Türkçülerin ve İslâmcıların Açmazı: Osmanlı Sevicilik

Nazlı Bildirici

Blog: Serbest Kürsü

Türkiye’deki sağ siyasetin gündemine baktığımızda, Saray-ı Hümâyun’un burçlarına dahi yaklaşamayacak olanların canhıraş bir şekilde Evlâd-ı Fâtihâncılık oynadığına şâhit oluyoruz. Evet arkadaşlar, Osmanlı fetişisti Türkçülerin Etrak-ı bî idrak* olmaları sorunsalıyla karşı karşıyayız maalesef. Osmanlı gibi çokuluslu, dinamikleri gereği milliyetçilik iddiasında bulun(a)mamış, dağılma sürecinde ise ümmetçi olan bir yapıdan feyzalarak Türkçülük yapan bu zevat acaba bilmez midir ki; modern milliyetçilik akımları Fransız Devrimi sonrasında doğmuş ve Osmanlı'nın da yıkımında etkili olmuştur. Hatta Osmanlı'nın, göçebe Türklerin yaşamsal pratikleriyle Osmanlı toprak sisteminin çatışmasından mütevellit, tarihte belki de en çok Türk kesen imparatorluk olduğunu (bkz: Kızılbaş Türkmenlerin katledilmesi) ve Türklüğü herdâim aşağıladığını söylemek de abartı olmayacaktır. Padişah anneleri gayrîmüslim olduğuna ve Türk olmadığına göre, Osmanlı hanedanı ne kadar Türk’tü şeklindeki sosyal medya tartışmalarına ise girmeye dahi gerek görmüyoruz.

Bir de bu Osmanlı sevici mübâreklerin, Türk-İslâm sentezi olup Osmanlı'yı İslâm Şerîatı ile idare ediliyor zannedenleri ve bu nazar-ı itibârla yüceltenleri mevcuttur ki, akıllara zarar! Din, Osmanlı gibi mutlak monarşilerde iktidarın kaynağı ve meşruiyet aracı olarak kullanılagelmişti. Yani din, sadece iktidarın halk nezdinde meşrûlaştırılması ve halkı zapturapt altında tutmak adına kullanagelen bir araçtı. Yoksa asla iktidarın işleyişini düzenleyen hukuk kaynağı değildi. Şöyle ki, padişah, Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir, bu hakkı ve yetkiyi Allah'tan almıştır ve tabiatıyla, padişahın (monark) ağzından çıkan kânundur. Tebaanın evlenme ve boşanma gibi Özel Hukuka ilişkin sorunlarının çözümünde Şer'î Hukukun uygulanabilirliği bulunsa da, Ukûbat (Ceza Hukuku) bakımından İslâm Hukuku’nda belirginleştirilmiş suçlara verilecek cezalar, Fâtih ve Kânunî örneğinde olduğu gibi padişahlarca değiştirilmiştir. Özetle, Osmanlı devlet idaresinin işleyişini Örf-î Hukuka (Örf-ü Sultânî) göre yürüttüğü söylenebilecektir, bu bağlamda devletin teokratik bir yapı olduğu saptamasını yapamayız.

Şimdi gelgelelim Neo-Osmanlıcılara… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlık hedefi, dindar anayasa ve yürütülen mezhep temelli dış politikanın da, dillendirilmekten çekinilmeyen Neo-Osmanlı hayâllerine karşılık geldiğini söylemeliyiz. Bu veriler ışığında, mutlak monarşilerdeki ‘Tanrı-Kral’ özentisi türünden anayasal diktatörlük hesabının nasıl bir toplumsal düzen inşasını içerdiğini tahayyül etmek hiç de zor olmasa gerek değil mi? Elbette ki müstakbel ‘Başkan’ın ağzından çıkanın kânun kabul edileceği, halkın din söylemiyle avutulup yüzlerce yıllık mücadelelerle elde edilen kazanımlarının yağmalanacağı; yurttaş yerine tebaa, sosyal devletteki hak kavramı yerine zekât kavramlarının ikâme edileceği, her türden gericiliğin mûteber kabul edileceği bir Orta Çağ düzeni! 

Gördüğünüz gibi, Muhteşem Yüzyıl tatile girdi diye telâşa mahâl yok arkadaşlar. Ülke zaten ülke değil, taht kavgasından geçilmeyen Osmanlı dizisi mübârek; kan, gözyaşı, ihânet, kumpas her şey var... Sezon finalinden anladığımız kadarıyla, TSK'yı yeniden şekillendirme ve dönüştürme çabaları da, ya Genç Osman'ın âkıbeti gibi elinde patlar memleketin ya da Asakir-i Mansure-i Tayyibiyye ordusu kurulur.

Yakın bir tarihte, Türkiye siyasî hayatına 91. Parti kontenjanından yeni bir siyasî parti daha dâhil oldu: Osmanlı Partisi. Ona da selâm çakmadan geçmeyelim. Diyorlar ki; “Ecdâdımızın ayak bastığı tüm toprakları -Türk İslâm Birliği- adı altında yeniden şaha kaldıracağız.” Kendilerine de siyasî hayatlarında başarılar(!) dileriz.

* Etrak-ı bî idrak: Osmanlı idarî yazışmalarında, ülke topraklarında yaşayan Türkleri tanımlamak için kullanılan ve "İdrakten yoksun Türkler" mânâsına gelen bir ifadedir.