Celal Şengör'e çağrı: AKP'ye oy verin!

Mehmet Ali Olpak

Blog: Serbest Kürsü

Gündemde pek çok konu var. Celal Şengör'ün Kenan Evren'in cenazesine gönderdiği çelenk konuşulduysa da bir noktadan sonra gündemden düştü. Ama bu blog, soL portal, toplumsal hafızamızın bir parçası. Unutmayacak, unutturmayacak, gerektiğinde hatırlatacak olan bir düzlem.

Peki, o çelenk neden unutulmayacak?

Biz solcular, aslında değilizdir. Kindarlık gericilerin işi. Tarih kin değil, hesap tutar. Biz de tarihle yürürüz. Bu yüzden kin değil, hesap tutarız.

Kenan Evren veya 12 Eylül hakkında herkesin bildiği şeyleri tekrar etmeyeceğim. Bildiklerinizi aklınıza getiriniz lütfen.

Soru şudur: Celal Şengör, Kenan Evren'in ne yaptığını sanmakta veya iddia etmektedir? “Terör”ü mü bitirmiş mesela? Soru transpoze olur: Celal Şengör, 12 Eylül öncesinde ve sürecinde (ve sonrasında) Türkiye'de neler olduğunu sanmaktadır? Veya bu dönemde Türkiye'de olup bitenlerden haberi var mıdır?

Şengör, entelektüel birikimi ve alanında uzmanlığıyla bilinen bir akademisyendir. Dolayısıyla Türkiye'de herhangi bir dönemde yaşanan önemli siyasi, iktisadi, toplumsal olaylardan bihaber olduğunu düşünmek makul görünmüyor. Şengör'ün bilgi birikiminin, 12 Eylül ile AKP arasındaki sürekliliği görmemeye elvermemesi beklenir. O zaman? O çelengi açıklayabilecek tek bir makul açıklama kalıyor.

Şengör, sınıf refleksiyle hareket etmiştir!

Bizler bu blogda, bilim emekçilerine dair bir tartışma yürüteceğiz. Kategorik olarak Şengör'ün de bir “bilim emekçisi” olarak ele alınması gerektiğini düşünebilirsiniz. Bir akademisyen, kendi araştırma sürecini bir CEO tarzıyla yürütmüyorsa elbette bilim emekçisi kategorisine dahil edilecektir. Ancak, “bir sınıfın çıkarlarına hizmet edenler, illa ki kategorik olarak o sınıfa mensupturlar” diye bir kaide yok! Şengör'ün hangi sınıfa mensup olduğunu akşamdan sabaha uzun uzun tartışabiliriz; ama önemli olan, Evren gibi Şengör'ün de Türkiye burjuvazisinin safında duruyor olmasıdır.

Neden mi?

Yanıtı basit. Evren, bu asalak sınıfının gereksindiği siyasi ve toplumsal atmosferi yaratan baş aktörlerden biriydi ve sürecin lideriydi; Şengör ise aynı sürece toplumsal meşruiyet kazandırma çabalarının son örneğini vermiş kişi oldu. Elbette başka pek çok husus ele alınabilir; örneğin Şengör'ün sınıf refleksi İTÜ'lü asistanların mücadele sürecinde de kendisini göstermişti. Ancak Şengör'ün veya çeşitli akademisyenlerin bu konulardaki tutumu ne kadar eleştirilse de, kendilerine yakıştırılan aydın sıfatını sorgulatacak düzeyde eleştiriler söz konusu olmamıştır.

O çelenk ise, burjuvazinin artık aydınlanma mirasının zerresini taşımaya tahammülünün olmadığının ispatıdır. Biraz da bu nedenle, “Şengör sınıf refleksi göstermiştir”. Örnek olsun, sevgili Aykut Kence'nin zamanında sayfalarca anlattığı “gericiliğin müfredata girmesi” öyküsü, Şengör'ün bilmediği bir öykü olamaz. Kendisi “evrim”i de pek ala bilmektedir. Evrim karşıtlığını eğitim sistemimize dayatanların tam da Evren paşasının açtığı yoldan yürüyenler olduğunu bilmemesi ise olanaksızdır.

Gözlerini bilerek kapatıyorsa da, yapacağı şey Evren'in cenazesine çelenk göndermek değil, yeni diktatörün partisine oy vermek olmalıdır!

Bir faşist diktatöre meşruiyet sağlama derdinde olan birinin, aydın sıfatını taşıyamayacağını ilan etmeliyiz. Buhar türbinlerini döndürecek, vidaları sıkacak kadar değil, eşit ve özgür bir yaşamı başka dünyalara taşıyabilecek kadar aydınlanmalıdır emekçi kitleler. Bunun için mücadele etmeye değil, mücadele edenlere köstek olmaya uğraşanlarla biz aynı safta olamayız.  

O çelenk Şengör'ün safını ortaya koymuştur. Şimdi meselemiz, çelengini gönderemeyenleri açığa çıkarmak olmalıdır.