Zamanın modası ya da kesip atılan vicdanlar

Merve Tokmakçıoğlu

Blog: Serbest Kürsü

1692 yılında ABD’nin bugün Massachusetts eyaletinin sınırları içinde kalan Salem Köyü’nde bir grup genç kadın, şeytan tarafından ele geçirildikleri ve cadı oldukları suçlamasıyla mahkemeye çıkarılmış, suçlarını itiraf etmeye zorlandıkları gibi, köyde ve civarda başka cadılar var ise, onların da adlarını vermeye mecbur bırakılmışlardı. Birkaç ay sonra papazlardan ve yerel sömürge yöneticilerinden oluşan jüri, içlerinden on sekiz kadının asılarak idam edilmesine, kadın, erkek ve çocuklardan oluşan yüz elli kişinin de cadı suçlamasıyla yargılanmasına karar verdi. 

Amerika’nın korku yaratılan benzer dönemleri düşünüldüğünde, oyun yazarı Arthur Miller’ın ünlü “Cadı Kazanı” (The Crucible) adlı oyununu 1953 yılında yazması bir tesadüf değildi: 1952 yılında senatör Joseph McCarthy’nin kurduğu “Amerika’ya Karşı Çalışmaları Araştırma Kurulu” devlet memurlarının ve sanatçıların arasında çok sayıda komünist olduğu gerekçesiyle bir dizi soruşturma başlattı. Elinde belgeler olduğunu öne süren McCarthy, kurulda yer alan Richard Nixon ve daha sonra Ethel ve Julius Rosenberg çiftinin¹ Sovyet ajanı iddiasıyla idama mahkum edilmesi için elinden geleni yapan Roy Cohn, dönemin sinema sanatçılarını ve edebiyatçılarını sorguya çekiyor, komünist olmakla suçluyor, arkadaşlarının adlarını vermelerini talep ediyor ve kara listeler hazırlıyorlardı. 1952’de başlayan “Kızıl Avı”nda böyle bir muameleye maruz kalıp, kurul önüne çıkmak zorunda kalanlardan biri de, Komünist Parti üyesi oyun yazarı Dashiell Hammett ile yaşayan yazar Lillian Hellman idi. 1972’de kaleme aldığı “Şarlatanlar Dönemi” (Scoundrel Time) kitabında İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD’de egemen ideolojinin farklı düşünenlere karşı nasıl keskinleştiğini, McCarthy soruşturmaları sırasında bazı sanatçıların takındığı korku dolu tavrı ve kara listeye giren aydınların yaşadıklarını anlatan Hellman, o dönemi ve o dönemin toplumunu da çok yerinde bir cümle ile özetler: “Şarlatanlar döneminde sık sık görüldüğü üzere, doğruyu söyleyen hain durumuna düşüyordu.”²

1905 doğumlu Lillian Hellman, 1940 yılındaki bir söyleşide şunları dile getirmişti: “Ben bir yazarım ve bir yazar olarak kalmaya da niyetliyim. Eğer açgözlülüğün kötü ya da zulmün daha da beter bir şey olduğunu söylemek istersem, bu kötülüklerden geçimini sağlayanların şirretinden korkmadan yapabilirim.”³ En iyi oyunlarından biri olan Watch on the Rhine (1944) [Ren Nehrindeki Nöbetçiler] Nazi karşıtı çarpıcı bir kurguya sahiptir. Aynı şekilde 1944 tarihli oyunu The Searching Wind [Keskin Rüzgâr] ise Avrupa’da görevli Amerikalı bir diplomatı odağına alarak faşizmin yükselmesine nasıl izin verildiğini eleştirir.

1931 yılından beri sanat ve özel yaşamını Hammett ile birleştirmiş olan Lillian Hellmann, politik ilişkileri için şunları yazar:

Daha önce yazdım ama yine Dashiell Hammett’tan söz açmak zorundayım, çünkü 1930’larda ve 1940’larda yaşamımın büyük bir bölümünü kaplıyordu (Çok uzun bir süre daha kaplayacaktı ya, o da başka bir konu). 1930 ortası ve sonları, birçoğumuzun radikal siyasal çözümlere yöneldiği bir dönemdi, Hammett da bu kişilerden biriydi; ben onun ardına takılmış gidiyordum, çoğu kere onu kaygılandırmayan şeyleri büyütüp onun umursamadığı ayrıntılar karşısında tökezleye tökezleye. Hammett’ın Komünist Parti’ye girişi, ya 1937 ya da 1938’e rastlar sanıyorum.⁴

Hellmann’a göre, sendika liderlerinden Frank Little’ın öldürülmesiyle Hammett’ın yoz bir toplumda yaşadığı inancı daha da kuvvetlenir; devrimden başka hiçbir şeyin yoz devlet ve toplum yapısını yıkamayacağı kanısına varır.⁵ Lillian Hellmann İspanya İç Savaşı’nda muhabirlik yapar ve 1937’de Amerika’ya döndüğünde parti üyesi olmasa da Komünist Parti toplantılarında gözlemlerini aktarır. 1917 Ekim Devrimi, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Sovyetler Birliği’nin faşizmle mücadelesi ve Çin’deki devrim, Hellman’ın deyişiyle “kapitalist toplumlarda korkunç bir kargaşa yaratıyordu” ve ABD’de “kızıl düşmanlığı” yeni bir korku akımı olarak devletin ideolojik aygıtlarıyla topluma yayılıyordu:

Tarihte ilk kez görünmüyordu bu: namuslu yurttaşların şaşkınlığını bir takım satılmışlar daha havadayken yakalar, yaygın seslere kulak verdikten sonra, bu tek tük çatlak seslerden bir kamuoyu yaygarası yaratırlar ve – kongrenin yığınla tutanağından anlaşılacağı gibi – bu operayı bir deliler evinin koğuşunda sahneye koyuverirler.⁶

Hammett’ın tutuklanma nedeni, 1951 yılında mütevelli heyetinde bulunduğu Medeni Haklar Kongresi’ne katılanların ve bağış yapanların adlarını vermeyi reddetmesiydi. Hellmann’ın “eşi görülmemiş bir karar” diye adlandırdığı bir biçimde, kefaletle serbest bırakılma hakkı tanınmadı. Böylece Hammett federal cezaevine gönderildi. 

Hammett’ın tutuklanmasından az sonra Amerika’ya Karşı Çalışmalar Kurulu, Hellmann’a da bir soruşturma açar ve yazarı ifadeye çağırır. Ancak hem Hammett hem de Hellmann’ın avukatı yazarın fevriliğinden, haksızlığa karşı öfkesinden ve cüretinden dolayı başını kurulla daha derin bir belaya sokacağından korkarlar. Gerçekten de Hellmann’ın –avukatının izin vermediği ve bu nedenle sunamadığı– ilk ifadesi zehir zemberektir:

“Sizler manşet peşinde koşan adamlarsınız, kendi çıkarlarınız adına başkalarının yaşamlarını kullanıyorsunuz. Siz de biliyorsunuz karşınıza çağırdığınız kimselerin kayda değer şeyler yapmadıklarını, yine de onları yıldırdınız, zorla hiç işlemedikleri suçları kabul ettirdiniz onlara. Hadi göreyim size, istediğinizi yapın bana.”⁷

Bildiklerini anlatması, komünist arkadaşlarının isimlerini vermesi için hapis ve hücre cezası ile tehdit edilen Hellmann’a aynı zamanda geçim sıkıntısı yaşatılır: Soruşturma devam ettiği için Hellmann’ın oyun teliflerine ve oyunlardan kazandığı diğer gelirlere el konulur; birkaç yıl boyunca da bu durum devam eder. Nihayet kurul karşısında çıktığında kendisine özgür deyimiyle “namuslu” ifadesini verir:

(...) ne şimdi ne gelecekte, bir zamanki ilişkilerimiz süresince, konuşmaları ve davranışlarında en ufak bir ihanet, bir yıkıcılık belirtisi görmediğim kişilerin başını derde sokmak niyetindeyim. Yıkımın, ihanetin her türü bana uzaktır. (...) gelgelelim, yıllar önceden tanıdığım kişileri, kendimi temize çıkarmak için güç duruma düşürmek, insanlık dışı, dürüstlükle bağdaşmayan, onursuz bir davranıştır bence. Bu yılın modasına uymak amacıyla vicdanımda gerekli kırıp biçmeleri yapamam, yapmayacağım da (...)⁸

1950’lerde başlayan sanatçı sorgulamaları ve komünist aydınların üzerinde her geçen gün hissettikleri artan devlet baskısı, Hellmann ve Hammett’ın da hayatını altüst etti: Hapse giren Hammett ile kurul karşısına çıkıp gene onlar tarafından gönülsüzce aklanan (hakkında hiçbir kanıt olmadığı için) Hellmann bundan sonraki sanat yaşamlarında hep sansür ile karşılaşmış, yapıtlarını çok zor kabul ettirmiş (ya da ettirememiş) ve hep maddi sıkıntı çekmişlerdi. Ancak bir o kadar da neyle nasıl mücadele edeceklerini ve dayanma sınırlarını da öğrenmiş olduklarını aktarır Hellmann: Sanat dünyasında gerçek dostların kimler olduğunu, “Amerikan aydını” denen bireyin hangi haklara gerçekten inandığını ve “şarlatanlar” dediği politikacıların iç hesaplarını daha da iyi anlamış olduklarını yazar:

1940 yılına kadar, eğitimden geçmiş aydın kişilerin, ileri sürdükleri inançlara sahip çıkacaklarına inanarak gelmiştim: düşünce ve söz özgürlüğü, her bireyin kendi inancına bağlı kalma hakkı falan, sorguya çekilen kişilerin yardımına koşulacağını, kuru sözlerle yetinilmeyeceğini gösteriyordu bence. Oysa McCarthy ve oğlanları ortaya çıkınca, sesini yükseltenlerin sayısı üçü beşi aşmadı. hemen hemen herkes ya yaptıkları ya da yapmadıklarıyla McCarthy’ciliğe hizmet etti, kendilerini almak için yavaşlamayan arabanın peşinden koşturdular.⁹

Hellmann, Amerikan aydınının “inançları uğruna her kavgayı göze alabilen, canları yanma pahasına da olsa direten kişiler” olarak düşünmediğini yazar, bunun başlıca nedenini de “köklü bir tarih” bilincinden yoksun olmalarına bağlar. 

Gelecek yıllarda ABD’ye en çok zararın komünistlerden değil, McCarthy ve Nixon gibi şarlatan politikacılardan ve bürokratlardan geldiğini söyler: CIA yapılanması, Vietnam Savaşı ve Nixon dönemi yolsuzluklarını bu duruma bağlar. Anılarını bitirirken de kendi tarih bilincini gözler önüne serer:

Yaşamımın bu tatsız dönemi üstüne yazdıklarımı bitirirken, o dönemin o dönem olduğunu, şimdininse şimdi olduğunu söylüyorum kendi kendime; o zamanla şimdi arasındaki yıllar, o zamanla şimdi, benim gözümde bir bütündür.¹⁰

Lillian Hellmann ve Dashiell Hammett için Türkçede Seçilmiş Bibliyografya:

Lillian Hellmann, Güneyli Bayan’ın Özel Defteri, çeviren: Dilek Yazıcı. Remzi Kitabevi, 1994, 261 sayfa.

Lillian Hellmann, Amerikan Oyunları 2: Küçük Tilkiler, çeviren: Aytuğ İzat. Mitos Boyut Yayınları, 2000, 175 sayfa.

Lillian Hellmann, Pentimento, çeviren: Filiz Oflazoğlu. Mitos Yayınları, 1993, 231 sayfa.

Dashiell Hammett, İnce Adam, çeviren: Belce Ünüvar. Everest Yayınları, 2018, 240 sayfa.

Dashiell Hammett, Türk Sokağı’ndaki Ev, çeviren: Sinan Fişek. Everest Yayınları, 2013, 316 sayfa.

Dashiell Hammett, Kızıl Hasat, çeviren: Sinan Fişek. Everest Yayınları, 2011, 246 sayfa.

Dashiell Hammett, Sırça Anahtar, çeviren: Sinan Fişek. Everest Yayınları, 2012, 258 sayfa.

Dashiell Hammett, Ailenin Laneti, çeviren: Pınar Kür. Everest Yayınları, 2012, 292 sayfa.

Dashiell Hammett, Malta Şahini, çeviren: Sinan Fişek. Everest Yayınları, 2012, 260 sayfa.


 ¹Yazar ve şair Sylvia Plath’ın 1963 tarihli “Sırça Fanus” (The Bell Jar) romanının açılış cümlesi bu idama atıfta bulunur: “"Rosenbergleri elektrikli sandalyede idam ettikleri yaz; garip, boğucu bir yazdı ve ben New York'ta ne aradığımı bilmiyordum." (Handan Saraç çevirisi) 

²Lillian Hellman, Şarlatanlar Dönemi, çeviren: Tomris Uyar. Milliyet Yayınları, 1977, syf: 89.

³Yvonne Shafer, American Women Playwrights (1900-1950). Peter Lang Inc., 1995, syf: 134.

⁴Lillian Hellmann, a.g.e. syf: 46.

⁵a.g.e. syf: 51.

⁶a.g.e. syf: 41.

⁷a.g.e. syf: 57.

⁸a.g.e. syf: 97.

⁹a.g.e., syf: 43.

¹⁰a.g.e. syf: 160.