63 yıl öncesinin bugünün sanatçısına dair anımsattıkları

Fide Lale Durak

Blog: Serbest Kürsü

63 yıl önce bugün (21 Aralık 1956) ABD Yüce Divanı, otobüslerde beyazlarla siyahların ayrı bölümlere oturtulmasının Anayasa’ya aykırı olduğunu hükmederek davaya son noktayı koymuştu. ABD’nin Alabama eyaletindeki Montgomery kentinde terzi olarak çalışan Rosa Parks’ın “artık yeter” çığlığı anlamına gelecek olan otobüste bir ‘beyaz’a yer vermeyişi, 381 gün sürecek boykotların fitilini ateşlemişti. Aynı gün tutuklanan Parks, çıktığı ilk mahkemede para cezasına çarptırılır. Rosa Parks haksız uygulamaya karşı çıkışını şöyle ifade etmişti: “İnsanlar, benim o gün çok yorgun olduğum için koltuğumdan kalkmayı reddettiğimi söyleyip duruyorlar. Doğru, yorgundum ama sebep bu değildi. İş günü olmasının fiziksel yorgunluğu değildi bu. Yaşlı da değildim, 42 yaşındaydım. Çok yorgundum. Sürekli haksızlığa uğramaktan ve bunu kabullenmekten yorgundum.”

Bu olay üzerine, 381 gün boyunca hiç bir siyah otobüse binmez. Herkes işine, okuluna yürümektedir. Bu yürüyüşlerin 35 km’yi bulduğu mesafeler de vardır ama pes edilmez. Bazı beyazlar da boykota destek olur, bazıları ise yürüyenlere linç girişiminde bulunur. Sonuç olarak, 1961 yılında Sivil Anayasa’nın kabulüne kadar uzanacak bir hareket böyle başlamıştır.

O günlerde bu tarihi süreci resmetmek için iki genç ressam Montgomery’e gitmiştir: Harvey Dinnerstein ve Burton Silverman. Henüz 20’lerindeyken yaşananlara tanıklık etmenin önemini fark eden bu iki ressam, Martin Luther King ve Rosa Parks başta olmak üzere boykota öncülük eden figürlerin portrelerini ele almışlardır. Bir seri olarak sonradan sergilenecek resimlerin ele alınan konuları arasında; kilise toplantılarından gösterilere boykotun önemli anları vardır ama en çok direnişe katılanların gündelik hayatları resmedilmiştir. Eylemcilerin uzun yürüyüşleri, kararlılıkları, öfkeleri ve zafere ulaşma istekleri bir de bu yöntemle, sanat aracılığıyla, kayıt altına alınmıştır. Dinnerstein ve Silverman, bir belgeselci titizliği ile değil belki ama bir sanatçı duyarlılığı ve sorumluluğu ile yaklaşmışlardır yaşananlara. Sonucunda harika eserler ortaya çıkarmışlardır.

[Harvey Dinnerstein, "Birlikte Yürümek, Montgomery", 1956]

[Harvey Dinnerstein, “Avukatların Masası, Montgomery”, 1956]

[Harvey Dinnerstein, “Boykotçu, Montgomery”, 1956]

[Harvey Dinnerstein, “Mrs. Rosa Parks, Montgomery”, 1956]

[Burton Philip Silverman, “Mahkeme Salonu, Montgomery / Muhterem Peder Martin Luther King ve dava vekili, tanık ifadesini dinlerken", 1956]

[Burton Philip Silverman, “Kilisede Toplantı”, 1956]

Bugünlere geldiğimizde, her iki ressamdan da (halen hayatta) bahsederken söylenecek ilk sözcük solcu oldukları değildir. Montgomery’deki otobüs boykotu süresince belki benimsedikleri gerçekçi üslubun bir gereği, belki de boykotun hızla yayılışının ve kaçınılmaz haklılığının bir sonucu olarak bu işe girişmişlerdir. Her iki durumda da sanatçılar üzerindeki ideolojik belirlenimi hissetmemek imkansızdır.

2019’un son günlerini yaşarken içinde olduğumuz dönemin hak mücadeleleri, benzer yaklaşımların gereğini daha çok hissettiriyor. Çünkü, sanat yolu ile söylenen ‘söz’ politik olanı güçlendirmekte; duyumsadıklarımızı daha farklı görünür, daha melodik işitilir, sadece yaşadığımız anımızla değil tüm tarihimizle hissedilir hale getirmektedir. Örneğin, geride bıraktığımız yıl 297 gün süren Flormar işçilerinin direnişi, Yapıcılar Orkestrası’nın Nazım Hikmet’in şiirine yaptıkları bestelerinin klibi ile birleşmişti. Öyleyse, 2020 yılında sanatçıların ‘politik sözü’ kuvvetlendirecekleri umudunu yaşatırken, Dinnerstein ve Silverman’ın 63 yıl öncesinden bir boykota tanıklıklarının nasıl hala güçlü hissettirdiğine tekrar bakalım.