Kapitalizmde özgürlük: McCarthy

Hakan Erol

Blog: Serbest Kürsü

Kapitalist dünyanın tarihi alçaklığın hüküm sürmüş halidir. Kapitalizm ve dolayısıyla anti-komünizm dünya halklarına ‘’demokrasi’’ adı altında pazarlanmıştır. SSCB kapalı bir kutu, bakın biz alabildiğine özgürüz… Yersen…

Özgürlük kavramı çok ciddi ve geniş bir kavramdır. Salt özgürlük kavramı mutlak olarak soyut bir kavrama işaret etmekle birlikte, anlamsızdır. Özgürlük, yanına eşitlik geldiği oranda değerlidir. Mesela kapitalizmin cafcaflı sözlerinden bir kaçına göz atalım: ‘’Seyahat etme özgürlüğün var senin, biz kapalı bir kutu değiliz canım sonuçta!’’ Şimdi bir işçiyi, emekçiyi düşünelim. Bugün en ucuz pasaport bir defa iki yüz liradan başlıyor. Bunun dışında gideceğin ülkeler için vereceğin yol parası ve orada yapacağın masrafı hesaba katmıyoruz. Vergilere ise hiç girmiyoruz… Demek ki ne çıkıyor ortaya, seyahat etme özgürlüğü, salt tek başına anlamsızmış. Bu özgürlük, kapitalistlere yani sermaye sınıfına vardır, alın teriyle çalışan insanlara ise yoktur. O yüzden mutlaka yanına eşitlik getirilmelidir.

Bir başka örnek, ayfonun bilmem kaçıncı serisi çıkmış piyasaya. Kapitalizmin en sevdiği şey; ‘’yeniyi hemen al ve tüket!’’ Kapitalizm, o görkemli vitrininde ayfonu tüm parlaklığıyla işler. ‘’Bunu serbest piyasa koşullarında dilediğince alabilirsin, özgürsün!’’ der. Her şeyden önce unutmayalım, bunlar bize özgürsün diyorlarsa; bilin ki biz ayaklarına zincir vurulmuşlarız! Ve ayaklardaki zincirleri kırabilmek için önce aklın zincirlerini parçalamak gerekiyor! Ayfonun bir fiyatı, bir işçinin aylık kazandığı parayı 4 ay boyunca hiç dokunmadan köşeye koyması demektir. Yemeyecek, içmeyecek, giymeyecek, 4 ay sonra ayfonun bilmem kaçıncı serisini alacak; ‘alabilme özgürlüğü’ olacak! Kaldı ki 4 ay sonra ayfonun bir yenisi daha çıkar zaten… Kapitalizm işte budur, insan aklıyla dalga geçme sanatı!

Demek ki… Eşitliğin atlanıldığı, üstünden zıplayıp, yanından es geçildiği bir durumda, özgürlük kendi başına bir hiçtir. Kapitalizmde burjuvalar sınırsız özgürdür, doğrudur. Ama geri kalan herkes de olabildiğince eşitsiz ve özgürlükten somut anlamda yoksundur.

15 Temmuz’da başlayan cadı avıyla birlikte 50 bine yakın insan gözaltına alındı. Bunların neredeyse yarısı oranında tutuklanma furyası var. 80 bin kişi görevlerinden uzaklaştırıldı. 24 gazeteci tutuklanırken, birçok gazete ve yayınevi kapatıldı. Solcu, ateist ve marksist akademisyenler ‘’fetocu’’ diye bir opersayonla işlerinden oldu.

15 Temmuz öncesi de pek farklı değildi elbette, ama 15 Temmuz’u, yani ‘’krizi fırsata çevirmeye’’ çalışanları, kapitalizmin en kitabi sözünü uygulamalarını atlamamakta fayda var. AKP eliyle sermaye sınıfı işçi ücretlerini indirebilmek, maliyetleri kısabilmek için korku yaratmayı bir ekonomik politika aracı haline getirdi. KHK’lerle gelen yasalar emeği budama işlemini pervasızca ve ‘özgürce’ yaptılar!

Aynı zamanda 15 Temmuz cadı avı operasyonu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kaynatılan cadı kazanını hatırlatıyor. Zamanın ABD senatörü ünlü anti-komünist kişilik McCarthy’i, insan onurunu eriten uygulamaları devreye sokuyor. McCarthy, bunu kafası estiği için yapmıyor. Sınıfının getirisine uygun hareket ediyor. Sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda politika yapıyor! 1940 ile 1950’li yılların sonuna kadar bu yöntem Soğuk Savaş döneminde bir strateji olarak uygulanıyor. McCarthy uygulamalarını CIA’de bir senaryo haline getirip dünya piyasasına sunuyor. Özellikle Latin Amerika’ya bu yöntem ihraç ediliyor.

15 Temmuz’la başlayan cadı avı ile İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kaynatılan cadı kazanı bir bütündür. Aynı sistemin; kapitalizmin ürünüdürler. O dönem çıkan yasaların bir bölümüne baktığımızda bugünün AKP Türkiyesini de görmüş oluyoruz aslında:

-Memurların Sadakat Yasası: ABD’de 1941 yılında bu yasa çıkarılıyor. Bir örgüte üye olan bir kimseye maaş ödenmiyor. Devlet hizmetine girebilmek için başvuru yapanlara ‘’sadakat’’ incelemesi başlatılıyor.

15 Temmuz sonrasını hatırlayalım. ‘’Demokrasi nöbetleri’’ne katılımı artırabilmek için, bütün memurlar neredeyse her gün üstlerine ‘’akşam ki eyleme katılıyorum’’ şeklinde imza vermek zorunda kalıyorlardı. İmza vermeyenlerin, akşamında bilgisayarları karartılıyor, işlerine son veriliyordu. Devlete sadakat; AKP’ye ve sermaye sınıfının elinde olan bir aygıta yani kapitalizme sadakattır. Bunu istiyorlar…

-Memurların Kovulması: 1941 yılında, ‘’ulusal güvenliğe tehdit’’ oluşturanların incelenmesi için çıkarılıyor. Bunun için FBI’ya bir ödenek bile ayrılıyor.

15 Temmuz öncesi/sonrası hiç fark etmiyor, bu durum bizde mütemadiyen kendini gösteregelmiştir. Feysbuk paylaşımı, şu paylaşımı, bu söylemi bir memurun işine son verilmesi için yeterli sebeptir. Öyle MİT’e falan da özel bir bütçe ayrılmadan yapılıyor hem de… Temiz iş!

-Sendikalarda Çalışma Yasağı: 1954 yılında bu yasa çıkıyor. Komünist oldukları bilinen insanların sendikalarda görev alması böylece yasaklanıyor.

15 Temmuz’dan önce, yıllara yayılan bir süreçte bizde bu işlemi yaptılar zaten. Bir zamanlar sınıfın en büyük örgütü olan DİSK, liberallerin ve bir takım düzeniçi kuyrukçuların peşine takılanların ellerinde inim inim inliyor. Emek mücadelesini salt ekonomiye indirgemeye kalkan, üretimden gelen gücünü kullanmaktan çekinen, her geçen gün üye sayısı azalan bir DİSK’le karşı karşıyayız. Çalışma Bakanı’yken, Süleyman Soylu, işçiler tarafından yuhalanırken, Kani Beko, işçileri azarlayıp, Bakan beyden işçiler adına özrünü diliyordu. Diğer sendikaların da hali ortada, Türkiye’de emek mücadelesi veren bir sendika kalmamıştır. Türkiye’de sendikacılık, sendika ağalarının ellerinde eriyip bitmiştir!

Yurttaşlıktan Çıkarma Yasası: Eisenhower Yönetiminin geçirdiği yasadır. Hükümeti devirmekle suçlanan kimseler yurttaşlıktan çıkarılıyordu. Bu dönemde Bertolt Brecht, Charlie Chaplin gibi devrimci isimler ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlardır.

Bizim elimize ise bu konuda su dökemezler, bu bir gerçek. Dünya’nın en önemli şairini, kavgasından ödün vermeyenini, memleketine olan hasretiyle hayata veda eden bir insanı, Komünist Nazım’ı bu topraklardan koparmaya, onu yurttaşlıktan çıkararak akıllardan yok etmeye çalıştılar. Yetmedi güçleri... Bizim fikirlerimiz değil, onların fikirleri bu topraklarda bir karşılık bulamaz. Bu toprağın köklerinde eşitlik ve özgürlük arayışı, insana yaraşır bir şekilde yaşayış, alınterinin ve emeğin kutsallığı hiç solmadı. Bu değerler, bu ülke topraklarında fazlasıyla var. Gericiler ise gerçek yüzlerini ortaya çıkarsınlar, ne istediklerini açık açık söylesinler, çok açık ki bu ülke topraklarında iki dakika barınamazlar. Tutunacak bir dalları olmaz. Biz netizdir, ne hedefliyorsak açık açık söylüyoruz.. Yobazlar gibi memleketin altını oyup, insanları bilmem ne kisvesi altında kandırmıyoruz. O yüzden insanlarla emek ve vakit harcamaktan çekinmemeliyiz. Onları sosyalizm mücadelesine, yani topraklarımızda zaten yeşeren umuda ikna etmeli, bu süreci omuz omuza, kol kola bir mücadeleye evriltmeliyiz.

ABD’deki bu cadı avı operasyonları elbetteki McCarthy ismi yokken de uygulanıyordu. McCarthy ile birlikte sadece isim konmuş oldu. Aynı durum bize de uyarlanabilir. Erdoğan ve şurekası her geçen gün kendi sınıfı için daha fazla işçi hakkını buduyor. Bunun dünkü adı Demirel’lerdi, Özal’lardı şimdi ise Tayyip’giller… İsim değişiyor ama amaç tek ve aynı; kendi sınıflarının çıkarlarını yerine getirmek! Emeğe yapılan bu saldırılara sınıfsal bir zeminde ve örgütlü bir şekilde karşı koymalıyız; sınıfa karşı sınıf!

Tekrar ve son olarak; onların özgürlüğü, kendilerinin, yani burjuva sınıfının özgürlüğüdür. Daha rahat emeği sömürme özgürlüğüdür, kendisine karşı olanları susturma özgürlüğüdür! Biz ise emeğin ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir memleketi kuracağız! İşte o gün…

‘’…biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya

sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya

anamız çay demliyor ya güzel günlere

sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa

sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız

bu, böyle gidecek demek değil bu işler

biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz

ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını

işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz!’’