Şu yardımcı doçentlik konusu nedir? Ne değildir?

İsmail Topkaya

Blog: Serbest Kürsü

YÖK Başkanı Sayın Yekta Saraç, birkaç gün önce bu kadar yoğun gündemin ve sıcak olayın arsında birden gündeme getirilen “yardımcı doçentlik” konusu ile ilgili olarak; "Sayın Cumhurbaşkanımızın bu husustaki sözleri yeni bir heyecan yeni bir soluk getirilmesi yönünde çok olumlu bir yönlendirmedir" şeklinde bir İfadede bulundular.

“Yardımcı doçentlik” konusuna geçmeden, insan ister istemez sorma ihtiyacı duyuyor; 
Peki siz "yeni bir heyecan ve yeni bir soluk getirilmesi yönünde olumlu olan bu yönlendirmeye" neden ihtiyaç duydunuz, kendiniz böyle ihtiyaç içine girip gerekeni yapmadınız?

Üstelik akademi ile akademik olarak hiç ilgisi olmayan ve akademiden gelmeyen bir kişinin, “bir akademisyenler kurulu ve kurumu olan YÖK'ü yönlendiriyor olması, YÖK adına bir zafiyet / yetersizlik göstergesi değil midir?

Gelelim şu “yardımcı doçentlik” meselesine; Esasen bu konu 12 Eylül darbesi sonrasında akademileri yeniden düzenleme projesinin uygulamaya konulmasıyla, YÖK süreci sonrasında öğretim üyesi yetersizliğini giderme formüllerinden birisi olarak icat edilmiş bir kadrodur.

Doçent ölçütlerini yerine getiremeyen doktora yapmış/yaptırılmış kişilere öğretim üyeliği vererek ana bilim dalı, bölüm, fakülte programları açabilmenin Türkiye usulü çözümlerinden birisidir. Daha başka nedenleri de vardır ama bu kadarı dahi yeterlidir.

“Doktora” elbette akademik kariyerin eşiği ya da en kritik aşamasıdır. Doktora aşamasından sonra gereken süreç, çalışmalar, ulusal ve uluslararası boyuttaki verimlilik ve yeterliliklerden sonra “doçent” unvanı ve kadrosu doğal ve olması gerekirken, doktoradan sonra bir iki “çok önem ve değer”  arz etmeyen yayın ve göstermelik dil sınavı ile ihdas edilmiş “yardımcı doçentlik” kadrosu bize özgü bir uygulamadır. Bir ara bu koşullar da yoktu.

Özetle;

1.Bu ülkede şahsen bizzat bilinen ve şahit olunan özellikle 90’lı yıllardan başlayarak (90'ların sonunda dil ve YLS gibi barajlar getirildi, ama ne gam) bu güne değin yüzlerce yetersiz ve akademik-entelektüel yapıdan yoksun kişiye doktora yaptırıldı ve bu unvan verildi. Genelde büyük oranda belli bir siyasi görüşte yoğunlaşan birçok kişi alanları dışında dahi "doktor" oldular. Özellikle Fetö’nün etkinliğinin yoğun olduğu son 12-13 yılda ise deyim yerindeyse bu işin suyu çıktı. Rektörlüklerden fakültelere, bölümlere ve anabilim dallarına listeler gelir ve buna göre işlemler yapılırdı.

2. İşte bu sözü edilen yüzlerce kişi ortalama üç-dört yıllık “öğrenim süreçlerinden” sonra doktor unvanlarını edinerek, haftasında ya da ayında yardımcı doçent olarak atandılar.

3. Ama bunların ciddi bir oranı doçent olamadı. Çünkü yayın yapamadı, dili geçemedi vesaire.

4. Şimdi “bu yardımcı doçentlik nedir yahu” mevzusuna bakıp umutlanmayalım. Akademiyi evrensel ilkelere taşıyacağımız falan da düşünülmesin. Mevzu biraz da şudur; Yığılmış ve bir türlü dil barajını geçemeyen yardımcı doçentler ordusu söz konusudur. Akademilerde FETÖ bağlantılı yüzlerce doçent olmuş, edilmiş kişi ihraç edildi. Keza o kadar olmasa da belli bir sayıda muhalif öğretim üyesi de ihraç edildi. Sonuç olarak elde kalan doçentlerin "özgürlükçü, laik, bilimsellikten yana" olanı bir avuç kadardır. Yandaş öğretim üyesi ise yetersizdir.

5.Bundan sonraki süreçte kötümser bir tahminle doçent olamayan binlerce yandaş yardımcı doçentin doçent kadrolarına geçme olasılığıdır.

6. Bir üst madde de yer alan ifade “yardımcı doçent” kadrosunda bulunan tüm öğretim üyeleri için ifade edilecek bir laf değildir elbette. Çünkü söz konusu kadroda bulunan ve yıllardır doçent olamamış değil, edilmemiş, jürilerden döndürülmüş veya unvanı verilse de akademilerde kadro alamamış sayısız yardımcı doçent olduğu da bir vakadır.

Sözün özü; Akademiler giderek düzey yitirmekle kalmamış, nicel yetersizlikler bir yana nitelik olarak çağdaş ve uygar akademik dünyanın çok gerisinde kalmış kurumlardır. Türkiye de üç beş akademik kurumun uluslararası düzeyde akredite olmuş olması önemlidir ama genel akademik gelişim ve evrensellik tablosu açısından eğitim kalitesi, denklikler ve özgür ve bağımsız bilimsel özerklik açısından ne de değer toplumsallaşma açısından olması gerekenin çok altında yer almaktadırlar.

Akademisyenlerin tarikat, inanç, ideoloji gibi ölçütler üzerinden tasnif edildiği hiçbir akademi dünyanın hiçbir yerinde “akademik” bir yapı ve kurum olamazlar. Laiklik bilimselliğin ön koşudur. Eşitlik ise her alanda olduğu gibi akademik varlığın varlığının devamı. Özgür ve bağımsız “özerk” yapı ve işleyiş ise bilimsel ve yaratıcı düzeyin niteliğinin güvencesidir. Bunları temel ölçüt almadan yapılacak her türlü düzenleme üniversiteleri “akademi” yapmayacak, yapamayacaktır.