Mükemmel kapitalizm

Selçuk Işık

Blog: Serbest Kürsü

Geçtiğimiz günlerde Turkcell Teknoloji Zirvesi'nin ikinci gününde, dünyanın en "zeki" insanlarından biri olarak kabul edilen ünlü fizikçi Dr. Michio Kaku  teknolojik gelişmeler sonucunda 'mükemmel kapitalizm'e doğru gidildiğini belirtmişti.

Kaku, 20. Yüzyıl'ı fizikçilerin keşfettiği ifade ederek, "21. Yüzyıl'ı da keşfetmeye devam ediyor’’ sözleriyle kapitalizmin bilime katkılarını yüceltirken hızını alamayarak ‘mükemmel kapitalizm’e doğru gidildiğini şu sözlerle vurguluyordu:

"Kapitalizm, malın fiyatını arz-talep dengesine bağlı olarak belirler. Bu durumda kandırılıp kandırılmadığınızı, kâr marjını, o ürünün gerçekten o kadar edip etmediğini bilemezsiniz. Oysa teknolojinin yardımıyla, cep telefonumuzda bütün bu bilgileri, insanların o ürün hakkında ne dediğini, en uygun fiyatı bulup bulmadığınızı öğrenebilirsiniz. Yani geleceğin kazananı tüketici olacak. Ticari kapitalizmden entelektüel kapitalizme doğru gidiyoruz. Kazanan, uluslar, entelektüel kapitalizmi doğru kavrayanlar olacak. Bu durumda kazanan inovasyoncular, hayal kuranlar, bilimi ve teknolojiyi doğru kullananlar olacak"

Kapitalizmin bizi kandırıp kandırmadığını tükettiğimiz ürünlerin kar marjını gerçekte bilip bilmediğimize indirgeyen bu ‘’bilim dehası’’ geleceğin kazananını da ‘’tüketici’’ olarak ilan etmiş. Aslında bir bakıma doğru. Kapitalizmde geleceğin kazananının ‘’insan’’ olacağını beklemiyorduk; zira kervanın yolda ‘’müşteri’’ olarak düzüldüğü bir düzende yaşıyoruz. Teknoloji gelişecek, fiyat müşterinin ayağına daha hızlı ve ‘’ırz’’-talep dengesi daha oturmuş biçimde servis edilecek ki cebinden parayı daha hızlı çekebilsin. Bilimin çıktılarını doğru tüketen ve bu durumu doğru kavrayan ‘’entelektüel’’ kapitalistler de ticari kapitalizmden entelektüel kapitalizme geçiş yapabilmeyi başarmış nadir müşteriler arasına adını altın harflerle kazısın.

Bu açıklamaları okuyunca aklıma Devlet Bahçeli’nin 2009’dan MHP’nin 40. yılına vardığı o efsane konuşma geldi. Yani işi ukala bir boyuta çekmek istememekle birlikte sevgili bilim dehamızın konuşmasını ‘’ve işte MHP’nin 40. Yıl dönümüü!!’’ diye bitirme ihtimali canlandı gözlerimin önünde birden.

Peki bilimle kapitalizmin bağlarını nasıl kurmalıyız? Kapitalizmin teknolojiyi ve bilimsel gelişmeyi teşvik ettiği, kar hırsıyla konsolide olmuş rekabetin bilimi sınırların ötesine taşıdığı şeklinde beynimize boca edilen bu argümanlar ne kadar doğru?

Kapitalizm insani ilerlemenin her yönünü askıya almışken, bilim ve teknolojiyi bundan hariç tutmak elbette söz konusu olamaz.

Her fırsatta dile getirilen şirketler arası rekabetin düşük fiyatlara, daha kaliteli ürünlere, yeni teknoloji ve gelişmelere yol açtığıdır fakat bu miyop bakışa uygun gözlüğü taktığımızda karşımıza çıkan bunun engelleri kaldırıcı bir rol oynamaktan ziyade engelin ta kendisi haline geldiğidir. Pek çok endüstrinin tarihi, patent satın alımlarının, ürünlerin pazara çıkmasına bile açıkça engel olduğu durumlar ile doludur. Ürünlerin pazara çıkmasının ertelenmesi ya da yeri geldiğinde engellenmesinde rekabet öğesinin birinci dereceden tesirlerini veya serbest piyasa ekonomisinin stratejik güzellemelerini çok rahatlıkla bulabilirsiniz. Ülkemizde pek değerli reis-i cumhurumuzun da kullandığı hologram teknolojisini bu kapsamdan ayrı bir yere koymak istiyorum izninizle. Keşke hep ertelenseydi.

Peki bilim dehamız ister ilaç sektörü olsun, ister otomotiv ya da başka bir sektör, en iyi mühendis ve bilim insanlarının birbiriyle kar hırsıyla yarışan şirketler üzerinden kolektif bir çalışma yapmalarının engellenişine ne derdi acaba? İnnovasyon, nanoteknoloji vs. gibi güzellemelerle entelektüel kapitalizm sığlığına mı yaslanırdı yine?

Araştırma geliştirme çalışması yapan insanların notlarının dahi gizlilik anlaşmalarıyla şirketler özelinde kaldığını eklemekte de fayda var.

Kapitalizmin bilim ve teknolojinin önüne ket vuruşunun pratikteki kanıtı ise alternatifinden yani sosyalizmden geliyor. Bolşevikler yarı-feodalizm’den devraldıkları, %90’ı okuma yazma bilmeyen, gerici bir ülkeden 10 yıl içerisinde kişi başına düşen bilim insanı sayısında dünyanın bir numarası haline gelen bir ülke yaratmışlardı. Yörüngeye ilk uydu gönderen, uzaya ilk insanı gönderen de kapitalizm değildi elbette. Kritik nokta şu; Sovyetler, hemen bilim ve teknolojinin genel gelişiminin önemini kavramıştı ve bunu ‘’ülkenin bir bütün olarak kalkınmasıyla’’ birlikte düşünüyorlardı. Bu geniş bakış açısı onlara bütün araştırma alanlarına tatmin edici miktarda kaynak aktarma imkanı sağladı.

Şunu çok iyi anlamamız gerekiyor ki kapitalizmde şirketler teknolojiyi geliştirmeyi planlamaz, onların planladıkları yalnızca pazarı olan bir ürünü üretmek ve pazara sürmek için elinden geleni yapmaktır.

Sonuç?

...ve işte mükemmel kapitalizm!