Yalçın Küçük: Çıkış

Hakan Erol

Blog: Serbest Kürsü

Türkiye’nin en önemli aydınlarından birisidir Yalçın Küçük.  Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler’de okuyan Küçük, öğrencilik hayatı boyunca bir çok ilerici, devrimci yapının başkanlığında bulundu. 27 Mayıs darbesi öncesinde yapılan öğrenci eylemlerinin başında yer aldı.* Daha sonra Amerika’ya giden Küçük, burada lisans eğitimi aldı.

1966’da Yön ve Emek dergilerinde yazılar da yazan Küçük, Sovyetoloji araştırmalarını kitaplaştırdı. Bu kitap dolayısıyla sekiz yıla mahkum edildi.

1970’lerde TİP’in ikinci kuruluşunda yer aldı. 1979 yılında kendisiyle birlikte partiden ihraç edilenlerle Sosyalist İktidar dergisini çıkarttı.

80 darbesinden sonra aydınların örgütlenmesine karşı büyük çaba harcadı. Aziz Nesin ile beraber ‘’Aydınlar Dilekçesi Hareketi’’ni örgütledi.  1998’de ‘’Kürtçülük Propagandası’’ yapmakla suçlandı ve iki yıl hapse çarptırıldı.

Ömrü sürekli mücadelelerle ve hapislerle geçen Küçük, 2009’da Ergenekon kapsamında gözaltına alınıp bir süre sonra serbest bırakıldı. En son 2011 yılında aynı dava kapsamında tutuklanan Küçük, 2014’te tahliye oldu. Tahliye olur olmaz da; Türkiye’nin siyasi hattını, 1923 Cumhuriyeti'ni, Kürt sorununu, AKP’nin iktidar bağlarının nereye dayandığını ve yeni bir cumhuriyetin nasıl olması gerektiğini anlatan ansiklopedik bir kitap çıkardı: "Çıkış"

Küçük, kendilerinin hapse atılmasını ve ‘’çıkış’’ kapısını görmelerini şöyle özetliyor: "Bizi sadece yüksek komutanlar, sadece oligarşi, sadece Kılıçdaroğlu-Mılıçdaroğlu içeri itmediler ve başta Washington, Ankara’da elçilikleri, her adıma izlediler ve şahıs düzeyinde de karar oluşturdular. İçeri soktular; Erdoğan ise bu ağda sadece bir aparatçik konumundadır. Bunu tekrarlıyorum, Washington’un rolünü ise hiç küçümseyemeyiz; Deniz Kuvvetleri’ni çökertme saldırılarında, Washington’ın insiyatifi vardır, Akdeniz’deki hareket kabiliyetini zayıflatmak istediler.

… Yalniz hep böyle gelmişse de böyle gitmez ve gitmediğini biliyoruz; Ankara eski büyükelçisi James Jeffrey’in kısa raporu ikna edici olmalıdır; bu gidişle, Washington Türk ordusunu kaybeder, diyordu ve doğrudur. Sonuç alınmıştır, önce Tel-Aviv ve arkasından Washington, bu menfur ittifaktan çekildiler. 'Çıkış' kapısını görmeye başlıyoruz.

…O halde ve özetle bizler, Gül’ün tayin ettiği Gülen’in hukukçuları eliyle, tahliye ediliyorduk. Güzel, Obama’nın ricasıdır, diyoruz."

İçeriye girişi ve ‘’çıkış’’daki hukuksuzluğu ise iki cümleyle özetliyor; "Bizi zındana nasıl koydularsa çıkışımızı da öyle yaptılar. Hukuksuz ve kanunsuz olarak tıkıldık ve hukuksuz olarak bırakıldık."

Küçük, kitabında Doğu Perinçek ve Soner Yalçın’a da ateş püskürüyor; "Erdoğan’ın işi zorlaşıyor; üzülmeye başladığımı saklamıyorum. Amma ve lakin, Yüce Gök’e şükürler olsun, Doğu Perinçek ve Soner Yalçın varlar; her vesileyle, yardımına yetişiyorlar. Hiç yalnız bırakmıyorlar; Erdoğan’ın en sıkıntılı zamanlarında, hemen yanındadırlar. Yüce Gök’ten, hizmetlerinin karşılıksız kalmamasını diliyorum; çolukları ve çocuklarını düşünüyorum."

Diğer Silivri sanıklarından gazeteci Mustafa Balbay’a ve asker Engin Alan’a da kitabında yüklenen Küçük, onların ‘’sadece hapishane değiştirdiklerini’’ ifade ediyor; "Mustafa, Kılıçdaroğlu’na ve Engin Paşa, Bahçeli’ye esir oldular; hallerine bakıyorum ve ağır utanç içindeyim.

…gönüllü esirler olarak görüyorum. Hiçbir sorunları ve ağızları yoktur, akepe’nin varlığından haberdar değiller, cumhuriyetin en büyük tehditle karşı karşıya olduğunu hiç bilmezler. Tutsaktırlar ve her ikisi de kendi diktatörlerinin, tekrar saylav yapmalarını bekliyorlar. Ve ben utanıyorum."

Biraz daha ileriye giden Küçük, çok önemli bir durum tespiti yapıyor; "Ben içeride tutsaktım, onlarsa dışarıda köle…"

2002-2003 yıllarında Deniz Baykal’ın, Erdoğan’ın önünü nasıl açtığını ve gizli-kapaklı nasıl buluştuklarına da değinen Küçük, Baykal’ı, devamında Kılıçdaroğlu’nu ve CHP’yi, Cumhuriyet’e ihanetle suçluyor;  "Deniz Baykal ile akepe başkanı Tayyip Erdoğan, Çengelköy’de bir balıkçıda buluştular. Buluştukları salona kimseleri almadılar. Çengelköy’de, sadece MİT mensubu olma ihtimali yüksek tek bir görevli bulunduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.

… Erdoğan’ın, Baykal’a bir müstehcen kaset gösterdiğini tahmin ediyoruz, başka türlüsü daha vahimdir. Yasaklı Erdoğan’ın Başbakan olması bu sözleşmenin sonucudur; Türkiye, islamcı Doğu ve laik Batı olarak ikiye bölünüyordu. CHP her türlü seçimden ve muhalefetten çekilmişti; Erdoğan sürekli başbakan ve Baykal, 2007 yılında, cumhurbaşkanı oluyordu. Baykal, yobaz bir Türkiye’nin cumhurbaşkanlığına hemen hazırlandı, ‘’çarşaf açılımı’’ ile başladı, çarşaflanmış kadınlara, CHP rozeti takıyordu, artık sokaklara çıkmış durumdadır. Tepki gösterenlere de ‘’çarşafıma dokunmayın, kardeşim’’ diyordu ve çok mesuttur.

…İslamın Türkiye’de en hızlı yürüdüğü zamanda, CHP sadece sustu. CHP, kardeş parti akepe ile, yobazizme dönüş yapıyordu."

Kılıçdaroğlu’nun asker düşmanı ve Gülen’e bağlı olduğunu da belirten Küçük, Gülen ve Kılıçdaroğlu’nun ortak özelliklerinin cumhuriyet ve laisizm düşmanlığında birleştiklerini ifade ediyor.

CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’yla, Davutoğlu arasında da ilginç bir benzerlik kuruyor Küçük; "İhsanoğlu’na, ’oyuncak model’ demiştim, Davutoğlu’nu ise ’model oyuncak’ sayıyoruz, aralarında başka bir fark göremiyoruz.Ve her açıdan oyuncak İhsanoğlu’dur."

Ordunun bittiğini ve kemalist ordunun tasfiye edildiğini belirten Küçük, ordunun en üst kademesinden, en alt kademesine kadar, tamamen AKP ve cemaatin elinde olduğunu söylüyor. Dönemin Genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu için ise ‘’iktidarı AKP’ye veren adamdır’’ diyor; ‘’ MİT’ten D.Bahçeli ve Washington’a bağlı Kemal Derviş, yasal olarak en az bir yıl varken, Başbakan Ecevit’ten habersiz, erken seçim ilan ettiler ve şartlar başkaydı, engelleyebilecek bir muhalefet oluşmuştu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu, gene de seçimin yapılmasını zorladılar ve sağladılar.

…Güzel, Kıvrıkoğlu, akepe’ye iktidar veren adamdır.’’

Ordunun kendi kendini bitirdiğine değinen Küçük, tek cümleyle bunu şöyle özetliyor; ’’Ordu’nun tepeden inme islamizasyon yolu, intiharı da olmuştur.’’

İslamizasyonun, üç darbeden sonra geldiğini söylüyor Küçük. Ve bunu kendi tahlilleriyle sunuyor; ‘’Bir, 12 Eylül 1980 öncesinde ‘’darbe’’ teşhis ettim. İki, 13 Haziran 1993, anında ‘’darbe’’ yazdım ve hiçbir gazetede yer almayacağından emin, açıklamamı bütün basına dağıttım. İsrail’in has darbesi ve Erbakan-Çiller Hükümeti en yüksek noktasıdır.Üç, 3 Kasım 2002, ‘’seçim değil darbe’’ ilan ettim. Darbe yapmadım, yazarım ve yazıyorum. Birbirinin devamıdır ve tek’tir, üçü bir eldedir.’’

Küçük, Kürt sorununa da değiniyor. PKK’nin kuruluş aşamasını, ortaya çıkışını ve günümüzde geldiği noktayı da anlatıyor. PKK’nin çıkışının sol olduğunu belirten Küçük, PKK’nin sınıfi eylemler peşinde olduğunu şu sözlerle dile getiriyor; ‘’Aşiret reisleri ve ağalar hedefindedirler. Yoksul Kürt emekçilerinin partisi olmak istemektedir. Laiktirler.’’

PKK’nin 90’lı yıllarda soldan kopuşunu ve bugün geldiği noktayı eleştiren Küçük, yeni bir ülkenin ve cumhuriyetin Kürt ve Türk emekçilerinin omuzlarında yükseleceğini belirtiyor…

‘’Materyalizm’’den, ‘’İnönü Zaferi’’nin yokluğu teoremine, Mehmet Akif’in, İstiklal Marşı’nı yazmadığı tezinden, dinlerin tarihine-Roma’ya kadar uzanan geniş bir konu yelpazesi bizleri bekliyor bu kitapta…

Kitap Türkiye siyasi tarihinin bilinmeyen yönlerini, detaylıca inceliyor. Kaynak niteliğindedir.

Ansiklopedik bir kitap olması dolayısıyla dili çok ağırdır. Kitabın tek ‘’kusuru’’ sadece bu dil olabilir.

Küçük, Çıkış üçlemesinin ilk kitabında ordunun bittiğini ve seçimlerin sonunu ilan ediyor.

Yalçın Küçük hayatı boyunca hiç boyun eğmedi. Hep mücadele verdi. Tutsaklıkta veya çıktığında hiç pişman olmadı. Onu kimlerin içeri tıktığını ve çıkardığını çok iyi biliyor. Perinçek veya Balbay gibi ‘’köle’’ pozisyonuna hiç düşmedi. Biz onu hep asi kişiliğiyle ve konuşurkenki ‘’jest-mimik’’ hareketleriyle tanırız. Her dönem, her kademede sorumluluklar aldı Küçük, sayısız kitap çıkardı. Yine sorumluluk üstlendi ve ‘’Çıkış’’ı yazdı.

Son sözü ise yine hocanın kitabındaki sözüyle bitirelim; ‘’Bu bir ansiklopedidir, cahiliyeye panzehir olarak kurduk…’’


* Yalçın Küçük kitabında 27 Mayıs’ı büyük bir devrim olarak nitelendiriyor ve ‘’İsmet Paşa’yı nasıl kurtarmaya çalıştığından’’ şu şekilde bahsediyor: ‘’Benim üniversiteye girişim, 1956 sonbaharında oldu; nerede ise sadece Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne ve kısmen, Teknik Üniversite İnşaat Fakültesi’ne sınavla giriyorduk; yalnız giriş demek, Siyasal’a giriştir. Ben birincilikle girdim, insan birden ‘’şöhret’’ oluyordu ve tam girdim. Demokrat Parti iktidarı, üniversiteye baskı yolunu seçmişti, Dekan Feyzioğlu’nu tard ettiler. Ve durmadık, ilk tepkiyi örgütledik, ayrıca, zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a, sert bir mektup gönderdik. Taner Timur, benden iki sınıf önceydi, giriş birincisi, İngiliz ve Fransız ihtilalindeki asiller misli, öncülük bize düşüyordu; en yukarda Taner’in ve sonra benim imzam yer alıyordu. Dokuz öğrenci, başta ikimizi, üniversiteden kovdular ve daha tanınır oluyorduk. Güzel ama, olduysak, omzumuza bir sorumluluk biniyordu, ‘’ne yapmalı’’, yanıma daha sonra vali olan Sami Sönmez’i ve daha sonra trt genel müdürü olan Nedim Tekin’i aldım ve İsmet Paşa’ya gitmeye karar verdim. Randevu almak kolay oldu, sanki Paşa bizi karşılamaya hazırdı. Köşkünde konuk ettiler; Mevhibe Hanım sütlü kahve yapmıştı, yanına aydın inciri koydular. İsmet Paşa’yı çok hoşnut ve heyecanlı buldum, ben pek küçük bir çocuktum. Önemli iş yapan bir insan, fakat, heyecansızdım, öyle hatırlıyorum.

Viyana Kongresi sırasında, 1815, Metternich’in büyük tehlike saydığı, ‘’insanların haddini bilmez hali’’ bende de hasıl olmuştu, o zaman bilmiyordum. Girer girme, ‘’Paşam, seni kurtarmaya geldim’’ dedim, umarım ‘’sizi’’ demişimdir, kaba ve saygısız konuşmayı o zaman da sevmiyordum. Şimdi hatırladığım üzere yazıyorum.

İsmet Paşa çok sevinmiş göründü; belki kapısını çalan ilk haddini bilmezdim. Beni konuşturuyordu, zaman zaman, Adnan Bey’in gönderdiği bir ajan olmamdan kuşkulanıyordu, ihtimal veriyordu; bu nedenle olabilir, istihbarata, güven veren sorular soruyordu ‘’ha, dersler iyi mi’’ tekrarlıyordu, ben ‘’birinciyim’’ diyordum, devam ediyordu.

Unutmuyorum.

Bazen ‘’duymaz’’ İsmet Paşa oluyordu, beni koltuğuna çağırıyordu; çok küçüktüm, br koltukta, sanki kucağına oturuyordum. Ben, ‘’Paşam, seni kurtarmaya geldim’’ diyordum. Paşa, ‘’ha İngilizcen iyi mi, Almanca’da öğren…’’ diyordu. Paşa, bana nasıl Almanca öğrendiğini anlatıyordu… Paşa’dır, istihbaratçıların payını unutmuyordu… Paşa’dır.’’