Seçimlerden sonra, hükümetten önce: Tarihin akışı hızlanırken Türkiye

Tezcan Eralp Abay

Blog: Serbest Kürsü

7 Haziran seçimlerinin üzerinden yakşalık üç hafta geçtikten sonra, ancak henüz bir hükümet kurulmamışken bir ara değerlendirme yapmanın yararı bulunuyor. Her ne kadar, senaryoların havada uçuştuğu bu dinamik süreç trübülanstan ancak hükümet kurulması ile çıkacak olsa da, kartların karılmaya devam ettiği bugünler siyaset üretimi için de önem taşıyor.

Seçim sabahı Türkiye
8 Haziran sabahı aşağı yukarı üledeki siyasi tablo şöyleydi: Erdoğan ve partisi, Suudların ABD’yi ikna edip İhvan’a yaptıkları muamelenin aşağı yukarı aynısıyla kaşılaştılar: aşırı büyümenin engellenmesi. AKP halen aşırı büyüktür, ancak sınır çekenin Haziran’dan sonra bir kez daha halk olması daha iyidir. Bunda “plakasız araçlarda” temsil olan sayım planlarının, birden çok nedenle, boşa çıkmış olmasının da payı vardır kuşkusuz.

Kürt sağının AKP’ye gideduran oylarını kazanmasıyla birlikte, Haziran’da politikleşen ilerici kesimlerin desteğini alan HDP, Türkiye siyasetindeki en başat aktörlerden biri olma konumunu güçledirdi. HDP’nin oylarının artışında, başkalarının yanısıra, tıpkı Haziran günlerinde harekete geçen dinamiği görmek mümkündür: bu ülkede umudu temsil etmek, bu temsili haketme sorunsalından bağımsız olarak, kitleleri harekete geçirici bir etki yaratmaktadır. 

Bu noktada, neredeyse bütün sol kesimlerin baraj aşma telaşındaki nehre su taşırken, kurak topraklara yağmur olan komünistlerin tuttuğu mevzinin seçim siyasetinin zeminin sağa kayışına bir ölçüde sınır çizdiğini de not etmek gerekir.

AKP’nin İhvan’la kader ortaklığı
Seçimlerde AKP’nin gerilemiş olduğu ne kadar aşikar ise, henüz köşeye sıkışmamış olduğu da o kadar açık olmalıdır. Zira AKP’nin yenilgisi ardından tutulan halaylar, 12 yılı aşkın deneyimi sonucunda kontrol etmeyi öğrendiği ve yeniden yarattığı devlet aracını hafife almaktır. Türk devleti hem iş hem de dış siyaset maniplasyonu açısından muazzam bir birikime sahiptir. Fidan üç kişiyi Suriye’ye göndermekten bahsederken son deredece ciddidir örneğin. Ancak sorun şudur ki, devletin elindeki bu birikimin, olanakarın AKP lehine kuvveden fiile çıkıp çıkmayacağı sermaye ve emperyal güç odalarının beklentilerine tabidir. Bu koşullar altında, AKP’nin elini bağlayan en önemli husus iktidara mahkum olmasıdır. Tipik bir faşizan bir suç/güç çetesine dönüştükten sonra geri dönüş yoktur zaten. AKP için Saray’dan sonraki istasyon Silivri’dir ve bunu herkes görmektedir. 

Muhtemel senaryo: AKP’nin azınlık hükümeti
Bu nedenle, iktidara mahkum AKP’nin MHP’nin aktif ya da pasif rızasına göz dikeceği ve daha büyük ihtimalle dışardan destekli bir azınlık hükümeti arayacağı ilk günden ortaya çıkmıştı. İlk gece başlayan ekonomik kriz sinyaline yorulacak mali maniplasyonlar, önümüzdeki dönem iktidarın bir ateşten gömlek olacağı kanısı yaratarak olası aktörlerin hevesini kırmak için tasarlandığı kolayca anlaşılabiliyordu. Bu olası aktörlerin başında, son koalisyon hükümetinde benzer bir deneyim geçirmiş MHP ve CHP var elbette. MHP’nin koalisyon ortağı olarak iktidar paylaşmaya ne kadar aç olacağını bilmek AKP’li senaryo yazarları için işten olmasa gerek. Ancak Türk sağının tarihi, MHP’nin rızasını almak için illa da iktidar ortağı yapılmasının gerekmediği, elbet başka ödüllerin de olabileceğini gösterir. MHP’nin siyaseten kendini garantiye alması ve tabanını konsolide tutması için erken seçim vaadi bile yeterlidir. Maddi olanaklar kadrolar içindir ve elbet AKP bunları da vaad edecektir. Bu noktada, erken seçimin önündeki iki zorluğun aşılması gerekirdi. Sermayenin ürkekliği ve AKP’nin ihtiyaç duyacağı zaman. Geçen üç haftada ikisi konusunda da mesafe kat edildiği anlaşılıyor. Erken seçim konusunda tartışılan bir başka argümana daha değinmek yararlı olabilir: vekil emekliliği süresi. Bunu da çok ciddiye almamak gerekir. Zira süreç Erdoğan için bir ölüm kalım meselesidir ve mesela Türk siyasetinde boş kağıda imza alma eski bir taktiktir.

Erdoğan’ın açmazı: oy'unu arttırmak için oyun'u büyütmek zorunda
Erdoğan’ın seçimlerden sonra çokça eğlenilen ilk açıklamasındaki ifadeler AKP’nin yönelimi konusundaki ilk ipuçlarını zaten vermişti: "ülkemizdeki istikrar ve güven ortamının, demokratik kazanımlarımızın korunması için tüm siyasi partilerin gerekli hassasiyeti" göstermesine işaret eden Erdoğan’ın metin yazarı istikrar ile CHP’ye, güven ile MHP’ye ve demokratik kazanımlar ile HDP'ye mesajlarını iletti. Eroğdan ve ekibinin epeyce zaman alan suskunlarının altında bir gerçek ile kaşılaşmış olmalarının payı olduğunu tahmin edebiliriz: AKP oy'unu arttırmak için oyun'u büyütmek zorundadır.

Eğer AKP oyunu büyütmeye mahkum ise, elinde üç temel alan olduğu söylenebilir: i) geniş kitlelere yönelik ekonomik istikrar ile terbiye ii) Kürt hareketine yönelik dini eksenli çatışmayı körükleme ve iii) dış politikada “sınırlı askeri seçenekler”.

AKP’nin zorlanmış toplum mühendisliği girişimlerinin beklenebileceği birinci alanı bir başka yazıya bırakarak ikincisiyle devam edilebilir. Seçimlerden sonra, AKP’nin en çok kaybettiği kuyruğuna üzüldüğünü tahmin etmek zor değil. Bu kuyruk zaman zaman kırbaç olarak da kullandığı Kürt sağıdır. O nedenle halen elinde kalan unsurlarına dayanarak, kuyruk yarasını evlad acısı ile ödeştirmenin peşine düşmüştür. Diyarbakır patlamalarından Kobane saldırılarına verilen kontrollü desteğe AKP’nin şiddete oynama politikasını böyle yorumlamak mümkündür. Diyarbakır’da 9 Haziran günü yaşanan ve her iki tarafında kınadığı çatışmalar, faili meçhul ölümler iktidarın elindeki güçleri gösterme eylemiydi.

Dış politika alanında ise özetle ama kesin bir doğrulukla şunu iddia etmek mümkündür: AKP Türkiye’de kaybettiğini Suriye’de aramaktadır. Ancak İhvancı yayılmacılığın sınırı çoktan çizilmiş olduğunu da bir türlü kabullenememektedir. İŞİD destekçiliğini daha çok bir cezalandırma olarak anlayabiliriz. Burada İber Hoca’nın nüktesiyle yaygınlaşan “nah teorisini” anabiliriz. İçeride güç kaybeden AKP’nin, İhvancı bir iktidar için orduyu Şam’a sürüklemesi mümkün değildir.

Bu durumda Suriye içinde bir koridor yaratma senaryosunun halen masada olduğu Fuat Avni yazmadan çok önce belliydi. Üstelik PYD’nin alanını sınır boyunca genişletemeye yönelik askeri kampanyası bu olanağı güncellemiştir. Bunu için Fidan’ın füzeleri değil, ama yeni bir mülteci akını iyi bir fırsat olarak değerlendirilecektir. Akçakale’deki mülteci krizi de bunun provası yapılmıştır elbet.

Seçimlerden hemen sonra gelen HPD’nin CHP azınlık hükümeti önerisi, HDP’nin seçim sonuçlarını iyi anladığına işaret olarak değerlendirilebilir. İçine girmiş oldukları reel politik hatta, murat edilenin AKP’yi iktidardan uzaklatırmak değil, ama ona iktidardan olabileceğini hatırlatmak olduğu düşünülebilir. Nitekim HDP bu öneride fazlaca ısrarlı olmadı ve bir süre sonra AKP’nin de içinde olduğu türlü koalisyon hükümetine açık olduklar mesajları verilmeye başlandı.

Her ne kadar bugünlerde kamuoyu AKP-CHP ‘büyük koalisyonu’na hazırlanıyor gibi gözükse de, bunun hala zayıf ihtimal olduğunu dikkate almak gerekir. AKP’nin ve hatta Tayyip Erdoğan’ın yeterince terbiye edilmiş olduğunu ve iktidarda kalabilmek, yarattığı güç/suç şebekesini elinde tutabilmek için her türlü alternatife razı olduğunu kabul edebiliriz. Ancak bu ‘büyük koalisyon’ ihtimalinde hala zayıf halka CHP’dir. CHP ilk günden içine girmiş olduğu zafer sarhoşluğuna, bakanlık rüyalarına karşın hala çok parçalı ve tutatsız bir görünüm arz etmektedir. Bu haliyle, egemen sermaye çevrelerinin ve emperyalist odakların CHP’ye kolayca yatırım yapmayacaklarını öngörmek gerekir. CHP’li bir iktidar ancak başka alternatiflerin daha büyük maliyetler doğurması koşulunda gerçekleşebilir. Öte yandan, AKP-CHP koalisyonunda ana muhalefet rolü HDP’ye düşecektir ki, aynı odakların HDP’yi bu aşamada bu kadar taltif edecekleri de şüphelidir. HPD’ye destek de kontrollü olmalıdır. Dolayısıyla CHP’ye yine, yeni iktidara yönelik kısa sürede yükseleceği beklenebilecek toplumsal muhalefete tampon olma görevi düşmesi en muhtemel senaryodur.

Tarihin akışı hızlanıyor
Bu ihtimal belki de Türkiyeli olma yolunda giderek sağa kayan HDP’ye de daha solda durma olanağı verecektir. Çünkü sağ Türkiye’yi esas alan HDP’nin her Türkiyeli’leşme hamlesi onu reel politikanın batağına daha da sürüklemektedir. Demirtaş’ın ‘Türkiye’yi istiktarsızlaştırmayız’ beyanı, TBMM’de Kütçe yeminden vazgeçiş, Fırat’ın Demirtaş’ın desteğiyle meclis başkanlığına aday gösterilmesi, bu hareketin var oluş rasyonalitesi ve geleneği düşünüldüğünde politik bir ironi olarak sırıtmaktadır. Bütün bu gelişmeler, HDP’nin sola baraj aşma stratejisinin bir ürünü olarak lanse ettiği stratjik sağcılaşma yöneliminin kalıcılık kazanma tehlikesini göstermektedir. Gerçekte de Türkiye siyasetinde sağa savrulmak kolay, solda durmak zordur. Üstelik sol liberal entelijansiya sağa kayışın yarattığı kaygıya trankilizan olma kampanyası yürütmektedir.  Öte yandan, Kürt sağını kapsama tutumu, Türkiyelileşme sorunsalından bağımsız olarak HDP’yi sağa çekmeye devam edecektir.

Bu koşullar altında, sosyalist bir siyaset aklının ağırlığını daha fazla hissettirmesine her zamankinden daha çok ihtiyaç olacaktır. Kandil’den gelen ‘düzen partisi olma’ riskini de bertaraf edecek olan, HDP’nin sağa kayışına güçlü bir sosyalist siyasetle engel olmaktır. Zira HDP kendisiyle birlikte, Haziran’da varlığını gösteren geniş bir toplumsal kesimi solun değerlerinden uzaklaştırmaktadır. Bu açıdan  tüm diğer değerleri bir yana iki ana eksenin siyasetin merkezinde tutulmasını sağlamak sosyalistlerin acil görevi olarak durmaktadır: anti-emperyalizm ve sermaye sınıfı ile uzlaşmazlık. Anti-emperyalist politika özellikle Suriye/Kürt sorunsalı bağlamında önemlidir. Sınıf uzlaşmacılığı ise, kamuoyu kampanyacılığını elinde tutan liberal kesimlerle ilişkilerde hayatidir.

En önemlisi de örgütlü siyasettir. Sosyalist siyasetin yalnızlaşması nedeniyle itibar kazanan diğer önermelere tebessüm etmek yeterlidir. Tam da yılların örgüt-karşıtı sol aydınları HDP’de öbeklenmişken, örgütlü sosyalist siyaset tek seçenek olarak hayatiyet kazanmıştır.