Ateşe Tapanlar, Ateşe Verenler ve Yangın Yeri

Kurtuluş Ovalı

Blog: Serbest Kürsü

M.Ö 600’lerde Asur İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilirken yerlerini Anadolu’da Persler alır. Perslerin Anadolu'ya kültürel etkileri bilhassa Sivas ve Kapadokya üzerinden olur. Yolları yeniden düzenlerler. Tahıl, dokuma ve hayvan ürünlerini Anadolu’dan alırlar. Dünyadaki bilinen ilk posta teşkilatını kurarlar. Bölge halkına zulmetmeyen Persler tarihte önemli bir yere sahiptirler. 

Aynı dönemlerde diğer tanrılara tapınmayı reddedip tek tanrıya inanan ilk rahip Zarathustra (‘’zaratha’’; altın, ‘’uştra’’; ışık) olmuştur. Yunanlılar ise ona sonraları Zerdüşt diyeceklerdi. Zerdüştlük o yıllarda olan çok tanrılı dinlerden farklı olarak tek tanrılı (Ahura Mazda) bir dindir. Bu dine inanların bir diğer özelliği de beden öldükten sonra dirilip Ahura Mazda'nın (Türk kültüründe ‘’Kürmez’’ veya ‘’Hürmüz’’ olarak biliniyor) huzuruna çıkacağına ve orada sorgulanacaklarına inanmalarıdır. M.Ö 500’lerde Sivas’ı ele geçiren Pers’lerin resmi dini Zerdüştlük’tür. Geleneksel olarak Zerdüştler yeryüzünün insan kalıntılarıyla bozulmaması gerektiğine inanırlar. Doğal elementleri (su, toprak, hava, ateş) kutsal sayarlar. Bununla ilişkili olarak ateşe, aydınlığa veya güneşe bakılarak ibadet edilir. Ateş, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran tanrısal bir güce sahiptir. Bu inanca göre, ateş bütün varlıklarda bulunur ve canlı ve cansızlarda farklı biçimlerde var olur. İnsanda, hayvanda, bitkilerde, gökte ve yerde bu ateşi değişik zaman ve durumlarda görmek mümkündür. En kutsal olan ateş ise, Tanrı Ahura Mazda ile insan arasındaki ateştir. Bu nedenle, her ne kadar tapındıkları ateş değil ateşi sembolize eden tanrıları olsa da, Zerdüştlerin ve dolayısıyla da Pers’lerin ateşe taptıkları söylenegelmiştir. 

Ateşe tapan Persler Makedonyalı İskender’e yenilince Anadolu ve Sivas Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilir. 

‘’ Durmadan avuçlarım terliyor / İnildiyor ardımdan / Girdiğim çıktığım kapılar.

Trenim gecikmeli, yüreğim burgun / Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar. 

Ne zaman bir dosta gitsem / Evde yoklar. ‘’

M.S. 10. yy’a kadar Roma İmparatorluğu’nun hakimiyetinde kalan Sivas 1175’de Selçukluların eline geçer. Sultan Alaaddin Keykubat’ın 1237’de ölmesiyle sultanlığa 16 yaşındaki II. Gıyasettin Keyhüsrev geçer. Herkes tarafından güçlü bir hükümdar olarak bilinen Alâeddin Keykubat'ın ölmesini fırsat bilen Moğollar Anadolu'ya saldırma kararı alırlar. İlk olarak Erzurum’a saldırırlar. Korkunç zulümler ve katliamlar yaparak yöre halkının mallarını yağmalarlar. Bunun üzerine genç ve tecrübesiz Sultan Gıyâsettin Keyhüsrev 80 bin kişilik ordusuyla Sivas'ta ordugâh kurup beklemeye başlar. Bunu haber alan Moğollar Sivas’a doğru harekete geçerler. Tecrübeli kumandanlar Sultan Gıyasettin’e silah ve erzakla dolu olan ayrıca babası tarafından etrafı sağlam surlar ile çevrili olan Sivas’ta kalmasını ve Moğolları burada karşılamasını salık verirler. Ancak tecrübesiz sultan tecrübesiz kumandaların önerisini dinler ve Sivas’ın seksen kilometre kadar doğusunda bulunan Kösedağ mevkiinde suyu ve otlağı bol olan bir yeri seçerek ordugâh kurar. Kösedağ Muharebesi 3 Temmuz 1243’de gerçekleşir. Selçuklular bozguna uğrar. Savaşı kazanan Moğollar Sivas’a yönelirler. Sivas kadısı onları kapıda karşılar ve şehrin Moğollar’a teslim olduğunu belirtir. Buna rağmen Moğollar şehri üç gün süreyle yağmalarlar, tüm kapıları kapatırlar ve şehri yakarlar.

‘’ Bedenim üşür, yüreğim sızlar. / Ah kavaklar, kavaklar...

Beni hoyrat bir makasla / Eski bir fotoğraftan oydular.

Orda kaldı yanağımın yarısı, / Kendini boşlukla tamamlar.

Omuzumda bir kesik el, / Ki durmadan kanar.

Ah kavaklar, kavaklar... / Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.’’

Moğollar’ın taht kavgaları ile zayıflamasından yararlanan Sivas’ta önce özerk bir yönetim kurulurken sonrasında Timur’un zulmünden korkulduğu için 1400’lerde Osmanlı egemenliği kabul edilir. Ancak 1401’de Timur Anadolu’ya girer. 2 Temmuz 1401’de o dönem Anadolu’nun en kalabalık ve en güçlü şehirlerinden biri olan Sivas’ı 180.000 kişi ile kuşatır. Dört bin kadar süvari ve okçudan ibaret olan kale savunması kalenin sağlam ve güçlü olmasına güvenmektedir. Kale, daha evvel Timur’un saldırabileceği düşünüldüğünden ona göre planlama yapılmış ve üç tarafından içi su dolu hendeklerle çevrilmiştir. Bu kaleyi aşmakta Timur’un ordusu çok zorlansa da 8 bin lağımcının devreye girmesiyle şehrin surları yıkılır. Kale komutanı ve ahali teslim olmaya karar verirler. Tek şartları Timur’un kan dökmemesidir. Timur bunu kabul eder. Ancak şehri teslim aldıktan sonra kabul ettiği şartın sadece Müslümanlar için olduğunu belirtir ve kenti müdafaa etmiş olan Ermeni süvarilerini şehir dışında açılan hendeklere diri diri gömerek katleder. Buna karşı çıkan yöre halkına da “Ben kan dökmeyeceğime söz verdim, yeminimde sabitim” dediği rivayet edilir. Avusturyalı tarihçi Hammer’in Osmanlı tarih kitaplarından 1799’da yaptığı tercümede bu durum şöyle geçmektedir;

‘’Dört bin Ermeni süvarisi teslim sözleşmesi gereğince esir ediliyordu. Demirleng bu esirleri askerine teslim etti, Hristiyanlar başları iplerle bacaklarının arasına sıkıştırılmış olduğu hâlde onar onar geniş hendeklere dolduruldular. Çukurlar tahta ile örtülerek üzerine toprak konuldu. Bu suretle bunlar eziyetle geç ölecek idiler (Cilt 2, syf. 43).’’

Ayrıca Sivas’ta bakım evlerinde bulunan cüzamlıları Türkistan’da bu hastalık bilinmediğinden askerleri arasında yayılmaması için öldürtür. Sonrasında şehrin yakılmasını emreder. Neticede bazı kaynaklara göre Sivas’ta 60 bin kişi katledilir. Ölenler arasında Sultan Yıldırım Bayezid’in oğlu Ertuğrul’un da olduğu söylenir. Bir rivayete göre Sivas’ta olanları haber alan Yıldırım’ın içli içli kaval çalan bir çoban görünce “Sivas gibi şehrin mi yandı, Ertuğrul gibi oğlun mu öldü, çal çoban çal!” diyerek gözyaşı döktüğü rivayet edilir.  

‘’kiminin dikenleri vardır katlanamaz üstüne. / hep dikene durur delmemek için gövdesini, 

kiminin yoktur bir tek kemiği / doğrulamaz ayaklarının üstünde. 

ona göre varsa yoksa kendisi / dürülüdür ütülü bir mendil gibi 

ben eğilmem gündüz ama / geceleri kanatırım kendimi’’

Sonrasında 1920’ye kadar Osmanlı toprağı olarak kalan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında başat rol oynayan şehirlerden biri olan Sivas 1967 yılındaki bir futbol maçı sonrası karışır. Kayseri’de oynanan Kayserispor-Sivasspor maçı sırasında olaylar çıkar. Kimine göre Kayserili amigonun kışkırtmaları kimine göre de hakemin oyundan attığı Kayserisporlu oyuncuyu geri alması olaya tuz biber eker. Bir başka iddiaya göre Sivassporlu taraftarların yiyeceklerinin içine sakladıkları taşları Kayserispor’un attığı gole sevinen top toplayıcı çocuklara atmaya başladıkları ve bu çocuklardan ikisinin öldüğü söylentisi çıkarılır. Bu söylenti Kayserispor tribününde yayılınca Kayserisporlular ellerine geçirdikleri taşları Sivas tribününe atmaya başlarlar. Sivas tribününe taşların atılması ve ev sahibi takım seyircilerinin sahaya girerek Sivas tribüne doğru saldırması üzerine Sivas tribününde panik yaşanır. Seyircilerin bir anda stadın çıkış kapısına yönelmesi ancak kapıların kapalı olması nedeniyle izdiham yaşanır ve 43 kişi ölür. Stattan çıkan Sivassporlular önce çevredeki Kayseri plakalı araçlara ve mekanlara hasar verdikten sonra şehri terk ederler. Şehrin 50 km dışında durdurdukları bir başka Kayseri plakalı aracı ateşe vermeleri bile Sivaslıların öfkesini dindirmez. 

Olayın duyulmasının ardından Sivas'ta Kayserililerin dükkanlarına ve Kayseri plakalı araçlara saldırılar olur. Ertesi gün Sivas’taki Kayserililere ait 10’dan fazla dükkan talan edilir, yine bir Kayserilinin işlettiği Büyük Belediye Oteli’nin yatak ve karyolaları sokağa çıkarılıp yakılır. Kayserililere ait olan 3 evin de eşyaları dışarı çıkarılıp ateşe verilmiştir. Dönemi yaşayanlar ile yapılmış olan söyleşilerden anlaşıldığı üzere bazı Sivaslılar olayı yatıştırmaya çalışırken bir camiden bir imamın "Kayserililerin malı da canı da helaldir" diye fetva verdiği söylenmektedir. Kayserispor’un lisanslı taraftar sitesinde bu konu hakkında yazılanlar teyide muhtaç bilgi olmasının yanında çok vahimdir;

‘’ İnsanları yatıştırmaya çalışan bazı saygın Sivaslıların sesi ise kara bir ses tarafından bastırıyordu: Kayserilileri gavur ilan eden sözde dini bütün bazı imam ve hocaların sesi…’’

Sonuçta dünyanın en büyük stadyum facialarından biri ve ardından yaşananlar sonucunda insanlık yine ağır hasar almıştır.

‘’Sevgilim bak, geçip gidiyor zaman / Aşındırarak bütün güzel duyguları.

Bir yarım umuttur elimizde kalan / Göğüslemek için karanlık yarınları….

… Bu kekre dünyada yazık geçit yok aşka; / Bir şey yok paylaşacak, acıdan başka.’’

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin çağrısıyla 4 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal etkinliklerinin dördüncüsü düzenlenecektir. Yukarıda paragraf aralarında okuduğunuz şiirlerin yazarı yüreği aydınlık şair Metin Altıok’un da aralarında bulunduğu ülkemizin farklı yörelerinden birçok aydın yürekli insan Moğolların Sivas’ı yaktığından tam 750 yıl sonra Sivas’a gelir. Şehirde etkinlik öncesinde katılımcılardan olan Aziz Nesin’i hedef alan bildirilerin dağıtılması şehirde ortamı gerginleştirmeye başlamıştır. Halkı tahrik eden "Sivas, Aziz Nesin'e mezar olacak" türünden bildirilerin Emniyet'in "23 85 27" numaralı faksından yerel basına gönderildiği sonradan ulusal medya tarafından ortaya çıkarılacaktır. Bildirilerden birinde şunlar yazmaktadır;

‘’Salman Rüşdi köpeği Müslümanlar’ın çok az olduğu kâfir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken, onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta Müslümanlar’la alay edercesine gezebilmektedir. Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.”

Dağıtılan bildirilerin ardından 2 Temmuz sabahı yerel gazete Hakikat ‘’Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorlar" başlığıyla çıkar. Cuma namazına yakın etkinlik alanında bir tiyatro oyununa davet için davullar çalınmaya başlar. Bunun üzerine camide namaz kılmak isteyen cemaat bunun ezan sesini bastırmak için yapıldığına yönelik sloganlar atmaya başlar. Gerginlik artmaktadır. Cuma namazı çıkışında bir grup hükümet konağına doğru ilerlemeye başlar. Bu ilerleme sonrasında büyük bir saldırıya dönüşecektir. Halbuki bilenler bilir cuma namazında imamın hutbeden sonra okuduğu ayet Nahl suresi 90. ayettir. Bu ayette ‘’Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.’’ söylenmektedir.  

Bu ayeti, verilen öğütü ve de insanlığı ayaklar altına alan güruh kent merkezindeki Pir Sultan Abdal ve Atatürk heykellerini parçalar ve “Şeriat isteriz”, “Dinsiz vali istemiyoruz”, “Şerefsiz vali”, “Sivas Aziz’e mezar olacak” diyerek etkinliklerin yapıldığı salonlara saldırır. Neredeyse hiçbir güvenlik önleminin alınmadığı olaylarda ilk saldırılar katılımcılar tarafından püskürtülür. Ancak devlet otoritesi tarafından engellenmediğini gören gerici güruhun sayısı her geçen dakika artar. Aziz Nesin ve arkadaşlarının Madımak Oteli’nde olduğunu öğrenirler ve Madımak Oteli’nin önüne gelirler. Otele taş atılmaya başlanır. Tugay Komutanı bunu görmesine rağmen kışlasına geri döner. Emniyet Müdürü olayın kendisine intikal ettirilmesi sonrası “Anlaşıldı, müdahale etmeyin, müdahale etmeyin” der. Ateşe tapan Perslerin Sivas’ı ele geçirmelerinden 2 500 yıl ve Aksak Timur’un Sivas’ı yaktığından tam 592 yıl sonra Sivas’da karanlık dimağlılar oteli ateşe verir. Günün sonunda 32 aydın ve 2 otel görevlisi hayatını kaybeder. Metin Altıok hastaneye kaldırılır. Komadadır. Yaşam mücadalesini 24 yıl önce bugün yani 9 Temmuz 1993’de kaybeder. 

‘’ Koyup zarfın içine, üstünü acıyla pulladım / Sana bir sevinçlik menevişli kuş yolladım

Son kuşlarımdı bunlar, dedim telef olmasın / Geçti artık göğsümde kuş barınmaz anladım

Esti rüzgâr bozuk bozuk, örselendi yüreğim / Eksik gedik nem varsa ezberden tamamladım

Bende sönen şavkıması sürsün diye yaşamın / Bu kuşları senin için gözlerimde sakladım

Kim sürmüş Altıok Metin dünyanın sefasını / Kirletilmiş bir zamanı yürürken adım adım’’

Metin Altıok kirletilmiş zamanı adım adım yürüyerek ölüme giderken bazı devlet görevlileri "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir"  şeklinde beyanat vererek aklımızla ve ölenlerle bir nevi dalga geçerler. Sivas’da yaşanan örgütlü kötülük ve ahlaksızlığa karşı örgütlü bir tepki gösterilemeyen ülkemizde bazı sanatçılar ve yazarlar ise hem şiirleri hem de yapıtlarıyla o günden bugüne tepkilerini ortaya koymaya devam etmektedir. Bunlardan en güzeli ve en bilineni Ataol Behramoğlu’nun ‘’Yangın Yeri’’ şiiridir. En bilinen olmasının sebebi hem katliamın yaşandığı güne hem o günden bugüne dek korkakların ve suskunların yüzüne çarptığı tokat ve de tarih boyunca cahile kurban olanlara verdiği selamdandır; 

‘’ Yaşamak bu yangın yerinde / Hergün yeniden ölerek.

Zalimin elinde tutsak / Cahile kurban olarak.

Yalanla kirlenmiş havada / Güçlükle soluk alarak.

Savunmak gerçeği, çoğu kez / Yalnızlığını bilerek.

Korkağı, döneği, suskunu / Görüp de öfkeyle dolarak.

Toplanır ölü arkadaşlar / Her biri bir yerden gelerek.

Kiminin boynunda ilmeği / Kimi kanını silerek.

Kucaklıyor beni Metin Altıok / Aldırma diyor gülerek.

Yaşamak görevdir yangın yerinde / Yaşamak insan kalarak...’’ 

İnsan şair Metin Altıok ve de bu yangın yerinde insan kalarak yaşayabilenlere saygıyla.