HDP üzerine tezler

Onur Küçükarslan

Blog: Serbest Kürsü

Bir Taktik Olarak Dayanışma

HDP’nin programını “yetersiz” bulduğumuz yönündeki eleştirimize verilen bir kaç yanıt var. Bunlardan bir tanesi “sosyalizmin öldüğü” yönünde ve anti-komünizme kapı arlıyor, tartışmaya pek gerek yok. Diğeri ise daha masum bir yanıt, yorgun düştüğümüzü ve AKP’yi bir an önce geriletmenin taktik bir tercih olduğunu, “kötünün iyisine” razı olmamız gerektiğini iddia ediyor…

Bir siyasi partinin, hele hele "sol" bir partinin çağrısını "umutsuzluk/yorgunluk" ekseninde kurması oldukça trajik. Elbette yorgun düştü Türkiye halkları, yorgun düştük. Ama mesele bu düzenden kurtulmak ve "AKP'yi geriletmekse", daha fazla mücadele çağrısı/vurgusu yapmamız gerekmez mi? Hele hele faşizmi tartıştığımız, yaşadığımız koşullarda!

Bu mantıkla karar vereceksek atacağımız oya, neden CHP'yi işaret etmiyoruz? Bir dizi solcuyu Ekmeleddin'e oy vermeye aynı argümanlarla ikna etti CHP!

HDP'nin mecliste daha güçlü temsil edilmesini arzu edebiliriz, ama mücadelenin ve çözümün meclise sığmadığını sanırım zaten biliyoruz. Zaten sıkıntı biraz da "barajı aşalım" vurgusu üzerinden meclise ve seçimlere dair beklentilerin irrasyonel ölçekte abartılması.

HDP Gezi sürecinde, Soma sürecinde, yolsuzluk skandalı patladığında mecliste değil miydi ayrıca? Tatmin edici bir performans sergileyebildi mi? HDP AKP ile uzlaştı mı uzlaşmadı mı tartışması bir yerden sonra spekülasyona açılıyor, ama AKP ile yapılan "barış pazarlığının" HDP'nin bu kritik süreçlerdeki performansını "etkilediğini" de kimse reddetmiyor. HDP yeni dönemde anayası tartışması üzerinden, başkanlık tartışması üzerinden benzer çelişkiler üretecek, bunu öngörmek zor değil. Sosyal demokrasi ya da "ulusal ittifak" kurgusunun (Kürt burjuvazisi, ağaları, İslamcılar vs.) pragmatizme, pazarlığa ve uzlaşmaya açılmaması garip olur zaten.

Kürt emekçilerinin rengini HDP'ye çalabilmesinin koşulu ideolojik ayrışma/netleşme, bunun kriteri de şüphesiz "sosyalizm" vurgusu, yoksa bu ittifakta ağır basan öğenin en iyi ihtimalle "burjuva demokrasisi" olması kaçınılmaz. Ancak HDP içindeki "sosyalistlerin" bile, Kürkçü örneğindeki gibi işadamlarına kucak açtığı bir evrede, emekçi vurgusunun laftan öteye bir değeri pek yok.

Sosyalistlerin "taktik" arayışlarından çok, memlekette sosyalizm talebini dillendiren öğelerin güç biriktirmesi bizleri daha çok heyecanlandırmalı bu aşamada. Çünkü tezimiz şu, evet yorulduk, evet daha özgür bir ülke arayışımız acil, ama ülke nesnelliği sosyalistlerin örgütlü gücüne ters orantılı olarak bizleri sosyalizme her zamankinden daha çok davet ediyor. Çünkü İkinci Cumhuriyet ve AKP kurgusu Gezi sürecinde çöktü bile ve uzatmaları oynuyor, Birinci Cuhuriyet yeniden kurulamayacağına göre, ki derdimiz zaten o değil, Üçüncü Cumhuriyet'i, Sosyalist Cuhuriyet'i bir alternatif olarak topluma sunma, kabul ettirme şansımız Türkiye tarihinde ilk defa bu ölçüde mümkün olacak.

HDP'nin yetersizliğini görmek için kendi çizgimizden taviz verip HDP'yi desteklemeye gerek yok, bu sınırları görebilmek için azıcık Marksizm bilmek, akıl ve vicdan sahibi olmak yeterli. Ama Syriza örneğinde olduğu gibi HDP'nin güç kazanıp, hatta "iktidar" olup "sınırlarının" daha görünür olmasını elbette isteriz. Kötü niyetli olduğumuz, HDP düşmanı olduğumuz için falan değil, aksine Kürt hareketinin/ittifakının çelişkilere gebe olduğu açıktır ve ayrışma/saflaşma sürecini hızlandıracak her gelişmenin, Kürt hareketinin içindeki sol, sosyalist, ilerici, devrimci unsurların işçi sınıfı hareketiyle ve sosyalizm iddiasıyla yeniden buluşmasını tüm samimiyetimle temenni ediyoruz. Tam da bu nedenle HDP'yi “desteklemeyi” değil, eleştirmeyi taktik açıdan daha anlamlı buluyoruz...

HDP ve Kemalizm

HDP çizgisi ile aramızdaki ayrışmanın ve mesafenin "Birinci Cumhuriyet" veya Kemalizm okumamıza indirgenemeyeceği, bunun üzerinden anlamlandırılamayacağını düşünüyorum. Basit bir detay elbette değil, liberal bir tarih okuması ile sosyalist devrimci/Marksist bir tarih okuması arasındaki açının bir örneklemi bu tartışma son kertede. Ama ideolojik ve programatik açıdan HDP, Kemalizme ve sosyal demokrasiye "farkında olduklarından" çok daha yakın bir pozisyonu savunuyor bugün.

Çünkü Birinci ve İkinci Cumhuriyet arasındaki açı sandıklarından daha kısa!

Nihayetinde farklı tarihsel koşullarda şekillenmiş olsalar da, Kemalizm de, Kürt hareketi de bir "ulusal ittifak" kurgusudur ve burjuva demokrasisinin sınırlarıyla damgalıdır. İki hareket de "sevimli" bulabileceğimiz eleştirel ve ilerici öğeler barındırsa da, nihayetinde liberalizmle ve emperyalizmle barış halindedir. Laik karakter taşısalar da, iki hareket de İslamla flört etmiştir, etmektedir vs.

Önemli bir diğer benzerlik, iki hareketin de bir "ulusal bağımsızlık mücadelesi" ve savaş nesnelliğinde, silahlı mücadeleden serpilmiş olması hatta, iki hareket de bu anlamda bir "kuruculuk misyonu" taşıyor. İki hareket de belirli ölçülerde etrafına sosyalistleri ve sol öğeleri toparlamaya çalışmıştır, çalışmaktadır.

Şüphesiz en önemli fark, bu programatik çerçevenin 1920 Türkiyesi'nde bir "gerçekliğinin" olması hatta (geç kaldığı oranda oldukça geri) "devrimci" bir açılıma denk düşmesi, HDP'nin programı ise 2015'te geri/eski ve geçerliliği olmayan bir programdır, devrimcilikle de alakası yoktur.

Yine de Kemalizme ve Kürt hareketine bakışımızın, "ulusalcı" ve "burjuva demokrat" hareketler olmaları anlamında kategorik bir benzerlikle yazılması gerektiği kanaatindeyim.

Üçüncü Cumhuriyet/Sosyalist Cumhuriyet kurgusu bizi farklı kılan ve öne çıkaracağımız temel eksen olmalı. Bunun bir aracı da Birinci vs İkinci Cumhuriyet kapışmasının/tartışmasının anlamsızlaşması, gereksizleşmesi ve geçersizleşmesi olabilir, ki referandum sürecinde ve özellikle Gezi sonrasında bu tartışma kapanmıştır kanımca…

HDP ve Sosyal Demokrasi

HDP Yeni Türkiye'nin sosyal demokrasi projesidir. CHP bu rolü 70'lerin Türkiyesinde, işçi sınıfının ayağa kalktığı bir dönemde üstlenmeyi denedi, rolünü iyi oynamış olsa da bu rol CHP'ye hep fazla geldi, çünkü "halk düşmanlığı" CHP'nin hafızasından hiç silinemedi. CHP'nin bu rolü bütünüyle terk ettiği bir dönemde, evet HDP "halka daha yakın" bir sosyal demokrasiyi temsil ediyor. Ama HDP'nin programı, seçim bildirgesi ve çizgisinde geleneksel sosyal demokrasiyi bir adım aşan tek bir vurgu yoktur. Vardır diyen varsa, lütfen zahmet edip HDP'nin mülkiyet ilişkileri ve iktidar kurgusu bağlamında kapitalizmin sınırlarını aşan herhangi bir talebini listelesin…

Kendimizi kandırmayalım; sosyal demokrasi "devrimci" değildir, köklü değişiklikler peşinde koşmaz. Sosyal demokrasi "sosyalist" değildir, özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını, emekçi kitlelerin iktidarı devralmasını savunmaz. "Temiz" bir sosyal demokrasi elbette "sevimlidir", ve HDP'nin programındaki talepler şüphesiz günümüz Türkiyesinde "ileri" bir çizgiyi ve emekçi kitleler açısından bir dizi kazanımı temsil edebilir. CHP'nin programı “dahi” bu açıdan ele alınabilir. Nihayetinde HDP'nin perspektifi "yaşanabilir bir kapitalizmdir". Ancak şunu da ifade etmeli, HDP'nin sosyal demokrasisi soldan çok liberalizmle flört eden bir sosyal demokrasi türüdür. Bu siyasetin merkezine yerleştirilen yerelcilik, özyönetim, özerklik ve benzeri söylemler, aşırı merkeziyetçi bir ulus devlet geleneğinde "sevimli" gözükseler de, kapitalizm koşullarında egemen sınıfların güncel tercihidir ve tarihsel/kavramsal olarak liberal vurgulardır. "Aşırı sağcı" AKP dahi bu ve benzeri liberal söylemlerle kendine "demokrat" süsü verip bir dizi liberal solcunun gözüne girmedi mi? Göz boyamak bu kadar kolay olmamalı...

HDP'ye emekçi halkın verdiği destek, işçilerin hazırladığı HDP pankartları vs. şüphesiz samimi, çünkü samimi bir arayışı ve değişim talebini ifade ediyorlar. Demirtaş da elbette samimi, HDP'ye oy veren, destek veren pek çok dostumuz gibi. Ancak siyaset bir samimiyet yarışı değil, sosyal demokrasinin tarihsel rolüne ve sınırlarına dair tarihsel bilgimiz, birikimimiz de çocuk oyunu değil. Egemen sınıflarla gerçek anlamda bir iktidar kavgasına tutuşamayan, kapitalizmin sınırlarını aşarak mülkiyet ilişkilerini dönüştürmek adına sosyalizmi işaret edemeyen her "sol" siyaset, bir aldatmacadır, son kertede halk düşmanlığıdır. Sosyalist siyasetle sosyal demokrasi arasındaki "kavganın" yüz yılı aşan bir tarihi var, ayrışmanın adını koyan ise Lenin ve Luxemburg, Troçki de önemlidir. Sosyal demokrasi işçi sınıfına ne kadar "yakın" gözükse de, düzen dışı arayışları yumuşattığı ve düzenin konsolidasyonuna su taşıdığı ölçüde tarihsel olarak "işçi düşmanıdır". Sosyal demokrasi pragmatizmdir, sınıf uzlaşmacılığıdır, en önemlisi sosyal demokrasi "hayalsizliktir". Hayallerinden vazgeçen sosyalistlerin sosyal demokrasiye yamanması ise yeni değil. Sonuç olarak "sosyal demokratlar" kötü değil, ancak sosyal demokrasi kötüdür; yeni bir düzen arzu eden güzel ve özgür insanların, kapitalizmden daha iyi bir düzeni (daha iyi bir kapitalizmi değil) hak eden milyonlarca emekçinin bir ilüzyonun peşinden koşması ise talihsizlik...

Sosyalistlerin bu projeye ortak olması ise kanımca büyük bir günah! Kimseye solculuk öğretecek değiliz, ancak kimse de aksini iddia etmesin, kapitalist dünyamızda solculuk sosyalizmi konuşmak, sosyalizmi örgütlemektir. HDP ise sosyalizm kavramını, hayalini ve mücadelesini tarihe gömmüş "solcuların", sosyal demokratların partisidir. İşçi sınıfının ve dostlarının partisi ise 100 küsür yıldır Komünist Parti...