'Kapitalist iktidar', 'kapitalist paylaşım'

İlhan Ayer

Blog: Serbest Kürsü

İki değişik soru sormamız gerekiyor: Birincisi, bundan böyle Avrupa Birliği ülkelerinde “kapitalist iktidar”a nasıl ulaşılacak? İlkin, Avrupa’daki demografik yapıya göz attığımızda, özellikle gelişmiş sanayi ülkelerinde, dünyanın her yerinden insan geldiğini, etnik ve kültürel çeşitliliğin varlığından söz etmemiz gerekiyor. Yaşadığımız son kavimler göçünden sonra bu çeşitliliğin perçinlendiğini de söylemeden geçemeyiz. Özellikle Almanya’da muhafazakâr kökenli göçmen seçmenlerin bile sol partilere oy verdiğini hepimiz biliyoruz. Nitekim, Fransa’da son seçimlerde, göçmenlerin büyük desteğiyle Sosyalist Parti siyasi iktidarı ele geçirdi. Sosyalist Parti, dış politikada kulağa hoş gelmeyen kötü politikalar yürüttü, güçlü ülkelerin sağ partileri ile müttefiklik yaptı, kendisinden büyük ülkeler için yatıştırma politikaları güttü. Ancak, Hollande, bir Sarkozy değil. Eşitler arasında kan uyuşmazlığı olabiliyor. Fransa’da gelecek seçimlere dönük araştırmalarda daha şimdiden faşist ve merkez sağ partiler ilk iki sırayı paylaşmış durumdalar. Almanya’nın Thüringen eyaletinde başbakan Sol Parti’den. İngiltere’de İşçi Partisi’nin yükselişi de devam ediyor.

Amerika, Ortadoğu’da derin bir yara aldı, Avrupa’yı kaybetmek hiç istemez. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında olanlar, sosyalizm korkusu, hâlâ zihinlerimizde. Korku politikaları, “kapitalist iktidar” için seçimlere hazırlık için kullanılmakta. Onlar için iktidar her şey.

Özetle, Avrupa halklarının üzerinde bir korku bulutu gezinmeye başladı.

Öyleyse: “Ben ve öteki”nin yoğun olduğu ülkelerde, milliyetçiliğin ve dini istismarın boşa çıkabileceği yerlerde bombalar devreye giriyor. Bu “x” IŞiD, gövdesi değişik, başı başka, ayakları birbirine benzemez örgütlenmenin yaptıklarını nereye çekseniz yeridir: Kullan kullanabildiğin yerde! Avrupa’da başka, Türkiye’de başka: Alevilik, Şiilik, mezhepsel bölünme, karşıtlık ortada. Sünniliğin Fettullah Gülen Cemaati  yorumundan sonra, Selefilik yorumuyla da bölünmeye devam ettiğinin farkında mıyız acaba? Farkındayız, olsun para akıyor, hiç sorun bile değil!

“Kapitalist iktidar”ın gizlenme politikalarının başında, 2000’li yıllarda Blair-Schröder ikilisinin sosyal demokrat partiler çatısı altında, acımasızca neoliberal ve emperyalist politikalar uyguladıklarını gördük. Ülkelerinin büyük kartellerini nasıl koruyup, kolladıklarını tarih bize gösterdi.  Şimdi de "radikal demokrasi" adı altında, sivil toplum kuruluşlarının, cemaatlerin, etnik grupların yan yana gelip, öncülerinin neoliberal politikalara devam ettiği, Troyka’ya boyun eğdiği günleri yaşıyoruz. Neye niyet, neye kısmet: Tam da sermaye, nedense bu partilerin sivil toplum kuruluşları, cemaatler gibi parçalarından içeri sızarak paranın iktidarını  gerçekleştiriyor. “Radikal demokrasi” sadece iktidara gelmek için bir araç olabilir, yoksa iktidara geldiğinizde  parti üyelerinizden birini dini cemaat etkinliklerine,  birini de Darwinizm sempozyumuna göndermek zorunda kalırsınız. Nicelik derken, niteliği gözden kaçırırsınız, “Sizin aşiretiniz bu parti!” demek halklarımıza layık düşünceler değildir. Ortada bu kadar, her iki taraftan da eziyet gören insan dururken, “radikal demokrasi” dünyadaki kaç soruna yanıt verebiliyor acaba?

İkinci sorumuz da şu: “Kapitalist iktidar” ele geçirildikten sonra, dünya nasıl paylaşılacak? İktidar ele geçirildikten sonra neler yapılabilir?

Dünyanın en büyük yirmi ekonomisi G-20, Türkiye’nin ev sahipliğinde Antalya’da buluştu. Geçtiğimiz ay boyunca bu devletlerin en büyükleri birbirleriyle zaten görüş alışverişlerinde bulundular, birbirlerinin güçlerini yoklayarak ikili ilişkilerini ileriye götürmek için anlaştılar. Acaba toplantıda neler konuşuldu? 

Neler konuştukları belli. Bizim sorunumuz, neleri konuşmadıkları!

En büyük ekonomilerin yetkilileri neleri konuşmaz? Dünyanın her tarafına yayılan, ülkelerinin Truva atı olan  tekelci şirketleri konuşmazlar mesela! Birbirlerinin ayaklarına basmazlar, gittikleri ülkelerdeki sömürü hiç konuşulmaz. İş yapılan gelişmemiş ülkelerdeki ödemedikleri ya da çok az ödedikleri vergiler akıllarına gelmez. Sadece Amerikan uluslararası tekelci şirketlerinin 2012 yılında, 500 ile 700 milyar dolar arasındaki bir parayı, üretim yaptıkları ülkelerin dışındaki ülkelere transfer ettikleri tahmin edilmektedir. Bu ülkeler: Hollanda, Lüksemburg, İrlanda, İsviçre ve Bermuda. (Junge Welt, 11 Kasım 2015, s.9) Şu, demek ki: Büyük şirketler ülkenize teknoloji, para, hareket getirse de kârlarının büyük bir kısmını başka ülkelere transfer ederek, çıktıkları ülkelerdeki yapılabilecek yatırımlarından vazgeçmiş oluyorlar. Vergi muafiyetlerinin getirdiği avantajlarla yeni bir ülkeye yatırım yapmak için sermayelerini güçlendirmekteler.

Belki de bir eksiklikleri vardı Antalya’da: Onur konuğu olarak çağrılabilecek ünlü Rus oligark Michail Chodorkowski. Ne güzel yakışırdı zirveye; Doğu ile Batı’yı anlatan, onları birbirine bağlayan bir konuşma yapardı. Ne de olsa ping pong topu gibi Batı ve Doğu dünyası arasında hızlı geliş gidişleri olmuştu. “Kapitalist iktidar”ı anlamanın en apaçık örneklerinden biridir Chodorkowski. Bu zat, Rusya’da, sosyalizmin yıkıldığı yıllarda, sinek sersemken yani, Rus halkının el çektirildiği alanlardan büyük bir servetin sahibi oldu. Sahibi olduğu enerji şirketi ona başka kapılar açmaya başlamıştı. Sonra, nedense birden, bu oligarkın adı ABD ve İngiliz üst düzey siyasetçileriyle anılır oldu. Chodorkowski’nin yolu bir aralar Almanya’daki liberal Hür Demokrat Parti (FDP) yetkilileri ile de kesişti. Hepimizin isimlerini çok iyi bildiği dünyaca ünlü  sivil toplumcu finans baronlarıyla bir araya gelerek Rusya’da “açık toplum, demokrasiyi geliştirme” vakfını kurdular. Chodorkowski ve yandaşları seçimlerde Batıcıların adayını desteklemeye kalktı, ancak başarılı olamadılar. Chodorkowski vergi suçları, özelleştirme hileleri ve para manipülasyonları iddiaları ile hapse atıldı, sonrasında affedildi. (Hintergrund, Ocak-Şubat-Mart 2015, s.49-51)

Devletleriyle, siyasetçileriyle, işadamlarıyla, dini cemaatleriyle iç içe geçmiş ilişkiler; silah satışları, ticaret yolları, enerji kaynakları; güç, para; insana ve doğaya karşı şiddet.

Bizim ise tek bir şiddetimiz var: “Entelektüel şiddet”.  Bir zihin patlaması olan “Haziran”ımız gerçekleşmişken, nice düşünsel şiddetlere zamanımız var demektir.