Ukrayna, acı vatan...

Müge Azizoğlu

Blog: Serbest Kürsü

ADEM’İN YARATILIŞI… THE CREATİON OF ADAM*

Karlar altında, bizim bilmediğimiz bir soğuğun içinde, buğulu bir Orta Çağ kenti Lviv Ocak ayında… Kentin sokaklarında yürürken ekmek kırıntılarıyla izlek bırakmak geliyor içimden, yolumu kaybetmemek için, öyle masalsı… Heykeller, tablolar ve onları yapan sanatçılarla geldik Lviv’e… Sergi salonu eski zamanlarda kim bilir ne olarak kullanılan, yüksek kemer tavanlı, kalın tuğla duvarlı  bir yapının içinde. Üst katı caz kulübü, altı kafe. Türkiye’nin Diğer Yüzü serginin adı, Ukraynalı ve Türk sanatçıların eserleri birlikte sergileniyor. Açılışta benim de küçük bir görevim var, diğer yüz olarak. İlk bir iki gün serginin açılış hazırlıkları ve heyecanıyla geçiyor. Neredeyse mutlu oluyordum…

Arka sokakta  küçük bir antika pazarı var. Hazırlıklar arasında fırsatını bulup seğirtiyorum. O soğukta  ortayaşlı adamlar bütün gün tezgahlarının başında duruyorlar. Çarlık Rusya’ya, Sovyet dönemine dair pek çok şey satılıyor. Gümüş bir Vatanseverlik Nişanı görüyorum, heyecanlanıyorum.  İçimde derin bir sızı… 2. Dünya Savaşı’nda başarı gösteren asker ve partizanlara verilmiş. Satınalıyorum. Satıcı elli yaş civarında. İngilizce bilmiyor, işaret diliyle anlaşıyoruz. Bana ötede duran bir Demir Haç gösteriyor. No, faşist, diyorum. Hayretle bakıyor gözlerime. Kendimi işaret ediyorum, komünist diyorum. Öyle şaşırıyor ki, Ukraynaca  ya da  Rusça bir şeyler söylüyor üst üste, Ukraynaca Rusçaya çok yakın , Türkçeyle Azericeden daha yakın. Cüzdanımdan parti kimliğimi çıkarıyorum, eline alıyor, inceliyor, hayret nidaları içinde. Mavi gözleri sevinçle parlıyor, bir şeyler söyleyerek beni kucaklıyor. Gözlerim doluyor. Başka tezgâhlara kaçıyorum.

İnsanlarla konuşuyorum iki gündür, daha çok gençlerle, sanki Sovyetler hiç olmamış, havaalanından sergi salonuna kadar ve bu Ortaçağ kentinde insanlar havadan, ‘’bu an’’ dan atılmış, öncesi yok, sonrası yok. Büyükanneleri, büyükbabaları  Sovyetleri kurmamış, faşistlere karşı o destanları yazmamış,  o nişanları almamış…

"An"ın biricik gerçek hikâyesi arka sokaktaki o adamla benim aramda ve onca satılan eşyada var…     

Neredeyse mutlu oluyordum, o Barok ve Rönesans mimarileri içinde, hem Ortaçağ’da, hem şimdide yaşıyormuş gibi insan… Kadınlar rahat, herkes sokaklarda ve polis yok, ama asker çok sokaklarda… O havada asılı olan, elle tutulan, gözle görülen ve her soluk alışta ciğerlerime dolan ağır şeyi, milliyetçiliği, her an vahşileşebilecek, sinsi  faşizmi, yozlaşmış çoğu şeyi hissedene kadar, neredeyse mutlu oluyordum.  Hangi milliyetçilik? CIA Kiev’e üs kurmuş, oligark mafya aracılığıyla devleti yönetiyor. İdeolojik savaşta başarılı, onca yoksulluğu milliyetçilik ve dinle uyuşturuyor(8)…  Sovyetler zamanında depo olarak kullanılan katedral dolup taşıyor… Ağır bir Rus düşmanlığı, Rusçayı yasaklıyorlar, oysa Ukraynalıların bir kısmının anadili Rusça, kültür aynı kültür… Ukrayna ordusunu başta Amerika, diğer emperyalist devletler ve bizim gibi taşeronlar eğitiyor. Silah yardımı yapıyor. Avrupa’nın iti, kopuğu, çakalı, ruh hastası orduya kaydolmuş(9), dün Yugoslavya’nın parçalanışında, bugün Suriye’de, insan avı neredeyse oradalar… Hangi bağımsızlık? Hangi ulusal devlet? Sosyalizm hedefi olmayan ulusların kendi kaderini tayin hakkı, davulcuya, zurnacıya bile kaçırtabilmiş değil, CIA’nin kucağına oturtmuş Ukrayna’yı(2,11,18)… Üstelik buram buram faşizm kokan bu Lviv, 1920 Polonya –Rusya savaşında Kızıl Ordu, İngiliz ve Fransız güçlerinin Polonya’ya yardımıyla yenilince Polonya tarafından işgal edilmiş,  1939’da  Stalin tarafından geri alınıp Ukrayna topraklarına katılmış. Şimdilerde Polonya geri istiyor bu batı topraklarını(12). Hangi devlet? Sovyetler Birliği’nin zengin devleti iken Ukrayna, zenginlikleri yerel oligark mafya tarafından yağmalanmış… Bir yanda sokaklarda lüks arabalar, diğer yanda yoksulluk. Yaşlı müzisyenler o soğukta enstrümanlarını üflemeye çalışıyorlar sokakta, ama enstrümanlardan ses çıkamıyor. Son yirmi beş yılda nüfusu dokuz milyon azalmış. Hastalık, bakımsızlık, doğum oranındaki azalma… Bir tür soykırım değil mi, kapitalizmin yarattığı? Ve ülkeden kaçış… Ama öte taraftan, tuvalet kağıtları SSCB’li, Putin’li… O alçağın alçağı Stepan Bandera’nın (3,4,5) tişörtleri, Nazi armalı, her dükkanda satılıyor.

Sokaklarda ikili üçlü Türk erkekleri gözlerini kaçırıyorlar bizim sesimizi duyunca. İşte bu yüzden Ukrayna acı vatan… Lviv’in kızları ‘’o an’’ın onlara bahşettiği ‘’özgürlük’’ içinde yüzüyorlar. Neoliberalizmin postmodernizminin sefaleti… Kafelerde barlarda birkaç günlüğüne gelmiş Türk erkeklerinin yahut diğerlerinin paralarıyla birlikteler. Öncesi, sonrası yok , ‘’o an’’ dalar… Barlarda birbirlerini o anda, şu cep telefonu programıyla buluyorlar. Mekanik, çok çabuk olup bitiyor her şey… Oysa tanışmanın da bir hikâyesi vardır. İlla mendil düşürülsün yollara, ağyar** mektup getirsin götürsün demiyorum…

Geceleri huzursuz uyuyorum…

ARKA SOKAK

Serginin açılış günü arka sokakta tezgâh açan yoldaşıma, Ukraynaca yazdırdığım davet mektubuyla gidiyorum. Koltuğumun altında Molotov  Anlatıyor (17). Kitabın kapağında Molotov’ un fotoğrafı var. Açılışa kadar bir kafede okumak için aldım, daha birkaç saat var.

Beni sevinçle karşılıyor. Yanında birkaç arkadaşı var. Samimiyetimiz karşısında çapkın, manidar edalarla sataşıyorlar arkadaşlarına, erkek erkek… O da  şiddetli bir itirazla bir şeyler diyor. Bana işaret diliyle parti kimliğimi göstermemi söylüyor. Adamlar hayretle parti kimliğimi inceliyorlar. Tavırları değişiyor birden, ciddileşiyorlar. Dondurucu soğukta kalpaklarını çıkartıp selâm duruyorlar önce. Sonra, hararetle, candan kucaklıyorlar beni. Gözlerinde görüyorum kalplerinden ve akıllarından gelen sevgiyi, güveni ve şükran duygusunu… Hangi yabancı, başka bir yabancıyı bağrına basar durup dururken, böyle yürekten?

İşte "bu  kucaklaşma anı" nın tarihsel bir hikâyesi var… Ha 1917, ha 1942, ha 2017 olmuş zaman… Yer, ha Lviv ormanları olmuş 1944’de, Kızıl Ordu’nun faşistleri Ukrayna’dan defettikleri, yahut Stalingrad’da 1942’de, ha 2017’de o arka sokak olmuş… Ya da yakın tarihte Ukrayna iç savaşında. Savaş aynı savaş, mücadele aynı mücadele…

Birden koltuğumun altındaki kitabın kapağındaki fotoğrafı görüyorlar. Molotov, Molotov diye n’erdeyse bağırarak kitabı alıyorlar. Parmakları fotoğrafın üzerinde geziyor… Yıllanmış bir hasret… Memory, memory diyorum. Biri, çekik gözlü olan, İngilizce, kitabın Fransızca olup olmadığını soruyor. Türkçe olduğunu duyunca çok şaşırıyorlar. Ben, tavariş, diyorum, I love Stalin… Çekik gözlü olan bir kez daha kucaklıyor, sırtıma pat pat vuruyor. ‘’Stalin en büyük kahraman, büyük insan.  Yalanlara inanma’’, diyor… Kendimi tutmazsam, az sonraki gösteride ağlayarak mı Ukraynalı tangueroyla dans edeceğim? Başka bir tezgâha takılıyorum. Çekik gözlü, gelip gelip sırtımı sıvazlıyor… Yüzünde kocaman bir gülümseme, gözlerinde yaş görüyorum…

Küçük gösterim  iyi geçti, becerebildim sanıyorum diğer yüz olarak. Birinci parça, ilk Türkçe tango, Seyhan Hanım’ın , onun sesiyle olmak üzere iki eski Türkçe tangoyla dans ettik. Son parça da bir o kadar eski Ukraynaca bir tangonun modern yorumuydu.…Açılış da çok kalabalıktı. Sergi çok ilgi gördü.

PARTİZAN  KAFE

Partizan Kafe’ye gittik ertesi gece. Lviv’de 2. Dünya Savaşı’nın sığınakları olduğu gibi korunarak kafe olarak işletiliyor. Partizan Kafe bir sığınak değil sadece, bir karargâh belli ki. Bütünüyle KİTSCH olmuş. Ucuz, bayağı ve terbiyesiz. Tarihe ihanet ediyor. İnsanı, sağlam durmasa intihara sürükleyebilecek bir Nazizm güzellemesi… Ağır bir antikomünist ajana dönüşmüş. Faşistler işletiyor. İçerisi Alman silahlarıyla dolu. Zaten 2. Savaşta da Kızıl Ordu’ya karşı karargâh olarak kullanmış faşistler. Waffen SS Galizia Tümeni, Nazi işgali altındaki Ukrayna’ da Katolik Kilisesi’nin de desteğiyle kurulmuş, büyük ölçüde Ukraynalılardan oluşan bir tümen. Bandera’nın adamlarıyla birlikte çalışmış. Ağır savaş suçları işlemiş. Lviv yakınlarındaki Polonya köyleri olan Huta Pieniacka, Pitkamin, Palikrowy katliamlarımda yaklaşık iki bin sivilin öldürülmesinden sorumlu. Savaşın sonunda İngilizlere  ve ABD’ye teslim oluyorlar. Sekiz bin kadarı Vatikan’ın da desteğiyle İngiltere’de ve Kanada’da kalıyorlar. Ne de olsa iyi Katolik ve antikomünist çocuklar. Hâlâ hayatta olanlar var ve hâlâ Nazi onlar. O dönemde yargılanıyorlar bazıları ama beraat ediyorlar. Biri 70’lerde katliamları itiraf ediyor ve öldürülmüş bulunuyor. Şimdi bu Waffen SS Galizia’nın arması Lviv’de bardakların , tişörtlerin üzerinde basılı. Toplumsal hafızaya ağır bir saldırı ve tarihi tahrif her ama her yerde… (14,15,16)

 Kapıyı parolayla açıyorlar. ‘’Özgür Ukrayna’’… Trajikomik… Sizi, silahlı Bandera kılıklı bir faşist karşılıyor. Bizim arkadaşlar girer girmez benim bir komünist olduğumu söylüyorlar. Adam bağırarak bir şeyler söylüyor, ben de küfrü basıyorum. Yerin altına iniyoruz. Her yerde Alman malı tüfekler, bazukalar, makinalılar, mataralar, askeri kılıklar, kasklar… Telsiz odası… Hepsi 2. Dünya Savaşı’na ait, kullanılmış malzemeler. Bir Kızıl Ordu paltosu buluyorum. Giyiyorum. O ağır paltoları yoldaşlarımız nasıl giydi? Hele Ukraynalı kızıl kadın partizanlar, o küçücük yaşlarında, henüz 17-18’indelerken? Sırtlarında o paltolarla o ağır silahlarla nasıl savaştılar? Onların hikâyelerini  Nazi İşgalinde Sovyet Kadınları’ nda okuyabilirsiniz. Evrensel’den çıktı, Serpil Güvenç ve Hilâl Ünlü’nün çevirisiyle… 5 milyon insan öldü 2. Dünya Savaşı’nda Ukrayna’da.

Gecenin ilerleyen saatlerinde gittiğimiz gece kulübünü burada yazamayacağım. O gece doğru dürüst uyuyamadım. Sabah dudağımda kocaman bir uçukla uyandım. Üstelik ertesi gün nelere tanık olacağımı bilmezken…

HAPİSHANE VE MÜZE

Ukraynalı bir arkadaşımız sabah bizi gezdirmek üzere geliyor. Tarihi hapishaneye gidiyoruz. Ortayaşlı bir rehber kadın geliyor. Başlıyor anlatmaya, ağır bir tarih tahrifatı… Acıklı edalarla konuşuyor. Yaşım ve hayat tecrübem, bir üçkağıtçıyı, boynunu yana devirişinden, kısılmış gözlerindeki ifadeden, ellerinin hareketinden, kavuşturuşundan, sesinin mazlum tınısından tanımamı sağlıyor. O aşağılık Nazi işbirlikçisi, yüz binin çok üzerinde Yahudi’nin, Polonyalı’nın, Rus’un, Çingene’nin ve komünistin katili çete başı Lviv’ li  Stepan Bandera’ yı, Ukrayna milliyetçisi, ulusal kahraman olarak anlatıyor. Ben Bandera’yı biliyorum, diyorum kadına, faşist, katil ve Nazi işbirlikçisi. Kadın bundan sonra yüzüme hiç bakmıyor. Yalan dolan içinde, Nato’nun, CIA’nin yazdığı bağımsız Ukrayna’nın tarihini anlatıyor. Kızıl Ordu Lviv ormanlarında Alman ordusuyla savaşırken bir de bu Bandera’nın itleriyle savaşıyor 1941’de, 1944’de. Geri çekilen Alman ordusuyla Almanya’ya kaçıyor Bandera, Alman istihbaratı ve CIA için çalışıyor. Paraşütle atılan itleri onlarca suikast düzenliyor Sovyetlerde. KGB peşini bırakmıyor. 1959’da Münih’te öldürüyor. İşte onun Neonazileri Ukrayna’da iş üzerindeler şimdi. Yakın geçmişte 2006 ‘da Bandera’ nın heykelini dikiyor hükümet Lviv’e, her gece tahrip ediliyor halk tarafından, başına bir asker dikmek zorunda kalıyorlar yirmi dört saat heykeli korumak için… Rehber kadın İngilizce anlatırken, ben de arkadaşlarıma arkadan gerçeği anlatıyorum. Kadının anlattıkları sadece yalan dolan değil mantık hatası içinde. Acıklı bir şekilde  zenginlerin mallarına el konulup Sibirya’ya sürüldüğünü anlatıyor. Kanıt olarak kendi akrabalarını örnek gösteriyor. Sosyalist devrim yapılmış, zenginlerin malları ceplerinde kalacak öyle mi, ayrıca her ülkede işbirlikçiler, savaş suçluları var 1938-1945 arası. Kırım Tatarları Nazilerden beter savaş suçları işledi, şimdi ağlıyorlar, biz Özbekistan’a, Sibirya’ya sürüldük diye. Bu ayrı ve uzun bir mevzu…Sonra Holodomor’dan söz ediyor.(6,7) Ben yine yalanlıyorum... Kadın susuyor. 1933’de Nazilerin propaganda bakanı Goebbels’in uydurduğu, Ukraynalı Nazi işbirlikçilerinin ve ABD’li medya patronunun beslediği sözümona Sovyet politikalarından oluşan kıtlık hikâyesi. Anti komünist akademisyenler de ortak oldu sonradan bu soğuk savaş suçuna. Neyse ki havaalanında aktarma beklerken anlattım arkadaşlara. Kavga çıkarmıyorum, misafiri olduğum arkadaşlara saygımdan.

Ukrayna’da gençler tamamen bu tarihi tahrifatla eğitiliyorlar. Çok cahiller.’’An’’ın hikâyesiz ucube hazzı içinde bu yüzden bu derece rahatlar. Kapitalizm sosyalizmden öcünü alıyor Ukrayna’da…

Kiev havaalanında, sergi için yanımızda getirdiğimiz heykellerin giriş işlemlerini beklerken, görevli genç bir kadınla çene çalıyorum. Arkadaki tüm duvarı kapsayan fotoğrafa gözüm takılıyor. Büyük bir ormanın içinde otel reklamı. Genç kadın neden öyle dikkatle baktığımı soruyor.’’ Kızıl Ordu’nun, partizanların faşistlerle savaştığı ormana Rixos’u dikmişsiniz , ona bakıyorum’’ diyorum. ‘’ Savaş orada değil, batıda yapıldı’’ diyor. Yaklaşık 40 milyonu Sovyet ülkelerinin, 20 milyonu Avrupa’nın, altmış milyona yakın insanın öldüğü 2. Dünya Savaşı’nın küçük bölgesel bir savaş olduğunu böylece öğreniyorum. Bütün Ukrayna işgal altındaydı. Kiev’de koskoca Kiev savaşı yapıldı. Kızıl Ordu, 1941’de Alman savaş makinası karşısında geri çekilirken 103 bin askerini esir verdi. Çoğu esir kamplarında açlıktan ve hastalıktan öldü. Ya Kiev’de, Babı Yar’da, yerli Nazi İşbirlikçileriyle Almanların katlettiği 100 binin çok üzerinde üzerinde Yahudi?

Hapishaneden sanat müzesine gidiyoruz. Onlarca resim içinde bir tek 1917 Ekim Devrimi-Sovyet dönemi- 2. Dünya Savaşı’na dair resim yok. Aynı durumla Kiev’deki güzel sanatlar müzesinde de karşılaşıyorum. Sanatın tarihe tanıklığına son verilmiş. Kapıdaki kartpostal satış reyonunda sadece iki kartpostal vardı o döneme dair.  

SON GÜN… BARBARA…

Lviv’deki son günümüzde gittikçe artan o öldürücü soğukta başka  bir pazara gidiyoruz. Büyük Anayurt Savaşı’ndan kalma şeylerin peşindeyim. Artık yoldaşlarımı nasıl bulabileceğimi biliyorum. Faşist Almanlara da rastladım, kaba ve küstahlar. Satıcıya , ‘’Şu faşist kaskı ne kadar?’’ diye soruyorum.  Faşist sözcüğünü duyunca gözlerdeki ifadeden kiminle karşı karşıya olduğumu bilebiliyorum. Duruma göre parti kimliğimi çıkarıp kendimi tanıtıyorum. Ukrayna’da iyice öğrendim ki, benim gerçek kimliğim parti kimliğim. 2014’de ayrışmadan iki yıl önce çıkartmıştım cüzdanımdan, partide büyük bir temizlik olması gerektiğini, oportünistlerin temizlenmemesi durumunda partiyi kaybedeceğimizi, liberalleşeceğimizi gördüğümden, cüzdanımı her açışta kimliği görmek bana büyük acı veriyordu. Ayrışmanın olduğu an kimliğimi cüzdanıma yeniden yerleştirdim.

Satıcı benim TKP üyesi olduğumu öğrenince, soğuktan iki büklüm duran sırtı dikleşiyor, büyük bir özgüvenle, militanca, kuvvetle tokalaşıyor benimle. "Bu" diyor Türkçe, kendisini göstererek, "Bu Sovyet Union komünist" üst üste yineliyor "Bu Sovyet Union komünist."

İşte bu yüzden Ukrayna acı vatan… Ukrayna komünistiyim demedi, Sovyet Union dedi. İşte bu yüzden bütün Sovyet ülkeleri vatandı. Bu yüzden faşistleri yenilgiye uğratan, 1941’den 45’e kadar olan savaşın adı Büyük Anayurt Savaşı’ydı. Bir kez daha görüyorum, gözlerinde, tavrında, o onuru, içeride yanan o ateşi, o korkusuzluğu…

Meliton Varlamoviç Kantariya, 1945’de savaşın sonunda, Berlin’de, Reichstag üzerine zafer bayrağını diken asker, Molotov’u ziyarete gidiyor 1974’de…’’Çok okumuş biri değilim ama vatanımı seviyorum. Sovyet egemenliğini gerekirse her zaman savunurum. Vatanımı seviyorum…" "Gürcü vatanını mı?" diye soruyor Molotov. "Hayır Sovyet vatanımı. Nerede doğduğum önemli değil. Vatan yürektir, biz bu vatan için çarpıştık. Stalin için, vatanımız için çok uluslu Sovyetler Birliği için omuz omuz savaştık ve kazandık. Gerekirse yine kazanırız…" (17)

Adını bilmediğim yoldaşım bana pek çok hediye veriyor. 2. Savaş'ta yoldaşlarımın kazandıkları kahramanlık madalyaları…

Bugün Ukrayna bir kez daha faşizmin işgali altında, sıkışmış durumda oligarklar ve nazizm arasında. Kiev ve Liviv çoktan nazizm tarafından ele geçirilmiş. Burada iç savaşı ve faşizmden kaçan bölgelerin Ukrayna’dan ayrılmasını anlatmıyorum. "Tıpkı 2. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi" diyorlar, "yeniden Nazilerle savaşıyoruz." (18,10) Ben sadece bir kaç günlük anıların izinden gittim, ama aşağıdaki hatlarda daha çok bilgiye ulaşabilirsiniz.

Öğleden sonra çok güzel bir kafede oturuyoruz, meydanlardan birine bakan kocaman pencerenin önündeki masada. Uzun yıllardır tanıdığım iki adam ve ben. Votka ve kahve içiyoruz. Şiir üzerine konuşuyoruz. Biri elindeki kitaptan Jacques Prevert’in  BARBARA’sını okuyor. Kitapta Barbara’yı  ‘’o anın şiiri’’ne örnek gösteriyor. Sadece bize okumuyor şiiri arkadaşım, gıyabımızda Ukraynalı aşığına okuyor, öyle samimi…

İşte o anda ben, kaç günlerdir tuttuğum gözyaşlarımı salıveriyorum. Dakikalarca hıçkırarak ağlıyorum.  Diğer adam da ağlamaya başlıyor.’’ Ben büyük insanlığa ağlıyorum, sen neden ağlıyorsun?’’ diye soruyorum. ‘’Şiir çok gerçek, ben hem buna, hem kendi yalnızlığıma ağlıyorum.’’ diyor…

BARBARA

Anımsa Barbara
Yağmur yağıyordu o gün Brest'te durmadan
Yürüyordun gülümseyerek yağmur altında
Şaşkın hayran sırılsıklam
Anımsa Barbara
Siam sokağında rastladım sana
Yağmur yağıyordu Brest'te durmadan
Gülümsüyordun
Gülümsüyordum
Tanımıyordum seni
Sen de beni tanımıyordun

Anımsa gene de anımsa o günü
Unutma
Saçağın altına sığınmış bir adam
Adını ünledi
Barbara
Seğirttin ona doğru yağmur altında
Şaşkın hayran sırılsıklam
Atıldın kollarına
Anımsa bunu Barbara
Sen diyorum diye de bana kızma
Sen diyorum bütün sevdiklerime
Ancak bir kez görmüşsem bile
Sen diyorum bütün sevişenlere
Tanımasam bile

Anımsa Barbara
Unutma
O yumuşak mutlu yağmuru
Mutlu yüzüne yağan
O mutlu kente yağan
Denize yağan
Tersaneye yağan
Quessant gemisine yağan yağmuru

Ah Barbara
Ne hırboluktur savaş
N'oldun şimdi sen
O demir o çelik o kan yağmuru altında
Ya o adam n'oldu seni yürekten
Kucaklayan
Öldü mü kaldı mı n'oldu

Ah Barbara
Yağmur yağıyor Brest'te durmadan
Eskiden nasıl yağıyorsa öyle
Ama artık bildiğin gibi değil bura, yok oldu her şey
Yıkık bitik bir yas yağmuru şimdi yağan
Demir çelik kan fırtınası bile değil
İtler gibi kuyruğunu titreten
Bulutlar yalnız bulutlar

Brest'te sular boyunca yitip giden itler
Çürümek için gidiyor uzaklara
Hiçbir şey kalmayan Brest'ten
Çoook uzaklara       

Jacques PRÉVERT
Çeviren : Teoman AKTÜREL


Kaynaklar:

1 - http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kivilcim-cagla/70-yillik-yalan-18632

2- http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kivilcim-cagla/sscbde-17-mart-1991-refe...

3- http://haber.sol.org.tr/yazarlar/yigit-gunay/stepan-ve-sidir-88252

4- http://russia-insider.com/en/who-stepan-bandera/6217

5- http://www.invissin.ru/topics/ukrain_en/the_bandera_militia_and_lviv_pog...

6- http://haber.sol.org.tr/dunya/holodomor-sahtekarligi-batinin-propaganda-...

7- http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kivilcim-cagla/ukrayna-ve-1932-33-kitli...

8- http://haber.sol.org.tr/dunya/ukraynanin-hristiyan-talibani-rusyaya-kars...

9- http://haber.sol.org.tr/ceviri/batili-sagcilar-neden-ukraynada-savasiyor...

10- http://haber.sol.org.tr/dunya/ukraynanin-kisa-ic-savas-tarihi-125471

11- http://fpif.org/seven-decades-nazi-collaboration-americas-dirty-little-u...

12- https://tr.sputniknews.com/avrupa/201510211018501553-polonya-duda-ukrayn...

13-https://www.youtube.com/watch?v=WV6gevpOD0M  KİEV SAVAŞI-Sovyet Fırtınası

14-http://icp.sol.org.tr/europe/international-communist-movement-denounces-...

15-http://icp.sol.org.tr/europe/simonenko-uniting-all-forces-against-real-a...

16-http://icp.sol.org.tr/europe/cpu-recent-developments-anti-communist-trai...

17- Molotov Anlatıyor- Felix Çuyev Yordam Kitap- Çevirenler; Ayşe Hacıhasanoğlu, Suna Kabasakal

18-https://www.wsws.org/tr/2014/mar2014/pers-m08_prn.html


* Michelangelo'nun engizisyonun kılıcı altında yaptığı yaradılış resmi. Tanrının, aslında kamufle edilmiş bir beyinden uzanarak dünyadaki insanoğluna el vermesi  yahut Tanrı yok akıl var, aklını kullan demesi. Akıl yoksa tanrı vardır, öte taraftan da... Düzenin kendini ikamesi için kendi insan karakterini yaratmasına gönderme yapıyorum. Ukrayna'da kapitalist-emperyalist sistemin yarattığı faşist insana gönderme...

**Ağyar; Gayrılar demek, eller yani, yabancılar. Ama divan şiirinde, cep telefonu ve internetin olmadığı o çağlarda aşka dahil olan  bir üçüncü kişi anlamında da kullanılır. Aslında yabancı olduğu için düşman kişidir, rakip aşığa da çalışabilir ama bazen iyi bir arap bacıdır ve aşıklar arasında haber, mektup getirir götürür...