Yolculuk notları: Dersim-Ovacık...

Mehmet Yayla

Blog: Serbest Kürsü

soL okuru Mehmet Yayla'nın Dersim Gezi notları...

Dersim merkezden Ovacık'a minibüsler Çarşı Café’nin hemen yukarısından kalkıyor. Sabah 9′dan akşam saat 6'ya kadar minibüs var, yalnız dönüşte dikkat etmek gerek; saatler tamamen farklı, örneğin Ovacık'tan Dersim'e dönüş için son minibüs akşam saat dört buçukta olabiliyor.

Ekim ayında güneşin erken battığını hesap edemeyip karanlığa kaldım ve yol manzarasını göremedim. Gidecek olanlara tavsiyem; günbatımından önce yola çıkarak manzaranın tadını çıkarmaları.

Medyada, özellikle de sosyal medyada Ovacık hakkında anlatılanları okuyunca, “herkesin vızır vızır arı gibi çalıştığı, zenginleşmiş; her gün yüzlerce kişinin katıldığı halk meclisleri yapılan, sürekli sosyal etkinlik düzenlenen, herkesin geri dönüşüm yaptığı, gösterişli, İsviçre kasabası kıvamında bir yer” hayal etmedim değil…O kadar beklenti biraz fazla kaçıyor tabi. Sonbahar olduğu için, biraz da kaymakamlık makamı etkinlikleri kösteklediğinden olsa gerek, öyle dışarıdan hemen sezilen büyük bir sosyal faaliyet yoktu ilçede. Bununla birlikte artık Anadolu'da az bulunan bir güzellik buldum Ovacık'ta: Huzur! Sokakları, havası, insanları huzurlu. Belki son yıllarda yaygınlaşan doğal tarım-arıcılık-turizm sayesinde ilçede yaşayan neredeyse herkesin iş bulabiliyor olması, yaşam standardının artması, belki -şu ya da bu şekilde- nispeten barış koşullarının süregelmesi, belki dağlarla çevrili doğanın güzelliği, manzaranın betonla kapanmamış olmasının getirdiği ferahlık hissi… büyük olasılıkla da bütün bu etkenlerin birleşmesi sonucu Ovacık'ta tatlı bir huzur var. En azından, gelen ziyaretçinin edindiği izlenim bu. 

Ekim 2018 itibarı ile ilçede 3 otel vardı: Doğa Turistik otel, Munzur otel, Meyman otel. Ben Meyman’da kaldım, oldukça rahat ve temizdi. Diğerlerinin de iyi olduğunu duydum. Bir de Öğretmen Evi var ama ne zaman yer olup olmayacağı belli olmuyor. Ertesi gün, beraberimde Elazığ’dan günübirlik gelen iki arkadaşla ilçenin önemli bir atraksiyonu olan “Gözeleri” ziyaret ettim. Ovacık merkezden taksiyle 20-25 dakika uzaklıktaki Ziyaret köyünün yakınında, kayaların arasından kaynayan sular Munzur Çayının ana kaynağını oluşturuyor. Arabanız yoksa, Gözelere tek gidiş yolu taksi. Hesaplı olması için 2-3 kişi birleşip gitmek ve dönüş için şoförün telefon numarasını almak gerekiyor.

 

Kayaların içinden çıkan su soğuk… “Ne kadar soğuk olabilir ki?” demeyin, hakikaten soğuk. Hem bizi getiren taksi şoförü, hem de varınca ayaküstü tanışıp sohbet ettiğimiz, Ziyaret köyünden arkadaşlar bize “Elinizi tutun bakalım kaç saniye tutabileceksiniz” deyince denedik. Su sürekli hareket halinde olduğu için gerçekten elin bütün ısısını alıyor. 6 derecelik denizde yüzmüş biri olarak ben bile ancak 25 saniye dayanabildim. 

Gözelerin bir ilginçliği de suyun içinde yer yer bulut gibi görünen beyazlıklar. Denizbilimci olarak açıklamak bana düştü. İlk önce “kalsiyum olabilir” dedim, ama beyazlığın çıkış noktasının biraz ilerisinde kaybolması nedeniyle bu açıklamamdan kendim de tatmin olamadım. Daha akla yatkın bir olasılık: hava kabarcıkları. Kayanın altındaki basınçlı ortamdan gelen sudaki çözünmüş gazlar, basınç düşünce (ya da sıcaklık artınca) kabarcığa dönüşüyor. Kapağı açılmış bir gazoz gibi. Tabi bunun başka bir açıklaması da olabilir, ama benim tezim hava kabarcıkları. 

Gözeler, kültürel açıdan Dersim insanı için çok özel, neredeyse kutsal bir yer. Munzur çayının çıkış noktası ile ilgili bir çok efsane var, özellikle de “Munzur Baba (Munzir Bava)” efsanesi. Buna göre Gözeler, Munzur isimli çobanın taşıdığı tastaki sütün yere dökülmesiyle ortaya çıkıyor, ama efsanenin değişik versiyonları var ve orijinal halinin hangisi olduğu da tartışma konusu. Bu efsaneleri hakkını vererek burada alıntılamak çok zor, ama merak edenler için internet üzerinde bir kaç link buldum:

http://metinkahraman.blogcu.com/munzir-bava-munzur-baba-efsanesi-ve-trag...

http://siyahhortum.blogcu.com/dersim-efsaneleri-munzur-baba-efsanesi-duz...

http://www.ozgurdersim.com/haber/bir-kentin-yasayan-efsanesi-munzur-goze...

Linkini verdiğim ilk blogda belirtildiği gibi, efsanenin “hacca giden ağa” versiyonu Dersim’deki inanç sistemi ile çelişiyor, sanırım özgün versiyonu aşağıdaki linkte anlatılan gibidir: 

https://www.tunceliemek.com.tr/NewsDetail/Munzur-Ziyaretgahi-ve-Peyzaj-P...

Gözeleri ve Ziyaret köyünü gezdikten ve köyün kahvesinde biramızı yudumladıktan sonra -ve evet Anadolu’da bir köy kahvesinde oturup keyifle bira içebilmek çok hoş bir duygu- bizi getiren taksiyi arayıp Ovacık merkeze geri döndük. Akşam yemeği için seçtiğimiz yer, yine ilçenin medyadaki turistik atraksiyonlarından biri olan “Cuba Café” idi. Ovacık’ta çok güzel kafeler var, ama burası adı ve konseptiyle öne çıkan bir yer. Menüden yemek seçerken, Rosa Luxemburg ya da Che Guevara gibi kişiliklerden dünyayı güzelleştiren alıntılarla karşılaşabiliyorsunuz. Aşağıdaki alıntı örneğin, iyi ki kalkıp gelmişim, başka türlü olabileceğini görüp öğreniyorum diye düşündüryor insanı. Seçenlerin emeğine, eline sağlık: 

“Hareket etmeyen, zincirlerini fark edemez. Özgür insan başka türlü karar verme imkanı olan insandır.” (Rosa Luxemburg) 

Akşamları çok geç uyunmuyor Ovacık’ta, gece gidilecek pek bir yer yok. Çay ve bira içilebilen mekanlar var. İnsanlar hoşsohbet. Söz siyasete gelirse, ve eğer sizi iyi tanımıyorlarsa doğal olarak temkinli yaklaşıyor, fazla suya sabuna dokunmayan bir-iki genel yorum yapıp konuyu değiştiriyorlar. Yine de, bu “suya sabuna dokunmayan yorumlar” bile, Türkiye standartlarında alışık olduğunuzdan daha seviyeli oluyor. 

Dersimlilerin anadili genelde “Zazaca” olarak biliniyor, yöreye göre değişiklik gösteriyor (Kirmanckî, Kirdkî, Zazakî, Dimilkî … diye de adlandırılıyor) Bir Kürt lehçesi mi yoksa aynı Hint-Avrupa dil ailesinin ayrı bir kolu mu olduğu konusunda tartışmalar var. Bu konuda kararı dilbilmciler verecek sanırım. Ancak, Zazaca kaybolma tehlikesi altında bir dil. Neyse ki Dersimliler, dünyada yalnızca Anadolu’da bulabileceğiniz bu dili ve kültürü yaşatma sorumluluğunu üstlenmişler. Örneğin, kitabevlerinde Zazaca dilbilgisi kitapları, ya da sokaklarda bazen iki dilde yazılmış bir trafik tabelası görebiliyorsunuz: 

Akşam buz gibi soğuk çöküyor ekim ayında, güneşin batışından sonraki 1 saat içinde hava 15 derece birden soğuyor. Erken yatma amacıyla otele gidip foto aktarma, televizyon-internet derken yine geç uyuyunca sabah da geç kalkıyorum. Öğlene doğru Ovacık balı ve yumurtası ile güzel bir kahvaltı:

 

Bal hakikaten bir efsane. Kahvaltıdan sonra ilçeyi bu kadar ünlendiren belediyesini gezmeye gidiyorum. Binanın kapısı herkese açık ve giriş bölümü de kütüphane. Kitaplara göz atayım derken oturup bir tanesini yarım saat okuyorum. Girişin yan tarafındaki ofiste ise arı gibi çalışılıyor, çuvallar geliyor, çuvallar gidiyor, organik nohut, fasulye ve tarım ürünü siparişleri Türkiye’nin dört bir yanına yetiştiriliyor. Elde edilen gelirin önemli bir kısmıyla da öğrencilere burs veriliyor.

Belediyenin üst katı aynı zamanda sanat galerisi gibi, duvarlarda Ovacıklı ve Dersimli sanatçıların eserleri var.

 

Belediye başkanı Maçoğlu’nun odasında olduğunu öğrenince sevinip kitabını imzalatmak için beklemeye başladım. “Kitabını” derken, aslında kitabı yazan Erdal Emre, ama kitaptaki anlatımlar Maçoğlu’ya ait. Röportaj şeklinde yazılmış biyografi de denebilir. 

2-3 dakika bekledikten sonra beni ve bekleyen diğer kişiyi içeri aldılar. Başkanın iki toplantısı arasındaki 5 dakika zarfında bir çayını içtik. O arada hem kitabını imzaladı, benim hal hatırımı sordu, Ovacık izlenimlerimi dinledi, hem de işyeri sahibi bir hanımın şikayetini alıp bürokratik bir sorunu çözdü, sonra da “Kusura bakmayın bu Kaymakamlık toplantısına gitmek mecburiyetindeyim” diyerek kalktı. El sıkışırken, biraz klişe bir soru olduğunu bile bile “Burada çok güzel işler yapılıyor, nasıl katkıda bulunabiliriz?” diye sordum. “Birçok öğrenciye burs veriyoruz ama halen ihtiyacı olan çok öğrencimiz var. Düzenli olduğu sürece katkı miktarının azlığı çokluğu önemli değil, öğrencilere doğrudan burs verebilirsiniz” dedi ve beni kâtibe yöneltti. Kâtiple de e-posta adreslerini değişip, burs konusunu çevremdekilere duyurma sözü verdikten sonra bu telâşsız, ama hızlı iş gören belediye binasından çıkıp çay içmeye gittim. 

Akşamüzeri ise Hozat yolundan Munzur ırmağına doğru gidip birkaç fotoğraf çektim. Gerçekten keyifli bir yürüyüş.

 

Munzur ırmağı üzerindeki köprü zamanında çökmüş ya da yıkılmış, yeniden yapılmış:

Irmağı geçince karşınıza dağ evi ve kayak merkezi çıkıyor, gitmişken oraya da uğrayayım dedim. Kayak sezonu başlamamış ama resepsiyonda görevliler var yine de. Teorik olarak konaklamak mümkün, fakat kafeterya daha işletilmiyor, bazı hizmetler birkaç hafta sonra verilecek… Yani anladığım ve gördüğüm kadarıyla, dağ evi ancak kar yağdıktan sonra gidip kullanılacak bir yer… 

Dönüşte arı kovanlarının bir kısmını görebildim, bir de Munzur ve Ovacık’tan bir kaç güzel kare yakaladım: 

Ertesi gün ayrıldım Ovacık’tan. Verdiği huzur ve ferahlık hissiyle, manzarası, tertemiz havası ve insanlarının yaptığı umut veren, güzel çalışmalarıyla “iyi ki gelmişim, tekrar geleyim” dedirten bir yer. 

Mehmet Yayla- [email protected]