Bir delinin Türkiye defteri

Gürkan Topbaş

Blog: Serbest Kürsü

AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu ve HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, üyesi oldukları DİSİAD'ın daveti üzerine 17 Ocak akşamı dernek binasında bir araya geldi.  Yemek sonrası DİSİAD Başkanı Burç Baysal;  "Bölgenin ve Diyarbakır'ın bu karanlık günlerden çıkması için daha fazla inisiyatif almalarını istedik. Hem iktidar partisi olan AKP, hem de muhalefette bulunan HDP'den sorunların çözümü için beklentilerimizi sıraladık…”açıklamasında bulundu. Bu durum 1 Kasım sonrası AKP ile HDP’nin açıkça bir araya geldiği ender görüşmelerden biri. İşadamları derneğinin masasında hangi kaygılar ile barış istendiği hangi sorunların dile getirildiğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok.

2009’da açıkça kamuoyuna ilan edilen çözüm süreci, inişli çıkışlı grafik göstermiş olsa da AKP ve HDP’nin oy oranını yükseltti. Halkta bir beklenti oluşması ve akan kanın son bulacağı ümidi bu iki partiyi başrolde tuttu. Çözüm süreci; AKP’nin 7 Haziran’da oy kaybı, HDP’nin başarısı ve Erdoğan’sız Türkiye adımları üzerinden “buzdolabına” kaldırıldı. Yoksul halka zülüm çektirilen bir sürece evrildi. Çatışmaların HDP’nin en yüksek oy oranı aldığı yerde ve DBP tarafından özerklik açıklamasının yapıldığı noktalarda çatışma olması bir tesadüf değil.  Ölüm bir yılan gibi en çıplak yerimizden saldırıyor, yaşam mücadelesi içinde de, Kürt Coğrafyasında en yoksullarımız aramızdan ayrılıyor. Masaya tekrar oturulacağı bir aşikâr ancak oturmadan önce hem AKP hem Kürt hareketi güçlerini test etmekte, masaya boynu bükük oturmama telaşı içindeler.

Şu aşamada hiçbir temasın olmadığı iddia edilemez. Anayasa başlığı altında başkanlık, eyalet ve özerklik gibi pazarlıklar dirsek teması ile de olsa sürmekte. Erdoğan’sız bir Türkiye gibi bir ihtimalin olmadığı bilinerek bu diyaloğun sürdüğü esnada; CHP-HDP veya CHP-MHP’nin birbirlerini suçlaması, AKP’nin ve Erdoğan’ın bu kadar güçlü olmasını birbirlerinin üzerine atması geçmişte nasılda AKP’ye kol değnekliği yaptıklarını unutturma girişimidir. Halka AKP ile uzlaşmak dışında başka çare bırakmadılar mesajının verilmesi anlamı taşımakta. Bese Hozat’ın; “CHP akıllı davransa idi bugün CHP-HDP hükümeti olacaktı” açıklaması da tam olarak bu noktaya düşüyor.

Şam’da Cuma namazı kılmak isteyen hasta adam, Şam dan Başika’ya def edilmiş ama Ortadoğu’da kalma ısrarını sürdürmüştür. Merkezi Irak yönetiminin sert açıklamaları, dünya kamuoyunun olumsuz tavrı ve Rusya’nın da tepkisi ile askeri seçeneğin masada olduğunun belirtilmesi Türkiye’yi köşeye sıkıştırmış Irak’ta kalmasını haklı çıkarmak için kimi arayışlara itmiştir. Bu noktada gelişen düzmece İşid saldırısı, bir yem olarak halka ve emperyalistlere atılmıştır. Bu yeme emperyalistler gibi bizimde atlamadığımız bir gerçek. Keza 17-25 Aralık yolsuzluk kayıtlarında da ortaya çıkan Hakan Fidan’ın “Gerekirse 4 adam gönderir, Suriye tarafından füze atışı yaptırırım” sözleri Türkiye’nin itildiği uçurumun özetidir. Hatırlatmadan geçemeyeceğim ülkesini savaşa iten diktatör bozuntusunun kara defterini İçişleri bakanı olarak öneren HDP şimdi ne yana düşer!

Ruh ve sinir hastalıklarının şehrin dışında ve geçilmez duvarlarla örülü olduğunu düşünürsek, Ankara’nın en gözde yerine kondurulan ve surlarla örülü olan ucube de tam olarak bu tanıma uymaktadır. Peki ya bu ucubenin sahibinden medet ummak, gizli kapılar ardında anayasa ve başkanlık sistemi görüşmeleri ülkenin kaderini altın tepside bir deliye sunmak değil midir?

5 sene önce Davos şovunun da etkisi kullanılarak yaratılan Ortadoğu lideri Erdoğan ve ılımlı islam Türkiye’si duvara çarpmış durumda. Gerek Suriye’de işlenen savaş suçları gerek İşid ile olan temas (ör; yapılan petrol ve silah ticareti) Erdoğan ve Türkiye’nin imajında onarılmaz bir hasar oluşturdu. Emperyalizmin Suudi Arabistan ve Türkiye üzerinde yeni bir proje geliştirmek, yeni bir rol model ortaya koymak mecburiyetinde.

Tüm ipleri elinde tutan ve kendi sermayedarlarını yaratan Erdoğan’a karşı, Cumhuriyet burjuvazisinin kimi zamanlarda daha belirgin olsa da içten içe hep bir rahatsızlığı var. Cumhuriyet sermayesi fütursuzca Erdoğan yalakalığı yapmadı, ittifakı kurallarına uygun olarak sürdürdü. AKP döneminin yeni sermayedarlarının görgüsüzce yağmaya soyunması ve pastadan daha büyük dilimler istemesi yıllardır sürdürülen işbirliğinde çatırdamalara neden olmaktadır.

Türkiye’de düzen içinde Erdoğan’ın hala gücünü koruyor olması alternatifsizliğinden kaynaklıdır. Ilımlı islam projesinin ise Mısır, Libya ve Türkiye’de tutmadığı açık. Emperyalizmin ve Türkiye burjuvazisinin geçmişte aylık hükümet değişimleri ve ülkenin kırılgan ekonomisini göz önüne almak gerekli. Döviz kurlarının tamamen bu iki unsur tarafından belirleniyor olması, başarısız ve ekonomiyi batıran bir AKP imajı yaratmanın zor olmadığının bir kanıtı. Bu ufak operasyonun dahi AKP’nin, ANAP gibi bir son ile karşılaşabileceği ihtimalini taşıyor.

Türkiye ilericiliğinin ılımlı islama, islami faşizme giden Türkiye’ye sığmayacağı ve 2013 Haziranından daha sert bir tepki göstereceği bir gerçek. Bu noktada 2013 Haziranından daha bilinçli, örgütlü ve toplumsal ayaklanmaya hazır olmalıyız. Bu ayağa kalkış yeniden yapılandırılacak Türkiye’nin sanal liderler çıkarılması ve ayağa kalkmış halkı bir kez daha yaşa oturtma girişimine gebedir.

Sınıf siyasetini yükseltmek, güçlenmek ve çeperimizi genişletmek zorundayız. 2013 Haziranında olduğu gibi süreci örgütlenerek ve halkta olumlu bir izlenim bırakarak geçiremeyiz. Tüm sürece hâkim olmak, süreci yönetmek, çürüyen çürüten ve gün geçtikçe gericileşen bu sitemi yok etmek bizim ellerimizde.