Artvin'den izlenimler: Felaketin ardındaki gerçek

Erkin Öncan

Blog: Serbest Kürsü

Artvin’de iki gün önce meydana gelen sel felaketi, medyada çokça dile getirilen “son 50 yılın en büyük felaketi” tanımını hak edercesine yakıcı, ancak bölgede özellikle toprak kayması gibi olayların sıkça yaşanmasından ötürü bir yandan da “alışıldık”. “Doğal afeti” katliama çeviren şey ise işte tam bu noktada devreye giriyor: ihmal.

Hopa’daki altyapı sisteminin yetersizliği ve muhtemel bir felakette yaratacağı sonuçlar aslında bölge halkı için sır değil. Hopa’nın merkezinde yolun altından denize açılan nehrin olası bir yağış yoğunluğunda taşıp, hemen 20 metre ötede bulunan çarşıyı sular altında bırakacağını öngörebilmek için uzman olmak gerekmiyor.

Sel felaketinin yaşandığı gün, yağmurun yoğunlaştığı ilk saatlerde Hopa merkezi çoktan sular altında kalmış, esnaf ellerinde kovalarla sokaklara dökülmüştü bile. Sellere ve su basmalarına bir anlamda “alışık” olan bizler için bu görüntü aslında olağan bulunabilir. Ancak denize kıyısı olan ve yılın büyük bölümü yağışlı bir iklime sahip olan, hali hazırda bu gibi durumlara hazırlıklı olması gereken bir ilçede bunların yaşanabiliyor olması, ortadaki ihmalin ve altyapı yetersizliğinin boyutu açısından trajik bir durumu gözler önüne seriyor. Selde mahsur kalan aileyi kurtarmaya gelen itfaiye ekiplerinin, araç dereye yuvarlanınca, kurtarmak üzere oldukları küçük bir çocuğu “düşürerek” ölümüne sebep oluşu bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.

Felaketin en çok vurduğu köylük bölgelerde ise durum ilçe merkezlerinden biraz daha farklı. Öncelikle, köylerle ilçe merkezlerini birbirlerine bağlayan yollar oldukça yetersiz, yaşanan felaketten sonra can ve mal kaybını büyüten sebeplerden en önemlisi zaten köylere ulaşılamıyor oluşu. Sel ve toprak kaymalarından sonra köylere büyük oranda ulaşılamıyor, yollar 40-45 cm’lik çamurlarla kaplı. İlçe merkezine aralıklı olarak verilse de, köylerin su ve elektriği tamamen kesilmiş durumda. İlçe merkezlerindeki felaketin sebepleri arasında altyapısızlık, betonlaşma gibi sebepler sayılabiliyorken köylük bölgelerde yetersiz denilebilecek bir yapı bile yok. Bölge halkı geçimini ağırlıklı olarak çaydan sağlıyor, ancak çay ekilen bölgeler dik arazide ve devletin bu araziler için aldığı herhangi bir güvenlik önlemi yok. Toprak kaymaları da esas olarak çay ekilen arazilerde yaşanıyor. 

Belediyenin ise altyapı sorununa yıllardır çare bulmayışı, en büyük faaliyetinin Hopa merkezde 10 katlı bir Ticaret Odası binası inşaatı olması, merkezde ve köylük bölgelerde imar konusundaki ihmaller ve denetimsizlik, kısacası Türkiye için “klasikleşmiş” bir belediyecilik anlayışının Hopa’daki suretine, AKP’nin Karadeniz bölgesinin tümüne “projeleriyle” açtığı savaş eklenince ortaya bu tablo çıkıyor. “Devlet büyüklerinin” ise felaket bölgesindeki varlığı, onlarca kolluk kuvveti eşliğinde bölgeye yapılan ziyaretlerle her zamanki gibi sınırlı ve göstermelik.

Halk ise kendi dayanışma ağını kurmuş durumda. Gönüllülerce oluşturulan Halk Dayanışması, Hopa için yardım kampanyası başlattı. Gelen yardımlar Dayanışma tarafından toplanıyor ve ihtiyacı olan köylere yine gönüllülerce oluşturulan ekipler tarafından dağıtılıyor. Dayanışma, Valilik tarafından oluşturulan Kriz masasıyla iletişime geçmeye çalıştıysa da cevapsız bırakılmış.