Fırtına öncesi sessizlik

Mehti Yıldırım

Blog: Serbest Kürsü

Fırtınadan önceki sessizlik diye bir kullanım vardır. Kimi zaman bir sinema filminde duyarız, kimi zaman arkadaşlarımızla sohbetlerimizin arasında. 

Fırtınanın neyi ifade ettiği sohbetin gelişimine göre farklılık gösterirken, temel olarak ifade ettiği şeyin etkili bir doğasal olay olduğunu biliriz. Bu etki önüne ne gelirse koparıp uçurur. Taş taş üstünde kalmaz. 

Sessizlik ise fırtınanın altüst edişine en yakın zamanda ayyuka çıkar. Doğa, doğal olan fırtınanın kendisini altüst edişine hazırlanır, kendisini yenileme sürecine katılır.

Kendini yenilemeyen ve sorunlarını düzeltmeyen bir dünya ise çürümeye, yok olmaya mahkum olacaktır. 

***

Peki ya dünya yüzeyinde yaşamakta olanlar, insanlar, insanlık?

İnsanlık tarihinin başladığı günden bu zamana kadar uzanan tarih; her zaman insanın kendini arayışı, hayatı sorgulayışı ve yaşamakta olduğu dünyayı anlamlandırmaya çalışmasıyla ilerlemiştir.

İnsan, yaşadığı dönem boyunca ne çevresinden ne de doğasından bağımsız değildir çünkü. Sorular sorması ve sorulara bir yanıt üretmesi gerekmektedir. Değişim sorularla gelir. Doğru ve yerinde olan sorularla.

İnsanlık kendini yenilediği ve aştığı oranda doğruya ulaşabilir. Yüzlerce yıl önce örneğin; Roma İmparatorluğu döneminde Spartacus Ayaklanması'na sebebiyet veren şeyin ne olduğunu düşünmeliyiz. Kölelik neden vardır? İnsanların zevki ve eğlencesi uğruna ölmek ne kadar doğrudur? Bu sorular ilk köle isyanına, ilk özgürlük arayışlarına yol açtığında Roma İmparatorluğu derinden çatlaklarla yerinden oynuyordu. Spartacus ve özgürlük için savaşan binlercesi öldü ama mirasları hâlâ sıcak ve geçerliliğini korumakta. Çünkü doğru soruyu sormuşlardı.

Aradan nice zaman geçti. Orta Çağ'ın karanlığına hapsoldu insanlık. Burjuvazinin nüveleri ortaya çıkmaya başlamaktayken, krallıkların ve imparatorlukların gölgesinde cennetten arazi ısmarlama dönemi geldi. Dinlerin baskısı altında vâr olma mücadelesine ışık yakanlar tablolarıyla, piyesleriyle, şiirleriyle ve sorularıyla ortaya çıktılar. Rönesansı ve reformu yaratanlar bugün hâlâ anılmakta. Hepsinin ismi ve eserleri geçmişi aydınlatmakta. Karanlığı deldiler, delmek zorundalardı ve başardılar.

Aydınlanma her zaman bedeller ödeme sonucunda gerçekleşir. Tarihte bireyin bir rolü vardır. Toplumlar kendilerini bu role lâyık gördükleri oranda ilerlerler. Bu sebeple Fransız İhtilâli'ni ortaya çıkaran, bir sınıfın haklı isyanıydı. İsyan adlı adınca bir "ekmek" başlığı altında çıktı. Ne kadar basit değil mi? Tarihin akışını belirleyen en önemli uğraklardan birinin sebebi buydu. Ekmek!

Zaman ilerlemeye devam etti. Çağ kapanıp çağ açıldı. Sınıf mücadeleleri belirleyen konumundayken, iki yakın coğrafyada iki devrim gerçekleşiyordu. Birisini bugün "Ekim Devrimi" olarak anmaktayız. Gelişmekte olan Kapitalizm, Rusya'da işçi sınıfının üzerinde bir kene gibi büyümekteydi. Açlık, sefalet ve savaşlar... Çarlık, ölümcül darbeyi yemeden hemen önce tarih, Rusya İşçi Sınıfı'nın bilincine tanıklık ediyordu. Bugün Sovyetler Birliği diye bir ülke yok ama Çarlığın devamcılarının korkulu rüyalarında hâlâ baş rol olarak durmakta. 

Hemen yanı başında yer almakta olan Osmanlı Devleti'nde de durum bundan çok az farklıydı. Devrimler Çağı açılmıştı bir kere. Anadolu coğrafyasında biriken öfke Cumhuriyet'in kurulup Monarşi'nin def edilmesine sebep olmuştu. İki yakın coğrafyada iki devrim gerçekleşmişti. Bu iki ülkenin insanları tarihsel ilerlemeyi es geçmediler. Doğru sorular, doğru cevaplar almıştı onlar tarafından.

Ardından;

Tarih ne yazık ki her zaman ileriye doğru atılmıyor. Geriye dönüş, ileriye atılışın önüne geçti bir müddet. Tüm dünya bu noktaya çakıldı kaldı. Sovyetler de, Türkiye de cumhuriyetlerinden arta kalanlarla yetinmek durumunda bırakıldı. Gelişmişliğin, ilericiliğin karşısında örgütlü bir gericilik bulunmakta bugün. Adı bile var; Patron düzeni. Lâyık görülen bu çünkü.

***

Bugün sembolik olarak iki otobüs insan, Gebze Organize Sanayi Bölgesi'ne gittik. Sendikalı mücadele ettikleri için işlerinden olan, haklarını savunmalarına izin verilmeyen onlarca insanın ziyaretine. Trelleborg, Sarkuysan ve VIP fabrikaları... Direniş çadırlarını kurmuş oldukları fabrika önünde mücadele eden onlarca işçi. Gelecekleri, hayatları, istedikleri dünya için mücadele eden onlarca işçi. 

Karanlığın olduğu yerde aydınlıkta vardır. Mücadele ise insanı aydınlatır. Daha iyi, daha güzel bir düzen ise mutlaktır. Yeter ki, bunun uğruna dövüşülsün. Yeter ki, fabrikalarında ya da plazalarında çalışmaktayken maruz kaldıkları despotizme boyun eğilmesin. Yarattığı hayatta söz sahibi olmayı kabullensin. Bugün fırtınadan önceki sessizliğin vücut buluşunu işçi abilerimizin, ablalarımızın, kardeşlerimizin yüzünde gördük çünkü.

Bitirirken; 

Bertolt Brecht'in bu şiiriyle tüm işçilere selam olsun. Dünya'yı yaratan işçilere...

Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?


Kitaplar yalnız kralların adını yazar.


Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?


Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,


kim yapmış Babil’i her seferinde?


Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar

altınlar içinde yüzen Lima’nın?


Ne oldular dersin duvarcılar


Çin Seddi bitince?

 

Yüce Roma’da zafer anıtı ne kadar çok!


Kimlerdir acaba bu anıtları dikenler?


Sezar kimleri yendi de kazandı bu zaferleri?


Yok muydu saraylardan başka oturacak yer


dillere destan olmuş koca Bizans’ta?

 

Atlantik’te, o masallar ülkesinde bile,


boğulurken insanlar


uluyan denizde bir gece yarısı,


bağırıp imdat istedilerdi kölelerinden.

 

Hindistan’ı nasıl aldıydı tüysüz İskender?


Tek başına mı aldıydı orayı?


Nasıl yendiydi Galyalılar’ı Sezar?


E bir aşçı olsun yok muydu yanında?


İspanyalı Filip ağladı derler


batınca tekmil filosu.


Ondan başkası ağlamadı mı?


Yediyıl Savaşı’nı 2. Frederik kazanmış?


Yok muydu ondan başka kazanan?

 

Kitapların her sayfasında bir zafer yazılı.


Ama pişiren kim zafer aşını?


Her adımda fırt demiş fırlamış bir büyük adam

ama ödeyen kimler harcanan paraları?

 

İşte bir sürü olay sana


Ve bir sürü soru