Cumhuriyet'in trajedisi ya da suçlu kim albayım

Turgay Çimen

Blog: Serbest Kürsü

1994 yılıydı… Askerlik görevimi İzmir Maltepe Askeri Lisesi’nde yedek subay öğretmen olarak yapacaktım. O günlerde ülkenin doğu ve güneydoğusuna acımasız bir iç çatışma hali egemendi. Toplum olarak bir travma yaşıyorduk. Kürtlerin dağ Türkü olmadığını kabullenmekte zorlanıyorduk. Konuşmak çok tehlikeli, susmak çok yaralayıcıydı. Üstelik ruh ve kafa olarak Maltepe Askeri Lisesi’nin militer ortamına göre oldukça naif ve marjinaldim. Tutunamayanlar, Dönüşüm, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni, Körleşme gibi muhalif kitaplar okuyordum.

Yazar Hasip Akgül’le o günlerde tanıştım. Kemeraltı’nda Duvar Kitabevi’nin sahibiydi. Bu mütevazı yer İzmir’in yazarçizer şahsiyetlerinin uğrak yeriydi. Hasip Akgül o zamanlar benim ve benim gibi genç meraklıların ilgisini çekmeyi başarmış Toplumsal Kurtuluş ve Yeni İnsan dergilerinde yazar ve yöneticiydi. Şiirlerim ve ilk yazı çalışmalarım bu yıllarda Hasip’in desteğiyle Yeni İnsan dergisinde yayımlandı.

Hepimiz kaygıları ve arayışları olan gençlerdik. Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle insanlığının daha adil bir dünya yaratma savaşımında bir dönemin kapandığını kabullenmeye çalışıyorduk. Yine altı yüz yıllık bir saltanata ve emperyalizme karşı kurulmuş Kemalist Cumhuriyet en çok kafa yorduğumuz başlıklardan biriydi. İçi boşaltılmış, kadükleştirilmiş, tarihsel bağlamından koparılmış bir Kemalizm anlayışıyla bir bakıma hesaplaşıyorduk. Kemalizm’in tarihsel yerini, değerini, kazanımlarını saptadıktan sonra yol almak istiyorduk. Sınıf mücadelesi perspektifinden bakıldığında Kemalizm’in değeri neydi, daha ileri nasıl taşınabilirdi? Bu sorulara doğru yanıtlar üretmeden doğru bir politik hat oluşturmanın zorluğunun farkındaydık.  Bu meseleler üzerinde kafa yoran başka çevreler de vardı.  Özellikle Batı destekli liberallerin öncülüğünü yaptığı, İslamcıların da omuz verdiği “ikinci cumhuriyet” tartışmaları daha o yıllarda toplumun değişik kesimlerini etkilemeyi başarıyordu.

Kemalist Cumhuriyet’in geleceğiyle ilgili kaygılarımız henüz ileri boyutlarda değildi. Nasıl olsa Ordu gericilerin hakkından gelir, şeklinde özetlenebilecek bir rahatlık içindeydi herkes. Hâlbuki anti solculuk, Natoculuk ve Fetullahçılık her geçen gün Cumhuriyet ordusunu içten içe çürütüyor, zayıf düşürüyordu.

Aradan yaklaşık çeyrek yüz yıl geçti. Dünyada ve Türkiye’de birçoğumuz için beklenmedik, sıradışı gelişmeler yaşandı. Kabullenmekte oldukça zorlansak da emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri bir biçimde 1923’te kurulan Kemalist Cumhuriyet’in kazanımlarını büyük oranda tasfiye etmeyi başardılar. Hasip Akgül’ün Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan “ Albayım”  romanı bu çözülüşü hazırlayan arkaplanı anlatıyor. Resmi ideoloji, askeri vesayet, toplumun yaratıcı kesimlerinin marjinalleştirilmesi gibi başlıklar üzerinden Türkiye’nin son otuz yılına ayna tutuyor.

Bir dönemin kudretli askeri Albay Yurdanur Yılmaztürk zihniyet dünyası ve yaşam pratikleriyle romanda resmi ideolojiyi temsil ediyor. Kendi rutinini seven, her zaman ihtiyatlı, ilk eşi Fikriye Hanım’ın betimlemesiyle ‘diktatör’ bir kişilik… Mustafa Kemal’e mutlak bir bağlılığı var. Ona göre Mustafa Kemal, Türklüğün tanrısıdır. Nerdeyse hayatındaki her şeyin ölçüsü Türklük ve Atatürk’tür.

Albayın ilk eşi Fikrîye Hanım kanserden ölür. Albay, Fikrîye Hanım’ı hastalığı sürecinde mutlu etmek için büyük oğlu Kemal’i evlatlık edinir. Asi, duyarlı, Albayın kalıplarına girmeyi reddeden bu sıradışı çocuğun öyküsü hem Sabahattin Ali’nin romanındaki Kuyucaklı Yusuf’u, hem de Dersim’in kayıp çocuklarını çağrıştırır. Kemal’in gerçek anne ve babası öldürülmüştür; öksüz Kemal, Albay Yurdanur Yılmaztürk tarafından evlatlık edinilmiştir.

Kemal’in hikâyesi büyük oranda Türkiye’nin ötekilerinin hikâyesidir. Albayın cehenneminden kaçan Kemal sokağa, müziğe, edebiyata sığınır. Ona göre hayat serserilerin damarlarında atmaktadır. Karakterleri Yaşatma Cemiyeti’yle bu süreçte tanışır. Burası da Kemal gibi egemen ideolojinin dışladığı topluma yabancılaşmış insanlarla doludur. Cemiyetin ilkelerini ortaya koyan on bir madde romanın en güzel bölümü belki de.   Tutunamayanlar’ın Turgut Özben’i tarafından yazılan “Ne Yapmalı” gibi felsefi ve estetik bir meydan okuma…

Latife Hanım, Albay’ın ikinci eşidir. Albay’ı, “Eve gelen temizlikçinin anadilini reddediyorsun; ama ne kadar ölü dil, ölü kültür varsa kitaplarını eve yığıyorsun.” biçiminde tersleyecek kadar bilgili, medeni cesaret sahibi bir cumhuriyet öğretmenidir. Mustafa; Latife Hanım’ın öz, Albay’ın ikinci üvey oğludur. Kişilik olarak Kemal’in tam karşıtıdır, yeni Türkiye’nin yükselen tipidir. Hızla kolay para kazanma yollarını keşfeder ve zenginleşir. Elbette ki Albay’ın gözdesi uyumsuz Kemal değil, iş bitirici Mustafa’dır.

Zaman geçmiş, koşullar değişmiştir. Yeni Türkiye’nin muktedirleri Albay Yurdanur Yılmaztürk’ü terör örgütü üyeliğiyle suçlamaktadır. Albayım için zor günler başlamıştır. O da artık Türkiye’nin ‘öteki’leri arasındadır. Bu zor günlerde baba oğul uzun bir tren yolculuğuna çıkarlar. Bu yolculuk ikisine de iyi gelir. Bir bakıma birbirlerini yeniden keşfeder, gerçek anlamada baba oğul olurlar. İşadamı oğul Mustafa bu zor günlerde babasını kaderiyle baş başa bırakmış, kolay para kazanmanın olanaklarını aramaya devam etmiştir.

Albayım, “Cumhuriyet’i bilmeden yapmaya taşıyamamış” resmi Kemalizm anlayışının eleştirisi üzerine kurgulanmış politik arkaplanı olan bir roman. İroni zaman zaman kara mizaha dönüşüyor. Roman kahramanlarının adlarının Yurdanur, Kemal, Mustafa, Latife, Fikriye olarak seçilmesi bu ironik yaklaşımın bir yansıması. Eleştirme, aşma, kopma ve yeniden kurma bilincini ve sorumluğunu taşıyan bir aydının romanı. Romanın ana kahramanı Kemal’in, “Cumhuriyet kendinden olmayan çocukları da sevmektir, kimsesizlerin kimsesizi olmaktır.” sözü Cumhuriyet’in neyi eksik bıraktığını özetliyor bir bakıma. Yeni cumhuriyet, 1923’te kurulan modern cumhuriyetin ilerici, halkçı, kamucu kazanımlarını temel almalıdır. Ancak ötekisi olmayan bir emekçi cumhuriyeti olmalıdır.

“Roman yazacaksam dili, dilin bilgisini sevmeli; ünlemiyle, tümleciyle, her nevi belirteciyle yatıp kalkmalıydım.” diyor Kemal, Karakter Yaşatma Cemiyeti’nde tanıştığı kişilerle konuşurken. Bu cümle bir yönüyle yazarın dil kaygısının, özeninin roman kahramanı aracılığıyla dile getirilmesidir. Yazar, dil konusunda oldukça titiz davranmış. “ Ezen olmamak için ötekilerin gölgesinde yaşayan, üstte olmamak için kendi üstünlüklerine yan çizen böyle insanlarla yaşamayı çok isterdim.” türünden birçok etkileyici cümleyle dolu roman. Okurken altlarını çizemeden geçemedim.

Romanı, “belirsizlikler içinden yalın durumlara ulaşma ve bu durumlardan yeni belirsizlikler çıkarma sanatı” olarak betimliyor roman kahramanı Kemal. Hasip Akgül de Albayım romanıyla son on beş yılda yaşadığımız yıkımın politik arka planını roman gerçekliği içerisinde belli bir yalınlıkta sunmayı başarıyor.