Yerli dizilerin modası geçiyor mu?

Tülin Tankut

Blog: Serbest Kürsü

 

Yerli diziler kış sezonu  için  televizyon  kanallarında   yerlerini almaya başladılar.  Dizilerin  izleyeni çok.  Sinema, yalnızca sinema salonlarında oynatılan filmlerle değil; DVD, VCD, TV filmleri ve DİZİ filmleriyle çoktandır  yaşamımızın bir parçası oldu. Çoluk çocuk ekran başına oturunca kalkmak bilmiyoruz. Son yıllarda yapılan  araştırmalara göre, dizi izleyicisi profilinde tek değişiklik genç erkek izleyici kesimindeymiş: Gençler sosyal medya ve  bilgisayar oyunlarına daldıkları için dizilere zaman ayıramıyorlarmış.

Sinema gibi dizi filmlerin de kitleleri etkilemede büyük bir güç olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla yapımcılar da bu  gücü alabildiğine kullanıyorlar. Nasıl olsa kendilerine toplumsal sorumluluklarını hatırlatacak izleyici kamuoyu da etkisiz; “izleyici bunu istiyor”  bahanesinin ardına gizlenip bildiklerini okuyorlar.  

Ortalama izleyici, dünyayı nasıl algılıyorsa, diziyi de öyle algılar. Diziler de zaten ortalama, dahası eğitimsiz izleyicilere göre tasarlanıp çocukların bile anlayabileceği bir basitlikte yapılır. Genel eğilim izleyiciyi oyalamaya , eğlendirmeye öncelik tanımaktır. Kapitalist sistemde satış ve kâr için  güzellik, zenginlik, güç, başarı, karizma, prestij gibi değerleri  yüceltmenin şart olduğu bilindiğinden  yapımcılar da  konu bulmakta  zorlanmazlar. ( Hükümetlerin maddi  destek verdiği diziler,  mafya dizileri, toplumbilimsel araştırmalar açısından önemli olan dini içerikli , erkek izleyiciye yönelik kahramanlık hikayesi  türü diziler konumuzun dışında) Son yıllarda zengin kesimin yanı sıra  toplum dışına itilmiş ve  toplumun  alt katmanlarındaki insanlar da içinde olmak üzere,  her kesimden insanın trajedisi üzerine kurulmuş diziler rağbet görmektedir.  Dizi kahramanlarında haksızlıklar karşısında öfkenin, isyanın bini bir paradır  ama toplumsal yakınmanın izi bile yoktur.    Vicdan azabı, pişmanlık, kıramadığın eli öpmek  gibi geleneksel malzeme kullanılarak gerçeğin üzeri örtülür.  İleti bellidir: Kötüler cezasını bulur. Sevgiyle herkesi yola getirmek mümkündür!  Örneğin, sevgi uğruna kadın, aileyi bir arada tutabilmek için kendi hayatından vazgeçer.  Ama sözgelimi  aile bireylerinden birinin, iş yerinde çalışma saatlerinin artması ya da işten atılması, aile içinde hukuki bir sorun olarak tartışılmaz. Emekçilerin, işsizlerin ekonomik sıkıntıları düzen içi yollarla halledilmeye çalışılır. Yasaların çözemediği  sorunlar  İlahi adalete bırakılır. “Emeğin değeri”, “çalışanların hakları” gibi izleklere  yere verilmez .  Toplumsal dokuya nüfuz etmiş sınıf, etnisite, din, mezhep, toplumsal  cinsiyet v.b.  ayrımcılık gizlenir. Nispeten eli yüzü düzgün denilebilecek dizilerde de   liberal değerlere şöyle bir  değinmekle yetinilir. Kapitalist toplumun  açmazı çözümmüş gibi gösterilmeye çalışılır.

Öte yandan  erkeklik kültürü eleştirilmez. Mafya dizilerini aratmayacak sertlikte,  izleyiciye örnek teşkil edecek işkence sahnelerini  kullanmaktan  çekinilmez.  Şiddet, kavga, cinayet v.b. sahneler dizide önemli bir öğe olabilir, ancak, bu kanlı görüntüler kullanılmadan da – görüntüyü  flulaştırarak  değil!-  sanatsal bir dille anlatılabilmelidir. Fiziksel betimleme olmadan, ima etme, hissettirme biçimindeki bir sunumun, asıl anlatılmak istenenden daha çok ilgi  toplayacağı  açıktır.  Ama reyting artırma uğruna  eril şiddet meşrulaştırılır. Oysa  güç, hak yaratmaz. Güç  de toplumsal bir kurgudur. Şiddet kültürümüze girmiştir. Silah edinmek çok kolaylaşmıştır. Şiddet  uygulayan da, şiddete maruz kalan da ruhsal yönden izi kolay kolay silinemeyecek tahribata uğramaktadır. Özellikle çocukluk çağında kız ve erkek çocukların yaşam karşısında  cesaretini kırar şiddet. Yetişkinlikte kadınları “eve hapsolunmaya” yazgılı  kılar. Dizi yapımcılarının, toplumun şiddete bakışını değiştirme konusunda  sorumlulukları  vardır. Ama anlaşmazlıkların çözümünde diyalogdan çok şiddet kullanılır. Diyaloglardaki sözel şiddetse  fiziksel şiddete taş çıkartmaktadır.

Denilebilir ki, dizilerin egemen kültürün kodlarından tamamen bağımsız olması beklenemez: Adı üstünde dizi… Aşk, kıskançlık, intikam, entrika v.b. izlekler aracılığıyla  DNA, ilik nakli, aile sırları , yetimhaneye bırakılmış , evlatlık verilmiş çocuklar v.b. moda unsurlarla  ; karakol, hapishane, hastane, ameliyathane, yetimhane,  lüks rezidanslar, konaklar, restoranlar v.b.  mekânlarla izleyicinin dikkatinin olay örgüsüne yöneltilmesi sağlanabilir. Karakterleri canlandıran oyuncular ne denli başarılıysa amaca o denli kolay ulaşılır. Ancak bir yere kadar…  İçerik, gerçekliğe denk düşmüyorsa, inandırıcılığını yitirir. Örneğin hemen tüm dizilerdeki günün yeni modası, işadamı – çalışan “varoş” kız arasındaki gönül ilişkisini ele alalım:  Karakterlerin yaşamı toplumsal  konumlarından, dönemin çatışmalarından, gerginliklerinden soyutlanarak,  klişeler üzerinden   yansıtılır; gerçek duygu, düşünce, beklenti, düş kırıklığı gibi ruh hallerine değinilmez. Konaklarda çalışan hizmetlilerin,  hakaret, kovulma , gece  gündüz çalıştırılma v.b. kötü koşullarda çalışmayı kabul eder hale gelmelerine “dokunulmaz” . 

Yapımcılar, piyasanın  rekabet ortamında  farklı konulara el atmaya ihtiyaç duysalar da  sarsıcı olaylara odaklanmaktan çekinirler. 

Ancaki,  izleyici gündelik yaşamın sorunlarından kaçmak için bu tür dizilere ilgi duyuyor, argümanını  artık kuşkuyla karşılamak gerekir.  Eleştirelliği sindirmiş aktif izleyici yerine, ekran başına mıhlanmış, sistemle uyumlu, teslimiyetçi izleyici olmayı teşvik etmek, kendi bindiği dalı kesmektir. İzleyicinin eleştirelliğinin sönümlenip  gerilemesine yol açmak  sür git olamaz. Gün gelir yapımcıları bel bağladıkları Güney Kore dizilerinin ehlileştirilmiş  uyarlamaları da kurtaramaz. Nitekim, canlı yayınlarla sunulan hayatın içinden yaşam dramlarının – faili meçhul cinayetler, çalınmış çocuklar, kaçırılan genç kızlar, kavuşamamış aile bireyleri  v.b.-  esaslı reyting getireceğinin kokusunu almış olan programcılar,  saatler süren programlarıyla tüm kanallarda faaliyet  göstermeye başladılar. Dolayısıyla yoksa dizilerin modası geçiyor mu , sorusu geliyor akla. Aslı varken kurgusuna ilgi duymuyor demek ki izleyici !

Nitelikli dizilerin daha önce örneklerini gördük, halen  de görmekteyiz.  Dizinin, izleyicinin algılama düzeyini  geliştirmesi beklenir, geriletmesi değil.  Sanatın artık geçmişe oranla eleştirel, muhalif olamadığı bir dönemden geçiyoruz.  Sanatçının , içeriğin izleyici tarafından  daha kolay algılanabilmesi için sanatsal ilkelerinden ödün vermeye hakkı yoktur. Dizilere gelince;  değil mi  ki  gerçeğimiz olmuştur; nitelikli bir dizi, onu izleyecek, değerini kavrayacak izleyici sayısının artmasına bağlıdır. Nitekim dizilerden farklı beklentileri olan, ekran başındaki tutsaklığa direnen izleyiciler de yok değil.  Yeter ki giderek yalnızlaşmasınlar.  Toplumsal bilincin gelişmesinde kuşkusuz nitelikli  yapıtlara ihtiyaç vardır; dizilerden  de  beklenen  budur kanımca.