Kimle dayanışalım?

Feride E. Tetik

Blog: Serbest Kürsü

2014 yılı Eylül ayında Türkiye de yaşayan kağıtsız göçmenlerden birisi olan Ugandalı Jesca Nankabirwa tecavüz edilerek pencereden atılmak sureti ile katledilmişti. Jesca aynı zamanda, Sultangazi’de bir tekstil atölyesinde memleketindeki çocuklarına para göndermek için çalışan kayıtsız bir kadın işçiydi. Davanın 9 Temmuz’da görülen ikinci duruşmasında mahkeme heyeti, sanığın tutukluğunun devam etmesine ve bilirkişiden görüş alınmasına karar verdi.

Ne kimliksiz kağıtsız göçmen bir kadın oluşuna, ne cinayete kurban gitmiş olmasına, ne de seyrine şaşırmadığımız davaya, özellikle Sınır Tanımayan Kadınlar Göçmen Kadınlarla Dayanışma Grubunun dahli, katkısı önemli ve takdir edilesi bir çabadır. Sadece üçüncü sayfa haberi olarak geçebilecek bir cinayeti kamuoyuna taşımış olmak bile önemli bir iştir. Her ne kadar orada olamamış olmanın üzüntüsünü yaşasam da bu çabaya saygı duymamak ve şiddet söz konusu olunca bu çabaya dayanışma duyguları beslememek mümkün değil. Özellikle kadın kamuoyu ve bu kamuoyunun vicdanı ilk elden adalet talebinin muhatabıdır. Göçmen kadınlarla dayanışma grubunun Jesca davasındaki talepleri önemlidir, takip edilmeli, gündeme getirilmeli ve bu başlıkta desteklenmelidir. (1)

Duruşma sonrasında yapılan basın açıklamasına bakınca, kadına yönelik şiddete karşı verilen mücadeledeki bu çabaya hissettiğim dayanışma duygusu, sınıf kinimle birleşince birkaç noktaya işaret etme ihtiyacı duyuyorum.

'GÖÇMEN KADINLAR ERKEK ŞİDDETİNİN HEDEFİNDE'
Yoksulluk ve savaşın göçe zorladığı göçmen kadınlar, ayrımcılık ve kötü muamele, ucuz ve güvencesiz çalışmaya mecbur bırakılmalarının yanı sıra cinsel tacize, tecavüze ve zorla evlendirilmeye de maruz kalıyorlar. Yasaların kayıtdışı çalışmaya ve yaşamaya zorladığı göçmen kadınlar Türkiye’de kağıtsız/belgesiz kaldıkları için sınır dışı edilme korkusu ile yaşıyorlar.

Şikayet edebilen kadınlar ise genellikle bir sonuç almak şöyle dursun karakollarda horlanıyor, taciz ediliyor ve sınırdışı riski ile karşı karşıya kalabiliyorlar.

Kağıtsız göçmenlerin temel insan hakları ve yoğun olarak maruz kaldıkları cinsel şiddet, ne yerelde ne de göç politikalarına yön verilen uluslararası platformlarda çözüm boyutunda ele alınmıyor.

Erkek şiddeti bir sonuç değil, kendinden menkul bir sebep olarak ele alındığı zaman, aynı trafik canavarı yahut enflasyon canavarı gibi ifade edildiği zaman "aman erkekler alınmasın"dan öte "sorunu doğru tanımlamak çözüme yol almaktır" ilkesi ile çelişiyor. Kadına yönelik şiddetin 'erkek' karakteri biyolojik bir özellik değildir, sistemin 'erkek' tanımıdır, sistemin erkeklik tarifine itirazımız, 'erkeklik' denen bu sıfattan bütün insanlığı kurtarma iddiasını taşıyacak kadar nettir. Bir basın açıklaması ile ülke ve dünya değerlendirmesi yapılmasını elbette beklemiyorum ama neredeyse "kader"in bir oyunu, feleğin bir kazığı ile dünya kadınların aleyhine dönmüyor, "öznesiz, belirsiz 'bir takım' şartlardan dolayı kadınlar bu halde, biz şimdi bu kadınlar için bir kaç yasa önereceğiz, önlem sıralayacağız, bunları hayata geçirmek için mücadele edeceğiz" diyecek bir ufuk yoksunluğuna, ne yapsam razı olamıyorum. Emperyalizmin neden savaş ve yoksulluk anlamına geldiğini, kapitalist sömürünün neden kayıtdışı işçilere ihtiyaç duyduğunu, yasaların hangi sınıf tarafından nasıl konduğunu, cümle cümle bir basın açıklamasında yer almış olması kendi başına bir metni önemli kılmaz fakat bu netliğin özünde yer almaması 'sokaklarda kurban arayan erkek şiddeti heyulası'na sebep verir, hazindir.

Bizler göçmen kadınlara yönelik erkek şiddetini hepimize yönelik sayıyoruz. Davaya bakan hakimlere sesleniyoruz: Cinsel şiddete uğrayan kadının yaptığı iş vereceğiniz kararın bahanesi olamaz, erkek egemen yargının takipçisi olacağız. Başta Jesca'nın davası olmak üzere göçmen kadınların maruz kaldığı her türlü cinsel şiddetin görünür kılınması ve su yüzüne çıkarılması için bu davaların müdahili olacağımızı ve göçmen kadınlara yönelik erkek şiddetini teşhir edeceğimizi söylüyoruz.

Kadın dayanışmasına yaklaşım bu olursa, kadın cinayeti ve kadına yönelik şiddet davalarını takip etmek, davadan davaya koşmak dışında elimiz kolumuz bağlı kalırız. Vardığımız nokta da "hep mi kadınlar ölecek biraz da erkekler ölsün" diyerek yaşadığı ızdırabı dile getiren meşru müdafaa sanığı Ç.K.’ları alkışlamak ama onun bir ömür hapiste yatacak olması ihtimali karşısında aynı çaresizliğimizle başbaşa kalmak olur. Kadının kurtuluşunun geçeceği yol, rövanş psikolojisi ile olamaz.

Hakimlere seslenelim, erkeklere seslenelim, hemcinslerimize seslenelim…Sesimizi "bu düzeni yıkacağız"da birleştiremezsek dayanışma adına bir araya gelir, dertleşir, ağlar, sızlar, kahrolsun-yaşasın’larla dağılırız. Kadın katliamlarına, kadına yönelik şiddete öfkelenmemek, elbette mümkün değil ama öfkemizin birleşip bizi ileriye götüreceği tek nokta, sınıf kinimizdir.

Aynı gündem üzerinden 10 temmuz tarihinde HDP İstanbul milletvekili Filiz Kerestecioğlu konuyu meclis gündemine taşıyarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’a bir soru önergesi sundu (2). Şahsım adına milletvekillerimizin, özellikle Gezi’den beri eylemcilerle polis arasında canlı kalkan olmak, soru önergesi vermek ve çeşitli mesajlara sahip baskılı tişört giymekle sınırlı bir muhalefet anlayışına sahip olmasından muzdarip bir bünyeyim. Tişörtler çok güzel, genel olarak beğeniyorum, renk seçimini falan ama en son onur yürüyüşünde saldıran polisleri önlemek için eylemcilerle polis arasına giren milletvekillerine "bırak gelsinler ya, dayak arsızı olduk zaten" diye bağırmanın yaşıma uygun düşmeyeceğini düşünerek son anda vazgeçmiştim. Soru önergesine Ayşenur İslam’dan gelecek cevabı da heyecanla bekleyen yoktur sanırım.

Kerestecioğlu’nun soru önergesi hakkında yaptığı basın açıklamasında yer alan önemli bir başlık; 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe giren kadına karşı şiddete yönelik İstanbul Sözleşmesini hatırlatmasıdır. İstanbul Sözleşmesini imzalarken ülke olarak tereddüt etmemiştik. Ülke olarak böyleyiz biz, zaten uygulamayacağımız için, bu tarz sözleşmeleri ilk imzacılar arasına katılarak çekincesiz imzalıyoruz. Uygulamak zorunda kalırsak diye de kendimizi sağlama alıyoruz. Sözleşme hükümlerini yerine getirilmesinin izlenmesi ve denetlenmesinden sorumlu olacak Uzmanlar Komitesinde (GREVIO) 6 kamu görevlisi ve 3 STK bulunuyordu. Bu 3 STK da, Sümeyye’nin Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM), türban için verdikleri mücadeleden tanıdığımız Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği(AKDER) ve bir de  Sare Davutoğlu'nun Kadın Sağlıkçılar Dayanışma Derneği (KASAD-D) olarak 'seçilmişti'. 

AFEDERSİN KADINIZ!
Aynı gün Sare Davutoğlu bir açıklama yaptı, akıllara ziyan açıklamayı, ana dilim olmamasından olsa gerek Türkçem yetmedi, havsalam almadı, dimağıma sığmadı. Konuya ciddiyetle yaklaşamadığım için özür diliyorum. 

Kadına şiddet denmesinin olayı büyüttüğünü söyleyen Sare Davutoğlu (3), kadına yönelik şiddete karşı "görmedim -duymadım- bilmiyorum" taktiğini öneriyor, kadına yönelik şiddetin bizim hayal dünyamızda histerik bir halüsinasyonumuz olduğunu sanıyor olabilir. Deve kuşu gibi gömelim kafamızı, büyütmeyelim meseleyi, altı üstü dayak, taciz, tecavüz, şiddet...Hepsi cennetten çıkma…Zaten kadın cinayetleri dedikçe cinayetler arttı. İyi güzel de, Afedersin kadınız Sare hanım, onu ne yapalım?

Değinmese olmazmış gibi, Manisa’da hayatını kaybeden 13 kadın mevsimlik tarım işçisinin ölümüne de değinen Sare Davutoğlu şöyle diyor: "Kadın istihdamı konusu çok kritik bir konu. Manisa’da mevsimlik işçileri taşıyan araçta hayatını kaybeden 15 kişiden 13’ü kadın. Bizim anne ölümü dediğimiz bir şey vardır. En hassas olduğumuz şeydir. Gelişmişlik göstergelerinden birisidir. AK Parti döneminde gelişmiş ülkeler düzeyine çıktık çok şükür. Bu kazadaki ölümler de bir anne ölümü gibi değerlendirilmeli. O 13 kadınımızın ölümü, insan kaybının ötesinde bir şey ifade ediyor. Evlatları, eşleri, baktıkları yaşlılar var."

Hani 'niye öldüler ki daha kullanılırlardı' der gibi, daha bakacak eşleri, çocukları, yaşlıları daha sömürülecek emekleri, bedenleri vardı... Saregil hala kadını ev içi yahut ev dışında daha fazla nasıl sömürebileceğinin derdinde... Evet canım ya, bu işçiler kadınlar falan iyiler de, kolay ölüyorlar işte.  

'Hedef arayan erkek şiddeti' gibi  söylemlerin yarattığı bulanıklık, Saregillerin kadına yönelik şiddeti 'siz büyütüyorsunuz'larının yarattığı körlük ile birleşince kaybeden hep Jescalar,  Özgecanlar,Semseler...

JESCA'DAN İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NE, İSTALBUL SÖZLEŞMESİ'NDEN SARE DAVUTOĞLU'NA
Cinsiyetçi reklamları yahut açıklamaları nedeni ile önünde eylem yaptığın iş yerinde/ fabrikada, içeride çalışan kadınlarla temas edemiyorsan, sorgulaman gereken dayanışmadan ne anlaşıldığıdır. 

Bu döngüyü kırmak gerekiyor, ne erkeklerin imhası yolu ile sorunu çözebiliriz ne dayanışacağız diye Saregilleri alkışlayabiliriz... Sadece "Sosyalizm gelecek dertler bitecek" demenin pek de bir şey dememek anlamına geldiğini bilerek, kadın dayanışmasını da bataklığı kurutmak için deşifrasyon ve taleplerin örgütlenmesi olarak ele almak zorundayız. Kadının ikinci sınıf insan olmasının sebeplerine değil sonuçlarına odaklanan bir dayanışma arayışı, meclis koridorlarında, sözleşme metinlerinde, duruşma salonlarında, sosyal proje ofislerinde, aynı STK’lardan beslenenlerin birliklerinde kaybolmaya meydan okuyamayacak bir saman alevinden başka bir anlama gelmez. Böyle bir lüksümüz yok.

Özgecan’ın katlinin ardından direnen metal işçisi kadınların direniş yerlerinden kadına yönelik şiddete karşı sosyal medya ve medya kanalı ile gönderdikleri mesajlar, bu mesajları örgütleyenler var ya... En fazla iş onlara düşüyor.

Eşitlik ve özgürlük için, en çok çocuklar ve kadınlar için, daha fazla zaman kaybedemeyiz.


(1) https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=834972639931463&id=402...
(2) http://t24.com.tr/haber/hdpli-kerestecioglu-aile-bakani-islama-gocmen-ka...
(3) http://haber.sol.org.tr/turkiye/sare-davutoglu-kadina-siddet-dememizin-d...