İkircikli ütopyalarin ikirciksiz yazarı: Ursula Kroeber Le Guin

Mehmet Yayla

Blog: Serbest Kürsü

Karanlığın Sol Eli, Yerdeniz Üçlemesi(Dörtlemesi), Mülksüzler gibi bir çok yapıtın yazarı, ülkemizde de sevilen sosyal bilim-kurgu  ustası Ursula Kroeber Le Guin, Ocak ayının sonunda, Oregon'daki (ABD) evinde 88 yaşında, sakin bir şekilde hayata veda etti. Le Guin, 20. yüzyılın en etkili yazarlarından biriydi. Hem okurları, hem de ardından gelen yazarlar üzerinde muazzam bir etki bıraktı ve muhtemelen bu etki ileride artarak devam edecek.

 

1970 yılından bugüne kadar, Hugo ve Nebula ödülleri başta olmak üzere bir çok ödül kazanmış olsa da, batı medyasında gerçek değeri -en azından şimdilik- verilmemiş bir yazar. Neden verilmediğini anlamak için bu yazının sonunda çevirisi bulunan 2014 National Book Award ödülünü kabul konuşmasını okumak yardımcı olur.

 

Le Guin'in ütopik kurgularının büyük bir kısmı, birer sosyal modelleme üzerine odaklanır. Kurguladığı dünyada, temele koyduğu çelişkiyi ön plana çıkarıp işlemeye baslar ve bunu adeta bilimsel bir deney gibi, ayrıntılı bir gerçekçilikle kurgulayıp sürdürür. Kurguda geliştirdiği olayları nesnellikle anlatırken, bir yandan da tüm hikayeyi bir rapor gibi “deneğin” -yani roman karakterinin- gözünden tutar. Böylece hem yapıtına sürükleyici bir roman özelliği kazandırır, hem de nesnelliği elden bırakmadan, kahramanının hisleri aracılığıyla, işlediği çelişki üzerinde kendi “tarafını” ortaya koyar, hatta bazen birkaç kahraman aracılığıyla cevabını belki henüz kendisinin veremediği bir soru üzerine tartışır. (Örneğin “Karanlığın Sol Eli'nde bir durumun “uzaylı-cinsiyetli” ve “yerli-cinsiyetsiz” iki karakter açısından nasıl farklı algılandığı üzerine farklı iki bölümü vardır ki; okuyucu, en ince ayrıntısına kadar tutarlı ve gerçekçi olan bu analizin yalnızca bir kurgu üzerine yapıldığına inanmakta güçlük çeker.)

 

Le Guin'in dünyaları aslında günümüzün (ya da geçmişin) toplumlarının birer kritiğidir. Çoğu zaman   toplumun temel çelişkilerinden birini ön plana çıkaran (Örneğin Mülksüzler'de mülkiyet/özgürlük, Karanlığın Sol Eli'nde Cinsiyet/Kabilecilik), hatta yaşamın farklı yönlerinden soyutlayan, adeta söz konusu çelişkiyi denklemin bir yanında yalnız bırakan bir dünya kurar. Kurduğu dünyada varolan çelişkide taraftır, ama hayal kurarken de, anlatırken de nesnel yaklaşır. Hikayesini anlatacağı diyarları gerçekçi bir biçimde kurgular ve söylemek istediğinden bağımsız olarak, neredeyse acımasız bir tarafsızlıkla sorgular. Örneğin, birbirinin çevresinde dönen, birbirinin zıt-ikizi iki dünyadan bahsettiği Mülksüzler'de, Le Guin'in kalbinin hangi dünyada atmakta olduğu bellidir (zaten bunu her fırsatta dile getirir). Fakat romanın başından sonuna kadar hayal ettiği dünyaya en ufak bir iltimas geçmez, hatta neredeyse daha acımasızca sorgular ütopyasını. Belki bu yüzden "ikircikli bir ütopya" denmiş Mülksüzler romani için; ama aslında Le Guin'in kendisinde, seçtiği taraf hakkında en ufak bir ikirciklenme yoktur. (Türkçeye bir şekilde “ikircikli” olarak çevrilmiş olan İngilizce “ambiguous” kelimesinin anlamında kararsızlık veya ikilem değil, sadece tam anlaşılamamışlık vardır.)

 

Yaklaşımı ve yöntemi, yine kendisine ait bir sözüyle mükemmel örtüşür: “Yanlış soruların doğru cevapları yoktur”.  Çözüm yolunda, ya da öğrenmek/ilerlemek uğruna, acele bir cevap arayışındansa “doğru soruyu bulmak” daha önemlidir. Kurgularındaki kusursuzluk arayışı de bu yaklaşımla anlaşılabilir. Omelas'ı Terkedip Gidenler'de sayfalar süren bir ön tasvir vardır. Kurgunun temel çelişkisi “Pragmatik açıdan işlevsiz bir etik mi, yoksa artık düzeltilemeyecek bir haksızlık üzerine kurulmuş kusursuz bir ütopya mı?” sorusudur. Le Guin, sayfalar süren tasvirini, okuyucunun zihninde bu soruyu doğru olarak canlandırabilmesi için yapar. Hikayenin sonunda; soru nettir, cevap yoktur. Terkedip gidenler'in neden gittiklerinin mantıksal açıklamasını yapmak da zordur. Ancak, gidenlerin ne hissettiklerini anlamış olan okuyucunun, bu aşamadan sonra Omelas'ta kalması imkansızdır.

 

Taraf olmaktan geri kalmayan, ama ötekileşmeye de karşı olan Le Guin bu duruşunu feministliğine de yansıtır; eserleri incelendiğinde, erkekleri ötekileştirmeyen feministlerdendir. En azından romanlarında bu böyledir: Le Guin'in feminist duruşunun ön plana çıktığı durumlarda, işlenmekte olan sorun genellikle erkek karakterlerin şahsından değil, toplumsal yapıdan ya da tabulardan kaynaklanır. Hatta çoğu zaman tahakküm rolleri cinsiyetten bağımsızdır (Ör. Mülksüzler'de, Shevek'in Urras'taki kadınların gizli edilgenliklerini kabul edememesi, ya da Anarres'te önemli bir konumdaki annesine karşı kişisel varoluş mücadelesi), bazen hikayenin başında bilinçsizce fethetmeye gelen genç erkek ve bilinçsizce tabularını savunan genç kadın (Atuan Mezarları) hikayenin sonunda birbirini özgürleştiren bir çifte, iki yoldaşa dönüşür. Kurgularının dışında ise, sözünü esirgemeyen bir feministtir:

    “Her alanda, 'siz beceremezsiniz' diyenler kandırmış kadınları, biz de inanmışız. Edebiyatta da.. Ta ki, ısrarla 'kadınlar roman yazamaz' diyen  erkekleri utançtan yerin dibine batıracak derecede büyük romanlar yazana dek.”

    “Biz kadınlar, birinci sınıf bir iş yaptığımızda, ancak üçüncü sınıf iş yapan erkeklerin geldiği yere gelebiliyoruz”

Kendisini bireysel olarak övdüğüne denk gelmek zordur, ancak konu kadınlığa ve kadınlara olan inancına gelince, alçakgönüllü olmak gibi bir kaygıyla uğraşmaz:

“Bizler volkanlarız. Biz kadınlar, tecrübelerimizi bizim gerçeğimiz; yani insanlığın gerçeği olarak ortaya koyduğumuzda, haritalar değişir. Yeni dağlar oluşur.”

 

Döneminin akımlarına baktığımızda, Le Guin'in sihirli dünyaları, "Magical realism" Sihirli gerçekçilik akımındakilerden oldukça farklı, hatta bir çok yönüyle bu akımda çok rastlanan klişelere zıt. Öncelikle Le Guin kaderci değil, gerçekçilik kisvesine bürünmüş kadercilikten çok uzak. Anlatımında, olup biten her şey gerçekçi, fakat hepsi neden-sonuç ilişkisine göre, kahramanların kararları doğrultusunda şekilleniyor. Gerçeklik puslu değil, net. Sonu belirsizlikle biten hikayelerinde bile, hatta belki de özellikle onlarda, ne söylediği kabak gibi ortada. Kafka'nın, Pamuk'un ve hatta bazen Marquez'in bile romanlarının sonunda okuru düşürdüğü karamsar bir belirsizlik duygusuna, "iyi de bu yazar ne dedi şimdi?" sorusuna yer yok LeGuin'de. Bunu da yine kendisi, kendi sözleriyle anlatıyor:

“Bitirdiğimizde, -eğer iyi bir romansa- okumadan önce olduğumuzdan biraz farklı olduğumuzu hissedebiliriz; sanki yeni bir yüz görmüş, daha önce hiç geçmediğimiz bir sokaktan geçmişiz gibi, birazcık değişmişizdir.”

 

Le Guin'in kurgularında, tüm gerici müesseselerin (bağnaz otorite, kapitalizm, erkek-egemen sistem, doğa yıkımı, tabular, savaş vb.) kritiğini görmek zor değil. Eserlerinin dışında, gündelik hayatı da mücadele ile geçmiş bir yazar. Ender de olsa, “kapitalizm” sözcüğünü kullanarak kapitalizmi eleştirebilmiş sayılı amerikalı yazarlardan. (Kuzey Amerikanın “political correctness-politik doğruculuğu” baz alındığında, cesaret isteyen bir iştir. Nasıl “zenci” teriminin kullanımı yalnız siyahlara, “yahudi” teriminin kullanımı yalnızca musevilere karşı tanınan birer ayrıcalıksa, kapitalist kelimesinin kullanımı da yalnızca akademik ortamda veya kapitalizmi övmek istediğinizde hoşgörülebilir. Bu terim “sıradan” insanlardan adeta gizlenir. Le Guin buna hiç aldırış etmeden kelimeyi kullanan yazarlardan.) Bu konuda Le Guin'in hem doğrudan sistemi hedef alan demeçleri, hem de kurumlarına karşı duruşları  mevcut. Örneğin Google Books ile Amerikan Yazarlar Birliği arasında imzalanan ve pratik olarak kitapları dijitize etme tekelini Google'a veren anlaşma sonrasında bir imza kampanyası başlatmakla kalmamış, “şeytanla pakt kurmak” ile suçladığı Yazarlar Birliği'nden istifa etmiştir.  https://www.theguardian.com/books/2010/jan/22/ursula-le-guin-revolt-goog...

 

Yazarın ses getiren bir başka çıkışının,  National Book Award ödülünü kabul konuşmasının çevirisini aşağıda bulabilirsiniz.

 

“ Bu güzel ödülü verenlere, yürekten teşekkürler. Ailemin, temsilcilerimin ve editörlerimin gayet iyi bildiği gibi, burada bulunuşum benim kadar onların da eseri. Bu güzel ödül bana olduğu kadar onlara da ait. Ve bu ödülü, uzun zamandır edebiyattan dışlanmış olan bütün yazarlar adına kabul etmekten ve onlarla paylaşmaktan sevinç duyuyorum: fantezi ve bilim kurgu yazarlarıyla, hayalperest yazarlarla; yani 50 yıl boyunca bütün güzel ödüllerin sözde gerçekçi olarak adlandırılanlara gidişini izleyen benzerlerimle.

 

Zor zamanlar bizi bekliyor; şimdiki yaşam şeklimizin alternatiflerini görebilen yazarları arayacağımız zamanlar... Korku dolu toplumumuzun ve saplantılı teknolojilerimizin ötesinde, farklı varoluş biçimleri görebilen, ve hatta iyimser olmak için sağlam gerekçeler hayal edebilen yazarları arayacağız. Bize özgürlük şairlerini anımsatan, daha büyük bir gerçeklik öngörenleri hatırlatabilen yazarlara ihtiyacımız olacak.

 

Şu anda, “piyasa için bir meta üretmek” ile “bir sanat icra etmek” arasındaki farkı bilen yazarlara ihtiyacımız var. Şirket kârını ve reklam gelirini arttırmak için satış stratejisine uygun yazılı materyal geliştirmek; sorumluluk sahibi kitap yayıncılığı veya yazarlıkla aynı değildir.

 

Ne var ki, satış departmanlarının, yayıncıları yönettiğini görüyorum. Bizzat kendi yayıncılarımın, cehalet ve açgözlülükten kaynaklanan şaşkın bir panik içinde, bir elektronik-kitabı halk kütüphanelerine altı-yedi kat daha pahalıya sattıklarını görüyorum. Daha geçtiğimiz günlerde, kar peşinde koşan çevrelerin kendilerine itaatsizlik eden bir yayıncıyı cezalandırmaya çalıştıklarını, yazarların şirket fetvaları ile tehdit edildiklerini gördük. Ve ben, kitapları yazan veya üretiminde çalışan bizlerin çoğumuzun bunu kabul ettiğimizi görüyorum: meta tüccarlarının bizi deodoran gibi satmalarına;  bize ne yayınlayacağımızı, ne yazacağımızı söylemelerine göz yumuyoruz.

 

Kitaplar yalnızca emtia değildir; kâr güdüsü genellikle sanatın amaçlarıyla çatışma halindedir. Yaşadığımız sistemin, Kapitalizmin gücü karşı konulamaz gibi görünüyor - ama eski çağlarda, kralların ilahi güçleri de öyle görünmüştü. İnsanlar, yine insanların yaratmış olduğu herhangi bir güce karşı direnebilir ve onu değiştirilebilirler. Direniş ve değişim çoğu kez sanatta başlar. Çoğu zaman da bizim sanatımızda, sözlerin sanatında.

 

Yazar olarak, dostluklarla dolu, güzel ve uzun bir meslek yaşamım oldu. Yolun sonuna geldiğim bugünlerde beni üzen şey, Amerikan edebiyatının uğradığı ihaneti, sisteme köle olarak pazarlanışını izlemek. Yazı yazarak ve yayınlayarak geçinen bizler, yarattığımız değerin içinden hakettiğimiz payı  istiyoruz ve almalıyız. Ama güzel ödülümüzün adı kâr değil. Ödülümüzün adı özgürlük. ”

 

https://www.theguardian.com/books/2014/nov/20/ursula-k-le-guin-national-...

https://www.the-tls.co.uk/articles/public/twenty-questions-ursula-le-guin/

https://futurism.media/most-underrated-sci-fi-authors

https://www.storemypic.com/album/FC3/?sort=likes_desc&page=1

https://dianemorrison.wordpress.com/2018/01/24/farewell-ursula-k-le-guin/  

https://www.theguardian.com/books/2010/jan/22/ursula-le-guin-revolt-goog...