Yerel seçimlerde farklı beklentiler

Tülin Tankut

Blog: Serbest Kürsü

2019 yerel seçimleri yaklaşıyor. Seçmenlerin, belediye başkan adaylarından beklentileri farklı. Bunun arkasındaki nedenleri araştırırken yaklaşık otuz yıldır değişen yaşam koşullarımızın bizi getirdiği nokta üzerine yoğunlaşmak gerekiyor kanımca.

Önce neredeyse toplumumuzun hemen her kesiminde rastlanan ve giderek sıradanlaşan her şeyden şikayet etme durumundan başlayalım. Politikayla ilgilenen-ilgilenmeyen, seküler hayata bağlı olan-muhafazakâr çizgisini koruyarak seküler hayatla bağını koparmayan, kısacası herkes bir şeylerden yakınıyor. Hayat pahalılığı, geçim derdi, işsizlik, malum başta gelen yakınmalar... İnsan ilişkilerinde güvensizlik had safhada; bencillik, çıkarcılık, ikiyüzlülük, şiddete eğilim almış başını gidiyor, deniyor… Moda deyimle söylersek,  insanların birbirlerini “ötekileştirdiği” iddia ediliyor. En küçük anlaşmazlıkta birbirini suçlamalar…

Peki, insani kusurların yol açtığı kızgınlıklar, düşmanlıklar geçmişte  yok muydu? Bu gün farklı olan ne?

Çok değil, yaklaşık otuz yıl önce dünya küresel kapitalizmle tanışırken toplum olarak biz de onu Allah’ın emriymiş gibi sorgusuz sualsiz kabullendik.

Dünya ekonomisinin küreselleşmesi, bilindiği üzere kayıt dışı ekonomiyi de beraberinde getirdi. Mavi yakalı sanayi işçisinin yerine kadın, çocuk, göçmen işçi vb. örgütsüz, sahipsiz emekçiler çalıştırılmaya başlandı. Bizde olduğu gibi, emek-yoğun yapısı nedeniyle küçük işletmeler kayıt dışı ekonomiye daha yatkındı. Kapitalizm pek çok eşitsizliği –kır/kent, kafa emeği/kol emeği, kadın/erkek- kullandığından kayıt dışı sektör en çok da kadın emeğine yönelik talebi artırmıştı. İç göçle kente göçenler küçük işletme, atölye üretimi, taşeron işçiliği, geçici işler vb. kayıt dışı işgücü piyasasında iş bulabiliyorlardı. Sömürüyü belli etmeyen ahbap-çavuş ilişkileri, yeni sömürü alanı yaratma peşindeki uluslar arası sermayenin söz konusu bölgelere yönelmesini sağlıyor; küresel pazar, “emeğin kültürel yapılanışından”–hemşerilik, akrabalık vb. ilişkilerden alabildiğine yararlanıyordu. Dolayısıyla kimlik algılamasında da çalışan, emekçi değil; bölgesel, dinsel-mezhepsel, etnik aidiyetler önce geliyordu. Kırdan kente göç edenlerle yerel halk arasında kopukluk yaşanması da emek içi rekabeti keskinleştirerek, sınıf temelli dayanışma duygusunun zayıflamasına yol açıyordu.

Bugün kayıt dışı sektörde çalışan sayısının yüzde ellileri aştığından söz ediliyor. İşportacı, hamal, sokak satıcısı, seyyar köfteci, pilavcı ve sayıları giderek artan niceleri… Kötü koşullarda, güvencesiz, çalışıyorlar; çoğunun eğitim düzeyi düşük, bu durumda “kültürel geri kalma”, yazgıları oluyor. Dolayısıyla kayıt dışı çalışanın gözünde kaçak elektrik kullanmak, kaçak gecekondu yapmak; karşılıksız çek, resmi nikah yerine imam nikahı gibi yasa dışı olgular doğallaşıyor. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var: Uzmanların da belirttiği gibi, işçi hakları, tüm diğer çalışanları ayakta tutan temeldir. İşçi hakları tırpanlanmışsa bundan diğerlerinin de olumsuz anlamda etkileneceği açıktır. Sonuçta toplumsal dokuda çürüme başlamışsa ve bu giderek tabanda yaygınlaşıyorsa, bundan toplumun geride kalanı da nasibini alıyor demektir.

Peki biz, geride kalanlar, kendimizi nasıl görüyoruz? Seçimlerdeki taleplerimizde hangisi ağır basacak? Kişisel çıkarlar mı, kamusal yararlar mı ? Yolsuzluklardan hukuk sistemine, mahkeme kararlarına güvenin azalmasından yargı bağımsızlığının kağıt üzerinde kalmasına dek yakınıp duruyoruz. Çaresizlikten “Bizi biz yapan  değerlere ne oldu?” sızlanmalarıyla birbirini suçlayanlardan geçilmiyor.

Denilebilir ki, “Uluslararası rekabete dayanıklı olabilmek için milli ekonomiler üzerindeki baskı arttı; ama ülkeyi yönetenler, ülkenin bağımsızlığından, ekonominin iyiye gittiğinden, çağdaş uygarlık düzeyini yakalama çabası içinde olduklarından söz edebilirler. Dahası, pragmatik çözümlerle küresel kapitalizmin krizlerini öteleyebilirler de. Görece iyileştirmeler, çalışanlar üzerinde olumlu etkiler de bırakabilir. Ancak ekonomik kalkınma toplumsal, siyasal gelişme anlamına gelmiyor. Örneğin dev ekonomisiyle Çin’de özgürlükler askıya alınabiliyor.  

Öte yandan kapitalist sistemde bilimin, teknolojinin gelecekte neler yapabileceğini kestirmek zor, çünkü sicili iyi değil! Bugün de askeri alanda daha fazla uzmanlaşma görülüyor, silah sanayiine çok büyük kaynak ayrılıyor.

Gerçekleri bile bile halının altına süpürmek, gerçekte ne oluyor diye bir kaygı duymamanın rahatlığına sırtını dayamaksa kolay! Aynı şekilde, devekuşu misali gündelik , siyasi-toplumsal gündemin içine gömülmek de…

Peki, yaşamı sürdürmek için çekilen çileleri, ödenen bedelleri doğal karşılamak mümkün mü? İnsanlık neoliberal politikaların kefaretini daha ne zamana kadar ödeyecek? Otuz yıl önce "mesele, yeni rant alanları aramaya çıkmış sermayenin meselesidir, bunun adı da yeni emperyalizmdir" diyerek dünyayı uyaran uzmanların sözlerine kulak vermedik.

Küreselleşme, her şeyi üretim ve tüketim nesnesine dönüştürerek zorunlu göç, küresel ısınma, doğal afet, savaş gibi birbirini kovalayan  felaketlere neden olurken insanlar arası dayanışmanın, birlikteliğin ortadan kalkmasına yol açıyor. Bir avuç azınlık, rastlantılarla elde ettikleri ayrıcalıklarını çoğunluğa kabul ettirmek için hâlâ kıyasıya bir mücadele sürdürüyor. Ancak “kapitalizmin ufkunun ötesine geçmeye kararlı” insanların sayısı da giderek artırıyor.