Parazit’in sorunu ne?

Nevzat Evrim Önal

Blog: Serbest Kürsü

(Bu yazı, okurun filmi izlediği varsayılarak yazıldı. Dolayısıyla başlarken şu notu düşmekte fayda var: Parazit, işçi sınıfından yana olan herkesin izlemesi ve barındırdığı sorunlar üzerinde düşünmesi gereken bir film. Bu yazı da “izlenmesin” demek için değil, izleyenlerle tartışmak için yazılıyor.)

Parazit “kötü” bir film değil, “yanlış” bir film.

Parazit yanlış bir film çünkü içinde yaşadığımız sistemin adaletsizliğini göstermek için yola çıkıyor ancak sonuçta onun gerçek kaynağını kamufle eden bir yere varıyor. Bu hedeften sapma, filmin iki ana tezi arasındaki çelişkiden kaynaklanıyor.

Filmin birinci ve ana tezi “yoksul yoksulun kurdudur.” Bu tez filmde öyle merkezi bir yerde ki, daha filmin en başında Kim ailesinin gençlerinin, parça başı ücret karşılığında kutu katlama işi aldıkları pizzacıda normalde bu işi yapan emekçiyi işten attırıp kendilerinden birini işe aldırmasına şahit oluyoruz. Film boyunca da ana mücadele yoksul Kim ailesiyle zengin Park ailesi arasında değil; Park ailesine yamanmış eski parazitler olan hizmetçi Moon-gwang ve onun sığınakta yaşayan kocası ile yeni parazitler olan Kim ailesi arasında geçiyor. Filmin en çarpıcı, sarsıcı sahneleri bu mücadelenin parçalarından oluşuyor.

İkinci ve tali tez ise “zenginler, yaşamları konforlu olduğu için pek kurnazlığa ihtiyaç duymaz, bu yüzden daha naif olurlar.” Bu tez Kim ailesinin annesi Chung-sook tarafından “para bütün kırışıklıkları ütüler” biçiminde gerekçelendiriliyor. Nitekim filmin bilhassa komik pek çok sahnesi Kim ailesinin Park ailesine attığı minik kazıkları anlatıyor.

Gelelim çelişkiye. Filmin yönetmeni Bong Joon-ho bir röportajında birinci teze dair “Acı, ama gerçek bu” diyor. Bugünün dünyasında işçi sınıfına hiç soyutlamadan, çıplak gözle bakıldığında böyle görünüyor olabilir kuşkusuz. Ama madem amacımız “gerçekçilik” o zaman toptan gerçekçi olunmalı, öyle değil mi? Filmde zenginleri temsil eden Park’ların basbayağı iki salak olması, yoksulları temsil eden Kim ailesinin (evin küçük çocuğu bile bir tuhaflık olduğunu sezerken) bunları ayrı ayrı parmaklarında oynatması çok mu gerçekçi? 

Bu devasa tutarsızlık Parazit’in hedeften sapmasına sebep olmakla kalmıyor, Park ailesinin ceza ehliyetini ortadan kaldıracak boyuttaki salaklığı ile tüm zenginleri (en azından bir ölçüde) aklıyor.

Ama eğer filmin görece az önemli üçüncü tezi olan “yoksulların bireysel kurtuluş planları kifayetsizdir” doğruysa (ki doğru) ve eğer yoksulluk kader değil de bir sistem sorunuysa, yani kapitalizmle alakalıysa; o zaman yoksulların yoksulluğun sebebi zenginlerin zenginliği olmalıdır. Yoksulluğu eleştirmek için yola çıkan Parazit, odağa bunu, yani sınıf çelişkisini değil de, yoksullarla yoksullar arasındaki sınıf-içi itişmeyi koyduğu için, tüm estetik becerisine rağmen yanlış bir film olarak kalıyor.

Peki, bu yanlışın sebebi ne?

Yanlış, yönetmen Bong’un, kendinden önceki binlerce küçük burjuva sanatçıyla aynı hataya düşüp, ezen-ezilen ilişkisinin doğrudan tarafı olmadığı için hakemliğine soyunmasından kaynaklanıyor. Ne var ki, sınıf mücadelesi “fair” olması gerekirken zenginler yüzünden olmayan bir spor müsabakası değil, tarihin ta kendisi. Ve tarihin sadece tarafları olur; hakemi, yargıcı olmaz. 

İşçi sınıfının bugünkü bilinç düzeyi ilerici biçimde eleştirilemez mi? Kuşkusuz eleştirilebilir ama ondan taraf olarak; “üçüncü taraf” olmaya soyunarak değil. Zaten siyasette öyle bir üçüncü, özerk tarafa yer yoktur. Ezen ve ezilen sınıflar arasındaki mücadele bütün “bağımsız” aydınları asimile eder. 

Ve sınıfın gündelik haline bakıp hayal kırıklığıyla öfkelenmenin de gerçekten bir sınırı olması lazım. Sonuçta işçi sınıfının kendisinden başka kimseye bir “devrim borcu” yok ve ha bire “akrep gibisin kardeşim” deyip başka bir şey demeyerek bir yere varılmıyor. Nâzım o dizeyi yazdığında sene 1947’ydi, işçi sınıfının tarafında olduğu için yıllardır hapiste yatıyordu ve en sert eleştirileri dahi yapma ehliyetini tarafını tartışmasız biçimde ispatlayarak kazanmıştı. Gün gelip sınıftan kaçan küçük burjuva solcuların bu kadar tamah edeceğini bilseydi de herhalde yazmazdı.

İşçi sınıfı, tek tek bireyleri ne kadar alçalırsa alçalsın, asla “Parazit” olamaz, çünkü bütün insanlığı onun emeği doyurur, giydirir, barındırır. Burjuvazinin parazitliği ise bilimsel olarak ispatlıdır. Kadrajı birinci geçici olguyla doldurup ikinci tarihsel olguyu perde arkasına, alt metine atmak, Nâzım’ın “bir şafak vakti karanlığın kenarından onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman” dizelerine kılı kıpırdamayıp “akrep gibisin kardeşim” dizesini hararetle alkışlamaktır. Bunu yapan bir sanatçı da belki henüz bizzat parazit değildir, ama olma yolundadır.