Çoktandır faslında olup bitenler...

Hasan Bora

Blog: Serbest Kürsü

Egemen sınıfın işçi sınıfını markaja alması “günlerden bir gün” olarak nitelenemeyecek kadar geniş bir tarihsel bağlama sahiptir. Kapatma mekanizmalarından denetim toplumuna değin alternatiflerini bir bir üreten egemen sınıf toplum gibi amorf bir kütleyi biçimlendirmek üzere yeri geldiğinde toplumsal mühendis, yeri geldiğinde toplumsal marangoz olmuştur. Nitekim egemen siyasetin “bir tomaya karşılık bin toma” türünden beylik ifadeleri de tarihsel gerçekliğin uzamında kendisini yeniden üreten bir söylem olmaktadır. Bu söylemle birlikte burjuvazinin, kırbacını kölesinden daha değerli gören bir derebeye dönüşebilme katsayısının ne denli yüksek olabildiğini de bir kez daha tecrübe ettik.

Hiç kuşkusuz, bu durum egemen sınıfın, taleplerin “haklılaştırımı” ve kitlelerin bu taleplerin meşruluğunu “içselleştirimi” noktalarında karşılaştığı doğal sınırlarla ilgilidir. Bu kısıtlar, burjuvazinin ekonomik temelleri ile toplumsal temelleri arasındaki makasın açık olmasında aranabilir. Ekonomik temellerin gayet oturmuş olmasına rağmen toplumsal temellerinin bir türlü oturmadığı, tutmadığı, örtüşmediği bir tarihsel kesitten bahsedilebilir. Hatta bu kesitin, bir alt lejant olarak hala sürgit bir gerçeklik olduğu bile söylenebilir. Bu, egemenler nazarında kaçınılmaz bir “olduramama hali”dir. Bu yüzden burjuvazi kısa bir süre içinde “siyaset erbabı”na soyunmuş, “güç ve rıza” mekanizmalarına asılmaya başlamıştır.

Burjuvazinin din yüklüsünden ladinisine değin meşrulaştırım kaynakları aramaya, bulamadığı yerde yaratmaya başlaması onun gericilikle ilk paslaşmasını oluşturur. “Geçmişin ruhlarını yardıma çağırma” da, pozitivizmin inşa ettiği ortalamanın havuzunu baki kılma da yerinde saymanın ve gerilemenin iki simetrik örneğini oluşturmaktadır. Burjuvazi, bir yandan dini, iade-i itibar yoluyla ve gayet büyük bir nümayişle içeri buyur etmiş, öte yandan ardından kurtuluş menkıbeleri yazsın diye vakanüvistler “tutmuştur”. Liberal sol ise burjuvazinin ek seferiyle bu ortaklaşmanın taraflarından birisi olabilmiştir. Hâsılı, hiyerarşisinin köklü dönüşüm faslı reddedilirken, burjuvazi hiç kimsenin şerh koyamayacağı bir kahramanlık halesiyle bezenmiştir. O yüzden tarihin sıfır noktasından kalma ethos’ların ikibinli yıllara intikalinin egemenlerin yordamıyla gerçekleştiği söylenebilir.

Burjuvazi simgesel vokabülerini genişletebildiği sürece şiddet sarmalını da uzatabildiği kadar uzatmaktadır. Kanun hâkimiyeti sloganı bunların en başında gelmektedir. Bu slogan yeniyetme burjuvazinin sadece ancien regime’in başına buyruk iktidarı karşısında değil aynı zamanda ayak takımının sahih anlamda eşitlikçi yönetimine karşı yükselttiği bir slogandır. Zaten kölesiz efendi, basit bir şahsa düşmüştü. Şimdi ise köpüren devrimci dalga içinde “yaşarken öğrenen” bir ayak takımı, bir baldırıçıplaklar kesimi vardır. Burjuvazinin nizamı kurduktan hemen sonra ittifaklar koalisyonundan çıkardığı doğal düşmanı… Bu yüzden Rechstaat (kanun devleti) özellikle ve bilinçli olarak mob rule (ayak takımının yönetimi)ne karşı bayraklaştırılmıştır. Bayrak göndere çekilir çekilmez egemenin şeyler üzerindeki hâkimiyeti olan dominium da kişiler üzerindeki hâkimiyet olarak imperium’a dönüşmüş; ona yakınsadıkça, onun bir parçası olmuştur. Bu vakitten sonra kendi bilgisini kullanarak kendi ilgisini gerçekleştiren naif kişilik, kılıcından kan eksik olmayan zalim bir prense dönüşmüştür.

Bu karamsar tablonun içinde hiç iç açıcı bir ton yok mudur? Tabi ki vardır. Francisco Goya’nın Madrid’de 3 Mayıs 1808 adlı eserinde görebildiğimiz gibi, idam mangası karşısında şerefli bir isyancı anlatının tam da orta yerinde bulunmaktadır. Ancak burada bir hususa açıklık getirmekte fayda var. İşçi sınıfına içkin olan bilinç, “mağdurun sinizmi”ni “mağrurun barbarlığı”nı halkı çıkarmak üzere piyasaya süren bir cehalete de karşı çıkmakla yükümlüdür. Proletaryanın biricikliği de buradadır. Sınıf bilincini bu beden, bu biriciklik üzerinde inşa eden Lenin, "somut durumun somut analizi" ve "toplumsalın idraki"yle sömürü mekanizmasına karşı geliştirilecek daha çok objektif, daha az sübjektif reddiyeye varacak yolun taşlarını örmüştür. Sınıf, bu yol üzerinde mesafe kat ettiği müddetçe egemenin siyasi kabullerini ve kutsiyetlerini zorlayan, yıkan, yaran, ama aynı zamanda bunu basit bir kin ve vulger bir diyalektik meselesine dökmeyen bir bilincin mantıksal sonuçlarına yakınlaşacaktır. Yaklaşılan, bir başka ifadeyle, aksiyon-reaksiyon ve co-aksiyon sarmalında bugün önümüzde duran, sosyalizm olacaktır.