Bizi ne kurtarır?

Emir Ahmet Arda

Blog: Serbest Kürsü

Hukuk fakültesi öğrencileri dört sene boyunca aynı doktrinle eğitilir. “Hukukçu olun, hukukçu bağımsızdır, amacımız hukuk teknikeri değil, birer hukukçu yetiştirmektir.” Hukukçu toplumda oksijen kadar değerli, modern toplumun neredeyse yapı taşıdır. Normal bir yurttaş bir adaletsizlik karşısında bir hukukçuyu göreve çağırır ve yeri geldiğinde adaletsizliklere bu ülkede “onurlu” bir savcı, hakim arar.

Peki bu kadar hukukçu yetiştiren insanlarla dolu ülkede niye adaletsizlik vardır? Niye “hukukçular” yandaş olur?  Fakülte sıralarında öğretilmeyen ve hayatın kendi gerçekliğinde var olan meselemiz sınıftır. Mistik bir hukukçu kavramı bu hayatta var edemez kendisini. Hukuk eninde sonunda egemenlerine bağlıdır. Kanunlar eninde sonunda onu yapan sınıf için çalışır. Genel olarak burjuva ideolojisi halka yeni bir din sunar. Eğitimli yurttaşları içindir bu din. Bu din şu aralar en inançsız dönemini yaşıyor. Çünkü burjuva devletinin kendisi yaptığı kanunlarla kimin tarafında olduğunu iyice gösteriyor -hatta bazen bu kanunlara uymuyor-. Bu durumda hukuk öğrencisinin senelerce gördüğü eğitimin temeli sarsılıyor. Hukuk zengini ve fakiri eşit görmüyor. Burjuvazinin yarattığı Themis’in gözleri olabildiğince açık ve kılıcını yoksul sınıfın üzerinde sallamaktan çekinmiyor.  

Adaletin neden gelmediği ve her şeyin kötüye gitmesi birkaç insanın kötü olmasından değil tüm sistemin bir sınıfın çıkarı üzerine kurulmasından gelir. Bu çıkarlar bütününü fark eden bir hukuk öğrencisi bir çıkmaza düştüğünü hissedebilir. Fakat bu çıkmaza hiç gerek yoktur. Çünkü bunu aşacak ve toplum yararını gözetecek bir sıfat zaten vardır. Bunun ismi de pek tabi olarak devrimciliktir. 

Bir alıntıyla devam edelim. Pasukanis hukuk devleti hakkında şöyle diyor: "Rechtstaat (hukuk devleti) bir aldatmacadır; ancak dinsel ideolojiyi parçalayarak onun yerini aldığı ve burjuva egemenliği gerçeğini kitlelerin gözünden gizlediği için burjuvaziye tam da uygun düşen bir aldatmacadır. Hukuk devleti ideolojisi, dinsel ideolojiden daha da uygundur, zira gerçekliğe dayanmasına karşın gerçekliği hiçbir biçimde yansıtmaz." (Evgeniy Pasukanis, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, Birikim yayınları, s.150)  

Bir hukuk öğrencisinin yaşayacağı ikilem bu sözlerle daha da derinleşecektir. Çünkü ideal toplumun hukukla olamayacağını anlatır bu sözler. Hatta işin kötüsü ideal toplumu yaratan bir alan değil aksine yeni bir dindir ve bir aldatmacadan ibarettir. Bu durumda çelişki artar. Bizim fakülte vaizlerimizin söylediği ve tekrarladığı sözler gerçekle örtüşmeyi bırakır. Birkaç zaman sonra o vaizler artık hukukçuluğu anlatmayı bırakır ve gerçekten samimi oldukları konuyu anlatmaya başlar: “Adalet arayan bir insandan nasıl para kazanılır?”.  Adalet mekanizması çalışabilmesi için aracıya muhtaçtır yani bir yurttaş avukatlık kurumuna ihtiyaç duyar. Hakkını alabilmesi için labirenti bilen bir rehbere para vermesi ihtiyacı vardır. Fakat bu temelinde sorunlu bir şey değil midir? Adalet mülkün temelidir ama ona ulaşmak bir labirenttir. Labirenti aşmak için paraya zamana ve çelikten sinirlere ihtiyaç duyarsınız. Hele bir de karşınızda iktidarın “akrabaları, ilçe başkanların yeğenleri” falan varsa ne paranız ne rehberiniz olsun siz o labirentte adaleti asla bulamazsınız.

O zaman şunu söyleyebiliriz. Bizi, mistik bir kavram olarak “hukukçuluk” kurtaramaz. Kutsallaştırdığımız mesleğimiz de bunu yapamaz. Diyebiliriz ki bizi kurtaracak ve adaleti yurda getirecek kurtarıcılar yine bizden başkası değil. Biz ise birbirimizden ne kadar ayrı olursak o kadar güçsüzüz. Ne kadar ayrı durur ve farklı kurtarıcılar ararsak o kadar çok acıyı izleyeceğiz. Ne yapmalı sorusunu kendimize sormayı bıraktığımız her an sadece birer izleyici olacağız bu ülkede.