Bir “Post-Truth” kategori olarak “Reality Show” ve muhafazakarlığın ölümü

Ömür Berker Şenses

Blog: Serbest Kürsü

İlk kullanımı yeni olmasa da “sistemleşmesi” ve “boyundan büyük” anlamlar kazanması görece yeni olan bir kavram “post-truth”. “Gerçek-sonrası” şeklinde Türkçe’ye çevrilebilecek bu kavramı genel olarak gerçeğin önemini yitirdiği, görüntünün burada boşalan yeri doldurduğu bir kategori olarak tarifleyebiliriz. Siyaseti, kültürü, eğlenceyi daha genel bir bakışla ideolojiyi, bilişsel her faaliyeti açıklamada gitgide daha yararlı olan bu kavramı Oxford Sözlüğü de 2016 yılının sözcüğü olarak seçmişti. Sözcüğün popülerleşmesinin, yaşadığımız bu gericilik çağında gerçeğin gözden düşmesiyle bağı ilk bakışta bile kurulabilir.

Kavramın daha anlaşılır olması için siyasetteki kullanımına kısaca değinmek yararlı olabilir. Post-truth siyaset tek başına yalanların halk üzerine boca edilmesiyle açıklanamaz, evet, gerçek ve bunun siyasetteki önemi açıkça reddedilmiştir ama gerçekler basitçe yalanlarla yer değiştirmemiştir. Gerçeklerin yanında gerçeklerle yer değiştiren yalanların da “bağlayıcılıkları” ortadan kaldırılmıştır bu yeni siyaset kültüründe. Söylemde kullanılan bir bilgi, argüman, doğru ya da yanlış, eskisinden daha önemsizdir artık. Söylemin dinleyicide yarattığı duygu, söylemin “görüntüsü”, retoriğinin gelişkinliği gibi özellikler söylemin içeriğinden, kendisinden daha önemlidir burada. Siyaset “izleyeninin” müdahalesinden çok daha uzakta, tamamen bir izlencedir artık. Bu izlence, “show”, izleyende bir duygu yaratır ve siyasi süreç tamamlanır, başarılı ya da başarısız. Siyasette gerçek önemini yitirdiğinde medyanın haber doğrulama süreçleri, asparagasa bakışı gibi tutumları da doğrudan buna uygun hale gelir ve medyanın bu tutumu da gerçeğin daha da önemsizleşmesi ve değer kaybetmesiyle sonuçlanarak süreci beslemiş olur.

Kavramı yerli yerine oturttuysak devam edebiliriz, gerçeğin önem yitirmesinin “sanat”, televizyon, eğlence gibi alanlara etkisinin en az aynı şiddette yıkıcı olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerektir. Burada post-truth’un televizyona en doğrudan yansımasının “reality show” başlığında gözlemlenebileceğini düşünüyorum. Aynı siyasetteki gibi gerçeğin bir belirleyen olarak yitiminin gösterisi olan bu tür, izleyende yarattığı sonuçlarla da bana göre “post-truth” kategorisinde incelenmeyi hak ediyor.

Reality show’ların ayırt edici özellikleri yapımın bir senaryoya bağlı olmadığı iddiası, ya da iddiasıydı denebilir. Kültür alanını olumsuz etkileyen birçok şey gibi ana vatanı ABD olan reality show’lar yazılı ve oynanan bir senaryo olmadığı, dolayısıyla izlenenlerin “gerçek” olduğu iddiasının güçsüzlüğünü, soruyu etkisizleştirerek aştı denilebilir. Bir Acun Ilıcalı yapımının yarışmacılarının birbirleriyle olan bitmek tükenmek bilmeyen tartışmaları, birbirlerine evlerinde yemek yapıp bu yemeklerin hangisinin daha kötü olduğunu tartışan katılımcılar, evlenme amacıyla bir eve tıkışıp birbirleriyle aşk, kadın erkek ilişkileri ve daha birçok şey hakkında teorik tartışmaları gerçekleştiren gelin ve damat adayları, ekranda kurulan evlenme mezatları… Bunların her birinin yazılı bir senaryonun oynanışları olma ihtimali veya her birinin yapımcılar tarafından biraz cesaretlendirme ile içlerindeki kötücül cevheri ortaya çıkaran “gerçek” insanların hayatlarının bir kesiti olması ihtimali programla izleyicisinin kurduğu ilişkiyi asla belirleyici nitelikte değil. Gösteri “sahte veya gerçek” değil, gösteri gerçeklik düzleminden azade, başarılan bu. Gerçeklik izleyenlerin umurunda değil, önemli olan ve “eğlendiren” izleyicinin gösteriyle kurduğu yabancılaşmış ilişki. Gösterinin başarısı da izleyende yarattığı anlık duygularla ölçülüyor, siyasetteki gibi. CNN Türk’teki tartışmacının belagatinden ajite olmakla bir “gelin adayının” ilişki retoriğinden ajite olmak aynı düzlemde artık. Meclis’te birbirlerine “laf sokan” politikacılarla Survivor Adası’nda bunu yapan yarışmacıların da bir farkı yok artık, bunlara seçim sandıklarında veya cep telefonlarından sms yoluyla verilen oyların da. Bir yöntem olarak gerçeği arayış “aşıldığında” geriye kalan her alanda imaj, duygu yoğunluklarıyla kanaat getirilen anlamsız taraflaşmalar oluyor.

Gelelim “muhafazakarlığın ölümüne”, geçtiğimiz günlerde evlilik programları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın eleştirilerine maruz kaldı. Kaya kabaca evlilik programlarının toplumu yozlaştırdığını, bunlara izin verilmemesi gerektiğini belirterek bir işaret fişeğini yakmış oldu. Bu ışığa doğru gelen başkaları da onu takip etti. Nihat Doğan “evlilik programlarına katılan kadınların yarısının eskort olduğu” iddiasıyla AKP’nin kültür alanındaki pozisyonunu sağlamlaştırmış oldu. Burada sadece iki açıklamayla örneklediğim bütünlüğün birçok başka örneği olduğunu da belirtirken, yaptığım vurgunun Nihat Doğan’ın “karşı çıkışının” iğrenç kadın düşmanlığına olmadığını da ifade etmek isterim. Bu iki uç bir bütünlüğü temsil etmektedir, bu AKP’dir, karşı devrimciliği ve dolayımsız gericiliği göstermektedir.

Muhafazakarlığın ölümü dedik, gericilik dünyada ve Türkiye’de “post-truth” kavramının gitgide daha açıklayıcı olduğu bir siyaset alanını örmektedir. Bunun deyim yerindeyse bulaşıcı olduğunu yani kültür, “sanat”, eğlence alanlarındaki çürümeyle birlikte okunması gerektiğini belirtmiştik. Siyasette gerçeği bu kadar aşmak zorunda olan gericiliğin bu süreci eğlencede, televizyonda tersine çeviremeyeceğini ve hatta böyle bir niyeti olamayacağını da bir veri olarak ortaya koymamız gerekiyor. Zaten hem bakanın hem Nihat Doğan’ın açıklamasını birleştiren, AKP bütünlüğünü ortaya koyan da bu mecburiyet oluyor. Arkasından yas tutmayacak olabiliriz ama muhafazakarlık ölüyor, ya da “post-truth öncesi” muhafazakarlık ölüyor, ölmek zorunda.

İnsanların hayatlarının çıplak bir şekilde yayınlanması veya bunun iddiası bizim bildiğimiz muhafazakarlığa uymuyor. AKP bir bütün olarak bu yayınlanışın sadece cinselliği bir ima olarak bile olsa içeren kısmını dert edinmiş görünüyor. Özel kanallarda yayınlanan evlilik programları bakan düzeyinde kınanırken TRT’de, örnek olsun, bir ailenin günlük yaşantısını izleten, üstelik bunu yabancılaşmanın şiddetini daha da arttıracak bir şekilde, “görünmez bir prodüksiyonla” yayınlayan bir reality show yer alabiliyor. İzleyici programın nesnesi aileden başka kimseyi görmüyor, program “gerçek” evin içine giren kameralar aracılığıyla izleniyor. Aile bu sürede evde kimse yokmuş gibi kavga ediyor, yemek yiyor vs.

Klasik anlamıyla muhafazakarlığın ölmesi, ya da bizim muhafazakarlığın muhafaza edecek pek bir şeyi olmaması, gericiliğin kadın düşmanlığını, lümpenliğini devam ettirmesiyle tabii ki bir gerilim oluşturmuyor. Karşı devrimin de bir tür devrim olduğunu hep akılda tutmak gerekiyor, onu belirleyenin yıktığının yerine kuracak bir şeyi olmaması olduğu ile birlikte tabii ki.