Marko Paşa’cıların aydınlığı ve kararlılığı

Hakan Erol

Blog: Serbest Kürsü

"Aydın kimliği", üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir kavramdır. Günümüzde her yazara ve her yazana aydın deniyor. Bu sıfatta bulunanlar ya ‘’aydın’’ kavramını bilmiyor ya da bu kavramın ‘’içini boşaltmak’’ için çabalıyor. Oysa aydın duruşu diye bir şey vardır. Türkiye’nin en önemli aydınlarından olan Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ı ve yine onların çıkardıkları Marko Paşa siyasi mizah gazetesini biraz incelemekte fayda var bu yüzden.

Tan Matbaası’nın basılması ve yakılması üzerine Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz bir araya gelerek Marko Paşa’yı çıkarma kararı almışlardır. Kolektif bir iradenin sonucunda çıkan gazetenin, içerisindeki yazılarda ortaktır. Kim yazarsa yazsın, hedef bellidir. Yazandan ziyade, konu önemlidir. Rasih Nuri İleri bu konuya şu şekilde açıklık getirir: ’’…Yahut da öylesine karışmıştır ki, Markopaşa’daki hangi yazı onun, benim, şunun, bunun olduğu, belli değildir. Belki bazı kişiler ‘’Yalnız ben yazdım’’ demek isteseler bile bu böyledir.’’ İlk sayıyı 4 sayfalık bir gazeteyle, 6000 civarında basmışlardır. Daha ilk gazetede ne amaçlandığını ise açıkça belirtmişlerdir: ’’...Marko Paşa’da okuyucularımız alışılmış olandan ayrı bir mizah bulacaklardır.’’

‘’Muhalefetin olmadığı yerde aydına her zamandan daha çok iş düşmektedir.’’ Marko Paşa’nın çıkış gerekçesinin en başına bunu yerleştirebiliriz. Bu dergiyi çıkaran aydınların bize öğrettiği en büyük ders ise bir insanın nasıl yaşaması gerektiğidir.

Marko Paşa’nın fıkraları dönemin meclisinde bile konuşulurdu. Hükümetlerin en korktuğu şeydir mizah. Çünkü mizah bir yandan insanı gıdıklarken, diğer yandan ısırıyordu. Bu yüzden baskılar, işkenceler, ölümler ardı sıra gelecekti…

Marko Paşa’yı önce hiçbir dağıtımcı üstlenmek istemez. Polis dağıtımcıları önceden uyarmış ve tehdit etmiştir. Dağıtımcılar ise ‘’satılmaz bunlar burada’’ diye Aziz Nesin’i caydırmaya kalkmıştır. Aziz Nesin aydın sorumluluğunun bilinciyle yapması gerekeni yapmıştır, kendisinden dinliyoruz: ’’Kolumun altına ikibin gazeteyi alıp sokağa çıktım. Marko Paşa’yı kendim satacaktım. (…)Eminönü meydanına gelince gözümü kapayıp ‘’Markopaşa’’ diye avazım çıktığınca bağırmaya başladım. Gazete adeta kapışılıyordu. (…)Böylece dörtbin gazeteyi bütün İstanbul’a dağıttım, ikibin gazeteyi de taşraya yolladım. Gazetenin çıktığından iki gün sonra hiçbir gazetecide Markopaşa kalmamıştı, hepsi satılmıştı. Taşradan, il ve ilçelerden, ‘’100 daha gönderin’’, ‘’200 daha gönderin’’ diye mektup ve telgraflar yağıyordu.’’

Halk Marko Paşa’yı bağrına basmıştı. İkinci sayısı 10000, üçüncü sayısı 12000 adet basılan gazetenin hepsi çok kısa sürede tükendi. Bu şekilde 80000 bin tirajını(1) yakalamıştır Marko Paşa.

‘’…Kökü dışarıda’’ terimi ilk kez bu dönemde kullanılmıştır. Mecliste konuşma yapan Cemil Sait Barlas, Markopaşa’yı ‘’kökü dışarda’’ olmakla suçluyordu. Aziz Nesin’in, Marko Paşa’daki ‘’Topunuzun Köküne Kibrit Suyu’’ başlıklı yazısı tüm gericilere adeta birer tokat niteliğindeydi: ’’Cüzdanlarımızda yabancı bankaların hesap defterleri mi var? Neden bizim kökümüz dışarıda? Tapuları karımızın üzerine yapılmış apartmanlarımız mı var? (…)Sizden her zaman daha kolay elde edebileceğimiz refahı teptiğimiz için,(…)menfaat ve rütbeleri suratlarına fırlatacağımız için mi kökümüz dışarda? (…)bize kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun, topunuzun köküne kibrit suyu!’’

Tiraj ve etki alanı arttıkça, egemenlerin gözü de korkmuştur Marko Paşa’dan. Bu yüzden sık sık toplatılma ve gazete kapatmayla karşı karşıya kalınmıştır. Hiçbir matbaa korkudan dolayı gazeteyi basamaz hale gelmiştir. Yine iş başa düşmüştür. İki hafta çıkamayan gazete tekrardan uzun uğraşlar sonucu çıkmaya başlamıştır. Bu sefer ‘’Gutenberg Matbaası(2)’’ adı verilen teksir makinesiyle basılmıştır. İki yapraklı, ancak sadece ön yüzleri basılan ve arka yüzleri beyaz kalan gazete 20000 adet basılmıştır ve yine kısa sürede tükenmiştir. Üstelik tek bir iade bile dönmemek üzere. Baskılar ve tehditlere boyun eğmeyen aydınlar, bu sayıda da gazeteyi çıkarma amaçlarını bir kez daha yinelemişlerdir: ’’…Dünyaya niçin geldiğini, niçin yaşaması ve niçin ölmesi lazım geldiğini bilen insanlar bu gazeteyi çıkarıyorlar.’’

Marko Paşa’da çıkan yazılardan dolayı Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz belirli aralıklarla ve sürelerle hapse girmiştir. Hapisten yazı yazıp dışarı kaçırmışlardır. Rıfat Ilgaz ciğerlerinden rahatsız olduğundan dolayı bir süre sonra hastaneye yatırılır(3). O da hastaneden yazı kaçırarak gazeteye yollar. Polisler hastaneyi didik didik ederler, yazıları bulmak için yastığa kadar her şeyi sökerek ararlar. Ama nafile… Böylece hiçbir şey, hiçbir irade ve hiçbir baskı bu aydınlara boyun eğdiremez…

Cumhuriyet tarihinin, ilk ‘’ilk faili meçhul yazar’’ cinayeti, Sabahattin Ali’nin katledilmesiyle perdelenir. Gericiler ve dönemin hükümeti, boyun eğdiremediği bir insanı, tamamen susturma yoluna gitmiştir. Ali’nin cesedi 3 ay sonra ancak bulunabilmiştir. Bu olay bile Marko Paşa’cıları yıldıramamış, cesurca gazeteyi çıkararak, bu defa daha bir bilinç ve öfkeyle halka ulaştırmışlardır.

Ali’nin ölümünden sonra da gazete sık sık toplatılma kararıyla karşı karşıya kalmıştır. Dönemin savcısı Hicabi Dinç, gazete çıkar çıkmaz toplatma kararı uygulamıştır. Marko Paşa’cılar bu olayı mizah yoluyla şu şekilde açıklamışlardır: ’’Bu gazete Cuma günleri saat sekizde çıkar. Sekizle dokuz arasında fırsat bulursa satılır. Dokuzda toplatılır. Saat onda, muharrirleri sorguya çekilen basın hürriyetinin kurbanı felaketzede bir gazetedir.’’ Aziz Nesin ise işi biraz daha ileriye götürerek, gazeteyi toplatma kararı veren savcıyı da mizaha katar: ’’Şimdiye kadar hiçbir iş yapmamış bile olsam, Hicabi Dinç’i, sosyalizme ait Türkçeye tercüme edilmiş birkaç sahife okutmak mecburiyetinde bıraktığım için öğünebilirim.’’

Marko Paşa, yasaklardan ve bir takım sebeplerden ötürü farklı isimlerle de çıkmıştır. Malumpaşa, Merhumpaşa, Alibaba, Hür Markopaşa gibi… Alibaba ismiyle çıkışı Aziz Nesin şöyle özetlemiştir: ’’Biz müsamahakar insanlarız. Paşayı elimizden alanların, bu sefer Babayı da almalarına göz yumarız.’’

Nazım Hikmet, 1952 yılında Moskova’dan yaptığı açıklamayla Marko Paşa aydınlarını över: ’’…Bu, Türkiye’de o zamana dek olmayan bir politik mizah gazetesiydi. Markopaşa emperyalizmin aleyhinde yazıyor, Türkiye gericiliğiyle ve burjuva partileriyle alay ediyordu. (…) Markopaşa’nın demokrasi, ulusal bağımsızlık ve barış uğrunda ve emperyalizme karşı yürütülen savaştaki rolü çok önemlidir.’’

Marko Paşa, toplam yedi ad, sekiz sahip, on yazı işleri müdürü, dokuz matbaa, on adres değiştirerek 77 sayı çıkabilmiştir. Bu gazeteler aleyhine 28 dava açılmış, yazarları toplam 8 yıl, 3 ay, 7 gün ceza almışlardır. Gazetenin ilk sahibi Sabahattin Ali ise öldürülmüştür!

Aydın olma sorumluluğu tam da burada yatıyor işte. Baskılara göğüs germek ve ne pahasına olursa olsun halkın çıkarlarını savunmak, bildiğin doğrulardan vazgeçmemek ve en önemlisi boyun eğmemek. Marko Paşa’cı aydınlar, emperyalizme kafa tuttular. Marshall ve Truman yardımlarının, bağımsız bir ülkeyi zedelediğini, Amerika’ya bağımlılığa yol açtığını söyleyip, şiddetle karşı çıktılar. Köy Enstitüleri’ni savunup, gelişmesi ve daha nitelikli işlerin çıkması için emek harcadılar. Gericilikle, ‘’müzakere’’yi değil, sıkı sıkıya ‘’mücadele’’yi seçtiler. Meclisteki düzen partilerini, sermayeyle bağlantılarını, pis çıkar ilişkilerini ortaya döktüler. Hapishanedeki işkenceleri, kötü koşulları, içeride dönen kirli ilişkileri açıkladılar. En önemlisi yılmadılar, pes etmediler. Üç aydın isim, Marko Paşa dışında da sürekli olarak kavgalarını yürüttüler. Örgütlü mücadele verdiler. Umutsuzluğa ve karamsarlığa ise prim vermediler; ne hasta yataklarında, ne hapiste, ne de yakılmak istendiklerinde!

Bugünkü ortam, dünden daha iyi değil. Her dönemin zor koşulları vardır. Her dönem aydın insan bu zorbalığa karşı mücadele eder ve halkı bilinçlendirir. Ahmet Ümit geçen gün bir röportajında: ‘’Herkes gibi çok korkuyorum; başıma her şey gelebilir(4)’’ demiş. Dedik ya herkes aydın olamaz, her eli kalem tutan aydın değildir diye… Kimse Ahmet Ümit’ten ‘ramboluk’ beklemiyor, ancak az bir şey de olsa Marko Paşa ruhu olmalı; kalemi kağıda çalan bir insanda. O kalemin hakkını verebilmek için en azından. Aziz Nesin bu durumu şu şekilde açıklar: ‘’Korkuya bile saygı duyarım, insancıl bir duygudur, ama korkudan korkmak iğrenç bir şey!’’

İşte bu yüzden #AzizNesinOlunmalı diyoruz. 100 yaşındaki bu çınarın ve diğer Marko Paşa’cıların aydınlık ve kararlılığı ile; gericiliği ve emperyalizmi bu memleketten söküp atmak ve bu düzeni değiştirmek için...

Çünkü biz Marko Paşa’cılar gibi inatçı, örgütlü ve başı dik yaşayanlarız.


(1) Dönemin en çok satan gazeteleri bile 30000 bandını göremezken, Marko Paşa 80000 adetlik tirajıyla büyük ses getirmiştir.
(2) Matbaayı bulan kişi olan Johannes Gutenberg’in ismi verilmiştir.
(3) Ciğerlerinden rahatsız olan Rıfat Ilgaz, daha sonra anılarında doktorun kendisi için söylediği cümleyi aktarır: ‘’Be oğlum!’’ dedi. ‘’İnsan bu ciğerle böyle işlere girer mi?’’
(4) http://www.birgun.net/haber-detay/ahmet-umit-herkes-gibi-cok-korkuyorum-...