebook beğeni botu/hilesi buna bir örnek olarak gösterilebilir.

Öte yandan, umut edilen kimlikler etrafında biçimlenen performans kaygısı, yeni medya mecrasında kullanıcının gözetlenme arzusunu tetikleyen bir unsur. Gözlemleyenler üzerinde olumlu bir izlenim bırakma kaygısı güden öznenin endişesi artık kişisel ve gizli olanın ifşa olma olasılığı değil, aksine, kendisinin gözlemlenmiyor oluşunun ihtimal dahilinde olmasıdır. ‘Stalk’ (başka profil sayfalarına girerek, gözetleme yoluyla kişisel hayata dair izlenim elde etme girişimi) günümüzde kendini yeni bir fenomen olarak sunmaktayken denilebilir ki; “her an, her yerde görünür olmak isteyen birey, gözetlerken de gözetlenmek istemektedir.”

Performans kaygısına kısa bir açıklama getirdikten sonra, yazının başlangıcında yer verdiğimiz veri pazarlaması kısmına küçük bir anektod düşelim; bugün üzerinde durulması gereken olgu kişisel ve siyasi verilerin istihbarat örgütlerine firma tarafından pazarlanmasından çok bu bilgilerin, gözetlenme kaygısından ötürü rızaya dayalı bir biçimde özne tarafından paylaşılması, yani bilginin iktidar veri tabanına “bile isteye” girilmesidir. Burada gözlemlenen değişim, yurttaşlara ait kişisel bilgi tasnifinin yeni medya araçlarının ortaya çıkışıyla birlikte egemenlik ilişkisinden hegemonik bir düzleme geçişi olarak değerlendirilebilir.

SİYASİ BİR PLATFORM OLARAK YENİ MEDYA

Yeni medya mecralarının siyasi tartışmaların sık yürütüldüğü platformlar olarak kendini göstermesi elimizde bulunan bir veri. Ancak, lokasyon dahil birçok kişisel bilginin pazarlanmasına ve performans kaygısından doğabilecek kimlik yanılsamalarına da işaret ettikten sonra, yeni medyada oluşturulan toplulukların gerçekliğe denk düşmediğini ve yeni medya araçlarının tıpkı geleneksel medya araçları gibi toplumsal enerjiyi soğurma ve manipüle edebilme yetisine sahip olduğunu da unutmamalıyız.

Tam olarak burada, Jean Baudrillard’ın geleneksel medya araçlarını (TV, radyo) analiz ederek ortaya attığı meşhur önermesine (önermenin içerdiği bazı kuramsal riskleri de göze alarak) atıfta bulunmak istiyorum; “Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan’daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.” Bugün, aynı önermeyi kabaca yeni medya araçlarına doğru genişletmek istersek eğer; Facebook’ta kullanıcılar tarafından paylaşıma sokulan, örnek olsun, ‘Halep’te cihatçılar arasında ihtilaf’ haberi, sosyal medya mecrasında akıllı telefonumuzun ekranında, parmaklarımızın ucuyla gerçekleştirdiğimiz ufak bir hareketle ‘yılın kedili videosu’na atlayabileceğiniz bir haber girdisi halini alabiliyor.

Fransa’da gerçekleşen Mayıs 68’ olaylarında öğrenci hareketlerini yayınlamayı tercih ettiği için “devrimcilik oynamak”la suçlanan burjuva medya kurum ve kuruluşlarını ele alırken, bu kuruluşların eylemleri yayınlamayı tercih etmesiyle sosyal kontrol işlevlerinin ta kendisini yerine getirdiklerini, televizyonun zaten kendi içinde bir sosyal kontrol mekanizması olduğu savıyla destekleyerek öne sürüyor Baudrillard. Türkiye’de gerçekleşen Haziran direnişi boyunca ve sonrasında hangi kanalların neler yayınlayıp neler yayınlamadığı tartışıldı; direnişi yayınlamayan burjuva medya kuruluşlarına ateş püskürtüldü, şu veya bu şekilde direnişe yer veren kanallar vasıtasıyla ise evlerinde televizyon bulunan yurttaşlar direnişi dört kenarlı ekranlarından izlediler.

Burada yazarın analiz ettiği araçların geleneksel medya araçları olduğu; dolayısıyla burjuva medya kuruluşlarının enerjiyi soğurabilme yeteneğine atıfta bulunulup kopuş hareketlerini sosyal kontrol fonksiyonuyla birlikte ‘bürokratik bir modele’ dönüştürme yetisinden bahsedildiğini öne sürerek, bu önermenin yeni medya araçlarına doğru genişletilemeyeceği iddia edilebilir. Doğruluk payı da vardır. Ancak, bir toplumsal direniş uğrağında kendi sınıf üyeleri sokaklardayken, evindeki bilgisayarının ekranında açık olan pencereden, Facebook’ta canhıraş bir şekilde direniş lehine paylaşım yapan özneler gönül rahatlığına kavuşuyorlarsa eğer, zannediyorum ki orada birşeyler ters gitmektedir. Yeni medya araçlarının sahip olduğu toplumsal enerjiyi soğurma kapasitesini kavramak üzerine verilebilecek örnekler çoğaltılabilir.

Marksistler geleneksel medya araçları üzerine yürütülen tartışmalarda decoding (televizyon karşısındaki izleyicinin aktif çözümleme ve yeniden yorumlama yöntemiyle egemen kodlamaları bilinç düzeyinde etkisiz hale getirerek kendi kültürel yorumunu üretme süreci) liberal tezine nasıl sarılmadılarsa, bugün yeni medya araçları üzerine süregelmekte olan, siyasi iletişimin bu araçlar tarafından özgürleştirilmesi liberal tezine de sarılamazlar.

Toplumsal gerçeklik algısı bizim için yeni medya aracılığıyla oluşturulamaz, toplumsal bilginin kaynağı yeni medya araçları olamaz. Toplumsal bilgi kaynağının yeni medya olduğu alanda bilginin tarihsel bağlamı ve sürekliliği tartışmalar üzerindeki hegemonyasını kaybeder ve toplumsal olaylar çevresinde inşa edilen gerçeklik algısı yeni medyaya terkedilmiş olur.

Yeni medya tarafından oluşturulan gerçeklik algısı bölgede at koşturan emperyalist öznelerin ereklerine vakıf olmaksızın, cihatçı çetelerin eylem ve etkinliklerini araştırmaya gerek duymaksızın, yalnızca “HalepteKatliamVar” hashtag’ini popüler kılarak üniversitelerdeki gençlere, belki de olayın bilincinde olmadığı için masumane duygularla, cihatçı örgüt standlarına para bağışı yaptıran algıdır.

Bu algı El-Kaide destekli Beyaz Miğferler örgütünün kurmaca bir fotoğraf aracılığıyla yansıttığı pseudo-event (sahte olay) etrafında, Umran Daqneesh’in fotoğrafını “performans kaygısı”ndan doğan beğeni için paylaştırır. Siz uyarırsınız, sonrasında olayın aslı ortaya çıkar ancak gerçeklik algısı yeni medya aracılığıyla oluşturulan kullanıcı profili için olay zaten ilk paylaşım anından sonra sahip olduğu ufak değeri de yitirmiştir, belki de bir saniye ardından biraz önce sözünü ettiğimiz ‘yılın kedili videosu’ paylaşılmıştır. Milliyetçi histeri bağlantılı bir konuda yaydığı bir sosyal medya yalanıyla linç tehlikesi de yaratabilir.

Toplumsal gerçeklik algısının yeni medya aracılığıyla oluşturulduğu yerde, “kutsal bilgi kaynağı” Ekşi Sözlük, toplumsal tepkilerin sönümlendiği alan change.org olur.

Bunların hepsi olur, daha fazlası da...

Ancak dünyadaki sınırları web düzleminde ortadan kaldırdığı iddia edilen yeni medya mecralarında, kendi kısıtlı arkadaş çevrelerine sundukları paylaşımlar etrafında devinmek ve birbirlerini doğrulayarak sanal bir gerçeklikte tatmin olmak sosyalistlerin işi olamaz.

Gerçeklik algısının örgütlü bilinçten gelebilmesi için yemyeşil olana, gerçekliklere, hayat ağacının üzerine eğilinmelidir; eğer değiştirilmek istenen şey birtakım dijital kodlar değil, toplumsal bir düzen ise.

(Not: Yazıda sosyal medya yerine yeni medya kavramının kullanımı tercih edilmiştir. Zira yeni medya araçlarının sosyal bir ağ sağlayıp sağlamadığı tartışması süregelmekte olan şaibeli bir konudur. Öte yandan, yazıyı bitirirken burada öne sürülen tezlerin daha gelişkin tartışmalara yol açması umuduyla, eleştiriye ve geliştirilmeye açık olduğunu belirtmek isterim.)

Kaynakça:
Toprak, Yıldırım, vd. (2009). Toplumsal Paylaşım Ağı Facebook: “görülüyorum öyleyse varım!”. İstanbul: Kalkedon.
Baudrillard, J. (1994). Simulacra and Simuation. The University of Michigan Press.