İradi kapasite, idari hüküm

Özgür Ege

Blog: Serbest Kürsü

Geçenlerde okuduğum, Güven Sak'ın yazdığı Çin ile Türkiye’yi, maden kazaları ve işçi ölümleri üzerinden karşılaştıran "Çin ile kıyaslandığında, Türkiye bir çadır devletine benziyor" başlıklı köşe yazısını ele alarak birkaç bir şey karalamak istiyorum. Yazı yeni maden yasasına binaen yazılmış. Benim de aklımda sürekli bu konu ile ilgili bir şeyler yazmak vardı ama özellikle bahsettiğim köşe yazısını okuduktan sonra, bu yazıya referans vererek yazmanın çok daha yerinde olacağını düşündüm. Amacım katı ve hadsiz bir eleştiri olmamakla beraber sadece düşüncemi belirtmektir. Şöyle de düşünülebilir, yazıda geçen özellikle iki cümle ilgimi çekti ve beni üzerine yazmaya teşvik etti.

İlk cümlede yazar Çin’deki maden kazalarının azalmasını idari kapasitenin oturmasıyla paralel tutuyor. Çin’de mevcut bulunan ama Türkiye’de oturmayan bu idari kapasitenin birçok güzel gelişmeyi de beraberinde getireceğinden bahsediyor. Doğrudan alıntı yaparsak:

“Çin idari kapasite geliştirdi. Düzenlemeler, kuralları uygulayacak idari kapasite yerine oturdukça, Çin’de ölümlü maden kazalarının sayısı azaldı.” 

Okuduğumdan anladığım; sorunların çözümü idari kapasitenin artırılmasındadır iddiası.  Ama ilk olarak bu “idari kapasite” meselesini tartışmak gerekiyor. Öncelikle idari kapasite geliştirilmiş ya da geliştirilememiş olması mevcut düzende Türkiye’de herhangi bir değişiklik yaratmayacaktır diye düşünüyorum. Şöyle ki, bu son geçirilen maden yasası ile gelen; tatil günlerinin arttırılması, izin sürelerinin uzatılması, ücretlerin yükseltilmesi gibi değişikliklerin nihai sonucu olarak daha çok madenci işsiz kaldı. İşverenler karlarını düşürmeyi göze alamadılar. Ama bu değişikliklerin kamuoyundaki yansıması özellikle yandaş medyanın da teşvikiyle devrimmişçesine karşılandı. Fakat son tahlilde açıktır ki işçilerin mevcut durumunun daha iyi olacağı düşünülürken tam tersine işten çıkarmalar ve işsizlik arttı.

Bu sonuç yasalar geçirilmeden önce bile öngörülebilirdi. Hatta muhtemelen öngörülmüştü. Çünkü işveren kar oranını düşürme eğiliminde olmaz, bunun yerine işçinin ücretinden kısar. Yine de yasaların bu denli sevinçle karşılanması AKP’nin idari kapasitesini arttırıp arttırmadığının bir önemi olmadan daha doğrusu bu durum hiç sorgulanmadan istediği yasayı hem de kamuoyunda istediği etkiyi yaratarak meclisten geçirebileceğini ortaya koydu. Bu durum, iktidarın, idari kapasite yerine “idari hükmünü” sorgusuz sualsiz oturttuğunun göstergesidir.  

Şimdi işsizlik sebebiyle ayaklanan, Soma’dan Ankara’ya yürüyen madencilerin talepleri neler? İktidar böyle bir sonuç vereceğini bile bile neden yasalarda böylesine değişikliklere gitti? Bu durumda madenciler kamuoyunun gözünde -yine yandaş medyanın da katkılarıyla- buldu da bunuyor konumuna düşürülmüş olmuyor mu? Komplo teorileri kurmak istemiyorum ama iktidarın ayaklanmalara cevabı belli gibi:

-Biz iyileştirmeye gittik siz hala isyan ediyorsunuz.  Bu durumda bu iyileştirmeleri de hak etmiyorsunuz.  

Yani idari kapasiteye gerek yok. Çünkü ortada bariz manipülasyon ve idari hüküm mevcut.

İkinci cümle ise birincisinden çok da farklı olmamakla beraber tekrar idari kapasitenin önemini vurguluyor. Buna ek olarak ikinci cümlede özellikle idari kapasitenin “iş güvenliğini” sağlayabileceği vurgulanıyor. Burada kısaca belirtelim iş güvenliği ibaresinin “işçi güvenliği” ibaresi yanında hiçbir ağırlığı yoktur ve bununla birlikte iyi niyetli bir yaklaşım da yansıtmamaktadır. İkinci cümle aşıdaki gibidir:

“Sorun, devletin iş güvenliği için gereken düzenlemeleri yapmamasından kaynaklanmıyor. Sorun, devletin iş güvenliği için gereken düzenlemeleri uygulayacak idari kapasiteye sahip olmamasından kaynaklanıyor.”  

Bir devletin idari kapasitesi yeterince güçlü kılınmadan, o devletin en kritik unsuru olan kamu yönetimi sistemini yeniden yapılandırma yönündeki girişimlerin, öngörülemeyen bazı olumsuz sonuçlara yol açabileceği aşikârdır. Buradaki yeniden yapılandırma taşeron ve özelleştirmelerdir. Asıl problem taşeron ve özelleştirme bilfiil mevcutken ve de ayan beyan işçilerin güvenliğini tehlikeye atarken, işçi güvenliği için gereken düzenlemeleri uygulayacak idari kapasiteye sahip olmak ya da olmamak değildir. Böyle bir idari kapasite var olsa bile sadece hareket odaklı davranabilir ve düzen içerisinde kendi oluşturduğu soruna yine kendi çözüm arar. Hepsi bir yana, devletin bütün ideolojik aygıtlarını ve adalet hak hukuk gibi kavramlarını tekelinde bulunduran iktidarın bugün hali hazırdaki marifetleri ortadayken idari kapasite artırımından bahsedilerek nereye varılmak istendiği benim açımdan büyük bir merak konusu.

Sorunun kaynağı bellidir. Sorunun çözümü de bellidir. Gerekli idari kapasite ancak işçinin güvenliğini en az seviyede tehlikede bırakacak uygulamalarla sahip olunabilir. Bu da sorunun asıl kaynağı olan özelleştirme, taşeron ve keyfi denetimlere savaş açmak yoluyla olur. Yoksa bunları cepte tutup sistemle kol kola çözüm aramak bir ucundan sökülen çorabı diğer ucundan dikmeye benzer. Gereksiz ve anlamsızdır.

Alıntı yapılan ilk cümledeki idari kapasite varlığı veya oturmuşluğu tartışması ile ikinci alıntıdaki bahsedilen idari kapasitenin işçi güvenliğinin teminatını nasıl sağlayacağı, üzerine daha uzun uzun yazılabilecek tartışma konularıdır. Bitirirken belirtmek gerekir ki kavramların tarihsellikten ve çevresel faktörlerden soyutlanarak kullanılması kafa karışıklığına yol açmaktadır. İdari kapasite gibi bir kavram 12 yıllık AKP iktidarındaki bir Türkiye’de bütün faktörlerden bağımsız olarak kullanılamaz. Eğer kullanılırsa anlam karışır, sorunlara iyi niyetle çözüm ararken girilen yol içinden çıkılmaz bir dolambaç olur.