AKP’nin gericilik suçları: Hep kadın düşmanıydılar

Halim Banazlı

Blog: Serbest Kürsü

15 yıldır Türkiye emekçi halkının başına çöreklenen AKP iktidarının, bu süre içerisinde en göze çarpan icraatları, şüphesiz ki toplumun her kesimi ve memleketin her alanında kesintisiz, planlı ve sistemli bir şekilde yürüttüğü gericilik odaklı hamleleri oldu. 

Kendine korunaklı bir siper bulmak isteyen AKP iktidarı yola “kıyafet sorunu” diyerek çıktı. “AKP kimdir, nedir, necidir?” sorusunun cevabı “Demokrat, herhalde” oldu. Bu trenin ardına bazı solcuları ve bu tür düğünlerin kamberi liberalleri de aldı. Sonra çuf çuf. Hep bir ağızdan “özgürlük” diyerek ,“yetmez” diyerek, toplumda yer etmiş aydınlanmacı duyarlılıkları birer birer arkalarında bıraktılar. Bu arada türban, özgürlükçü desenleriyle, dinci rejime giden trenin son durağının üzerini bir güzel örttü. “Kıyafetime Karışma” eylemine sızan sloganlara bakılacak olursa, yıllardır da yitirmedi bu siperini.

Durmaksızın devam eden dinselleşme özendiriciliği ve gericileşme operasyonundan en çok yara alan kesimlerden biri ise kadınlar oldu. Bu gerici zihniyet, ağzını her açtığında kadınlara saldırdı. Arınç’a göre bir kadın susmalıydı; Vecdi Gönül’e göre “Türk kadını evinin süsü”ydü.  

AKP’nin oldukça kabarık olarak kadın düşmanlığı arşivine ve AKP gericiliğinin birkaç yılına göz atalım. Bu öyle bir düşmanlık, öyle bir gericilik ki, doğum kontrolünü ihanet, sezaryen ve kürtajı cinayet olarak adlandırıyor. Bunu destekleyiş biçimini ise asla saklama gereği duymuyor.

2015 yılı Eylül ayında, AKP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı görevine getirilen Ayhan Sefer Üstün, “terfi”sinden 3 yıl önce: “O çocukların bir parçası da annenindir, o çocuklar masumdur. Bizde 'Babanın suçu çocuğa geçmez' diye bir anlayış var. Elbette yan etkiler ortaya çıkacaktır. Anne psikolojisinin bozulması, toplumda rahatsızlıklar...” diyerek; “tecavüze uğrayan doğursun” olarak bilinen ve AKP’li yetkililer arasında oldukça popüler olan, Gökçek’in de "Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? Anası ölsün öyleyse" diyerek destek verdiği bu “görüş”e atıfta bulunmuştu.

Mehmet Müezzinoğlu ise aynı yıl içerisinde: “Annelerin, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir. Merkeze iyi nesiller yetiştirmeye almalılar” demişti.

Yine 2015 yılında, Uğur Işılak, “Kadının fıtratında erkeğe köle olmak var.” şeklindeki “düşünce”sini sunmuştu. 

Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun eşi Sare Davutoğlu ise kadına şiddet konusunda konuşurken: “Ben kadına şiddet dememizin de bu konuyu büyüttüğü kanaatindeyim. Şiddeti bir bütün olarak ele almamız lazım” fikrini ortaya atmıştı.

2016 Nisan ayında, Trabzon'un Of İlçesi'nde verilen afet ve acil durumlarla ilgili eğitimde, AKP'li Belediye Başkan Vekili Halil Alireisoğlu, eğitimi veren Ayşe Yılmaz’ın konuşmasına, “Sen kimsin de bize vaaz veriyorsun? Bu kadın nereden çıktı? Bu ne iş? Erkekler kadınlardan eğitim mi alırmış? Bizim kadınlardan alacağımız eğitime ihtiyacımız yok!” diye bağırdı. Savunması ise “Temelde bayan olduğu için tepki gösterdim. Bayanların konuşacağı yer vardır, erkeklerin konuşacağı yer vardır” şeklinde olmuştu. 

Tüm bunlarla birlikte kaçınılmaz olarak gericiliğin, tam da AKP’nin hayalini kurduğu gibi dinsel referansları ve geleneksel düşünce yapısını temel alarak oluşan toplumsal yapının karşısına aydınlanma ve akılcı düşünceyi koyan modernizm ile olan savaşı ise hiç bitmedi. Zaman zaman, ağzı köpürmeden konuşamayan bu zihniyet, eline kalem aldı.

Aydınlanma Çağı filozoflarından Immanuel Kant 1784 tarihli "Aydınlanma Nedir?" adlı eserinde “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmama durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. [...] Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık” diyerek aydınlanmayla bağı kopmuş ve ‘aklını başkasının kılavuzluğu olmadan kullanamayan’, gericilikle eli kolu bağlanmış bir toplumun normlarını çizer. Esasen toplum adına karar almaya ve toplumu “dinsel referanslarla” yönetmeye çalışan AKP iktidarının modernizmle, aydınlanmacılıkla olan düşünsel savaşını da aydınlatır söyledikleri, çıkış yoluna da işaret eder. 

Ortaçağ karanlığına olan özlemiyle gerici bir Vahdet yazarı ise 2015'te şöyle diyebilmektedir: “Medeniyet kadını yoldan çıkardı! Kadın önce kabından sonra da yoldan çıktı. İsrail’in Mısır’dan çıktığı gibi bizim de medeniyetten çıkışa ihtiyacımız var. Derhal kadına çeki düzen vermek gerekiyor yoksa zeminimizi yitiriyoruz. Kadını iş kadını yapayım derken anneyi, eşi, bacıyı ve hanımefendiyi kaybediyoruz.”

İktidarın zihniyetinden güç alan yandaşlar ise dehşet veren düşüncelerini yazmaya veya söylemeye hız kesmeden devam ettiler.

2014 yılında bir konuşmasında Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nureddin Yıldız; “Her çalışan kadın, gözü doymamış erkek demektir. Çalışan kadın ya evlenmeyi erteleyerek erkeklerin evlilik sürecini baltalıyor ya da evli olduğu halde çalıştığı için yorgunluğu ve vakit darlığı nedeniyle erkeği ile ilişkisinde kadınlığı arızalıdır. Kadınlığı arızalı olduğu için erkeğin gözü açtır. O evinde erkeğini eksik bırakıyor erkeği de iş yerinde bir başka kadına tasallut oluyor. Böyle fuhuş değil ama fuhuşa hazırlık yapan sürece destek oluyor. Ayrıca çalışan kadın doğurmayan ya da az doğuran kadın demektir. Yani benim ümmetim zarar gördü" demiş, bu yıl da hız kesmemiş, skandal sözlerine bir yenisini ekleyerek: “Kadın sadece tek bir şartla çalışabilir, o da erkek izin verirse…” diyebilmişti. Yıldız’a yönelik suç duyuruları hemen reddedildi ve bu yaşlı yobaz, çalışmalarına apaçık devam edebildi.

Ramazan’da TV8’de yayımlanan bir sahur programına konuk olan Cevat Akşit ise oruç tutmayan kadınlar için “O hayızlı kadınlar da biz tutmuyoruz diye sokakta bir şey yiyemezler. Dayak yerler ha bak. Dinen dayak yerler. Gizli yesinler” demişti.

Facebook’ta, görüldüğü anda insanı dehşete düşüren bir paylaşımla devam edebiliriz. II. Abdülhamit’in torunu Orhan Osmanoğlu, 22 Haziran tarihinde kendince bir fotoğraf paylaşımı yaptı. Torunun, “Sene 1900... İstanbul Gülhane Parkı. Tarihini unutan bir nesil; Çıplaklığı medeniyet zanneder...” açıklamasıyla paylaştığı fotoğraf ise şu şekildeydi: 

En yakın zamanda ise, “Nüfus Hizmetleri Kanunu Tasarısı” ile karşılaştık. Bu tasarının incisi, müftülere resmi nikah kıyma yetkisinin verilmesi oldu. “Ne yapmaya çalışıyorlar?” sorusunun yanıtı ise açık: AKP, Türkiye’yi bir şeriat devletine dönüştürmek adına attığı adımlara hız kesmeden yenilerini ekliyor. Din adamlarına resmi nikah yetkisi vererek laikliğe apaçık bir tekme indirmek istiyor. Bu yetkinin ardından zincirleme olarak boşanma, miras ve velayet gibi maddelerin şeriat hükmüne bağlanarak kadınların daima yüz yüze geldiği eşitsizliğin git gide artması sağlanabilecek. Daha da korkutucu olanı, bu yetki sayesinde, taciz ve tecavüz vakalarının üzerinin örtülmesi kolaylaşabilir, çocuk yaşta gerçekleştirilen evlilikler artabilir.

Hukuka vurulan bu darbenin tasarı halinin ülkenin meclisinde tartışılması ise senelerdir sistematik bir biçimde cumhuriyete yöneltilen saldırıların bir devamı niteliğinde. Tasarı, AKP’nin şeriat hülyalarıyla da en çok bu noktada temas ediyor.      

AKP’li kadınların derneği KADEM ise bu şeriat tasarısının en büyük destekçilerinden. Desteğinin sebebininin, tasarının evlilik akdinin yaygınlaşmasını sağlaması olduğunu belirtiyor. İstiyorlar ki, din bireysellikten sıyrılıp yeniden hak, hukuk ve toplumsal yapı üzerinde söz sahibi olsun.

Bunun sebebi de tasarının amacı kadar açık: KADEM de şeriat istiyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya da koroya katılmaktan geri kalmadı elbette: “Eleştirilere katılmıyorum. Çünkü müftülerin kıydığı nikah resmi nikah sayılacak. Belediye memurunun kıydığı nikahtan hiçbir farkı olmayacak. Nikah yaşıyla ilgili hiçbir değişiklik yok” dedi. 

Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ da dalga geçercesine:  "Bu değişiklik, laiklik ilkesine aykırı değildir; aksine tam da laiklik ilkesinin gereğidir; hukuk devletinin gereğidir."diyerek, müftülere resmi nikah yetkisi verilmesinin laikliğin gereği olduğunu iddia etti.  

İnsanlık, kendini saran zincirleri kırma iradesine daima sahip oldu. Kimi zaman ise sahip olduğu iradeyi, kendilerine gericilikten örülmüş bir deli gömleği giydirmeye çalışan egemen sınıfların tam yüzünün ortasına çarptı. Bundan 200 yıl evvel, gökte aradığı iradeyi yerde buldu. O iradeyle aklın ve bilimin yolunu seçti.

Türkiye ilericiliğinin gericilikle olan savaşı ise hiç bitmedi. Dönem dönem yeni yüzlerle ringe çıkan gericilik, Türkiye’deki seküler birikimi alt etmeyi hiçbir zaman başaramadı. Aydınlanma fikri, bu memleketin damarlarında akmaya devam etti. Fakat, yine yeniden üretilmeli.

Gericilik, daima kadınları işaret ediyor. Fakat gericiliğin kadınlarla olan derdi, yalnız kadınların değil, tüm toplumun sorunu. Gericiliğe karşı aydınlanma mücadelesinde, bu memleketin emekçi kadınları var gücüyle en ön saflarda olacak.

Toplum kurtulacak, kadın kurtulacak. Türkiye, AKP’nin diktiği şeriat gömleğine sığmayacak.