AKP için kadın ne ifade ediyor?

Elif Doğan Çiftçi

Blog: Serbest Kürsü

Aslında bu sorunun cevabını yıllar önce AKP’li kadın milletvekili Fatma Şahin şu sözleriyle özetlemişti: ‘kadınlar adam adama markajda,  modern dünyanın çok önem verdiği face to face’te çok başarılı.” AKP belki hiç sevmediği kadına, gericiliği ve muhafazakârlığı yayma konusunda önemli bir misyon yüklüyormuş demek ki. Ama aslolarak bu hiç sevmediği kadınları, üç çocuk doğurmaya teşvik örneğinde de göründüğü gibi, kendisine ve sisteme bağımlı dindar nesiller yetişmek için görevli kılıyor. AKP, kadın için daha ne diyebilir ki; kadının en kutsal mesleği ve en önemli kariyeri ‘annelik’. Oldukça manidar ve etkileyici bu sözler toplumda gerçekleştirilmeye çalışılan köklü dönüşümde kadının yerine dair önemli birer ideolojik koordinat anlamı taşıyor.

Egemen ideoloji açısından annelik dışında, toplumda başka hangi rol toplumsal cinsiyet ilişkilerinin belirlenimine bu kadar meşru olanak sağlar? Başka hangi rol insan bedeni, toplumsal üretim ilişkilerindeki yeri ve kimliği açısından söz söyleme hakkı sağlar? Başka hangi rol, sınıfsal kimliği silikleştiren ve kadınları tüketim çeşitlilikleri karşısında boyun eğer hele getirir? Bu AKP ve dinci gericiliğin kadına dair vurgu ve söyleminde açıkça görülür. “Kadınlar hamileyken sokağa çıkmaz, kadınlar sokakta gülmez, kürtaj günah ve yasaktır vb...” 

Aynı zamanda biz kadınlar hangi sınıfın üyesi olursak olalım bunun önemi yoktur, çünkü hepimiz anneyizdir ve ortak kaderi, kaygıları, yoğun duygusallığı paylaşıyoruz. Hepimiz çocuklarımız için en iyi şeyleri istiyoruz “Devlet okullarının durumu belli, eğer imkânımız varsa özel okul neden olmasın.” diye düşünüyoruz. Eğer yoksulsak bunun ancak hayaliyle, orta gelirli bir aile isek kendimizi her türlü zorlayarak, daha iyi ekonomik koşullara sahipsek sorgusuz sualsiz çocuklarımızı özel okulla gönderiyoruz Özel okulların varlığını sorgulamak yerine çocuğumuzu o okullara nasıl göndeririz derdine düşüyoruz. Çocuğumuzu iyi beslemek de öncelikli görevlerimizden biridir ve tabi ki bunun için organik, paketli ürünleri tüketmemiz gerekmektedir. Ama tarım politikalarını, gdo'su ile oynanmış besinleri, besinlerin paket ömrünü uzatmak için kullanılan katkı maddelerini sorgulamamız gerek yoktur. Devlet hastanelerindeki hijyene güvenmediğimiz, hastalandıklarında çocuklarımız için özel ilgi ve alaka beklediğimiz için özel hastanelere astronomik rakamlar vererek çocuklarımızı muayene ettirmekte de hiçbir sakınca görmüyoruz. Ne de olsa çocuklarımız için en iyisini istemekteyizdir ve bu düzende her iyiliğin bir bedeli vardır.

İlk bakışta bu örnekler büyük kentlerin emekçi mahallelerinde  yaşayan yoksul aileler ve eğitimsiz anneler için geçerli değil gibi gelebilir ama AKP buradaki aile yaşamına da hem dinselleşme hem de tüketim ideolojisini sokmanın yollarını denemektedir. Sivil toplum örgütleriyle ve bir dizi cemaat tipi örgütlenme ile el ele vererek, AÇEV (Anne çocuk eğitim vakfı), SHÇEK (Sosyal hizmetler ve çocuk esirgeme kurumu) gibi kurumları da kullanarak emekçi mahallerinde bulunan toplum merkezi diye adlandırılan yerlerde anne-çocuk eğitimi verilmektedir. Oralarda anlatılanlar liberalizm ve neo-liberalizmin keskin bireycilik anlayışıyla örülmüş “siz isterseniz başarırsınız, eşinizin ve çocuklarınızın başarılı/başarısız olmasının tek sorumlusu sizsiniz” söylemleri ile yine yukarıda bahsedilen annelik ortak kümesinde kadınları birleştirici eğitimlerdir.

Bu sistem anneliği o kadar kutsallaştırmış durumda ki mutlaka anne olmalıyız. Biyolojik sıkıntılardan dolayı olamıyorsak da binlerce lira harcayarak hormon ilaçları kullanır olmadı tüp bebek yaparız.

Bu anlamda o kadar çok baskı var ki, anne olmamız aile içinde gördüğümüz taciz ve şiddeti örtbas ettirebilir hale geliyor çoğu zaman. Anne olmak bizi kimi durumlarda güçlü kimi durumlarda çaresiz bırakabiliyor. Devlet bizi o kadar korumasız bırakmış ki cinnet ya da cinayetle karşılaşmamız an meselesi.

Güçlü Türkiye'de işsizlik çok fazla, emek sömürüsü çok yoğun ve ücretler çok düşük. Çoğu kadın kreş parasına denk gelecek maaşlarla çalışmak yerine evde oturmayı ya da evden iş yapmayı tercih eder hale gelebiliyor. Eğitimli ya da eğitimsiz emekçi kadınlar ister emeğini ücret karşılığı satsın isterse ücretsiz ev işçisi olsun, kent merkezlerinin dışındaki mahallerde ya da liberalizm ve muhafazakârlığın ideolojik salgısını buram buram hissetiğimiz kent merkezlerinde yoksunlaştırılarak yaşamak zorunda bırakılıyor.

AKP rejiminde kapana kısılmaya çalışılan, aile ve annelik kavramları ile sosyal yaşamın kenarında, sadece piyasanın ve dinin konusu haline getirilmeye çalışılan kadınların belki de kapitalizmin tarihi içersinde bu sürecin nasıl işlediğine yeniden dönüp bakmaları gerekiyor. 

Kapitalizmin çıkarlarına bağlı olarak aile kavramının önemine vurgu ve kadının ailedeki yeri sürekli değişmiş. Kapitalizm ile birlikte üretim ilişkilerinin tamamen değişmesi, kadını da kendi ailesi için, tarım yada ev işlerinde değil ağır maden ve sanayi işlerinde çalışmak zorun da bırakmış. Artık uzun saatler boyunca yoğun emek sömürüsüne maruz kalan kadın ne ailesiyle ne de çocuklarıyla ilgilenebiliyor ne de ailedeki yaşlı ve hastalara bakabiliyordu. Hatta artık doğurganlığını bile yitirmek üzereydi. Çoluk çocuk, erkek kadın her insan emek sömürüsünün konusu haline gelmişti. Yaşamak için emeğini yok pahasına satmaya hazır binlerce işçi oluşmuştu. Ama gerek işçi sınıfının sömürüye karşı yükselmeye başlayan sesi ve sınıf mücadelesi gerekse sanayinin gelişmesinin yarattığı olanak ve yeni ihtiyaçlar burjuvazi için ailenin anlam ve önemini zamanla değiştirdi. İşçi biraz eğitimli, kadın ise doğurgan olabilirdi artık. Bu yüzden dağılan çekirdek aileler toplumsal algıda yeniden önem kazanmalı, kadının ev içi emeği değerli kılınmalıydı. Kapitalizmin ürettikleri satılmalı yeni tüketim birimleri oluşmalıydı. En önemlisi de düzenin ve onun değer yargılarının toplumsal algıda daim olabilmesi için aile özel bir işlev üstlenmeliydi. Böylece modern ulus devlet anlayışının ilk işletim yeri olarak çekirdek aile, milliyetçilik, gericilik ve liberalizm tarafından kutsandıkça kutsandı. 

Artık birbirlerinden farklı eğitim ve gelir düzeyine sahip çekirdek aileler vardı. Bir orta sınıf fantezisi oluşturuldu. İnsan hep daha iyi koşullarda yaşama hayali kurmalı bunun için daha fazla daha fazla çalışmalıydı. Bir şeyi çok istersek olurdu. Olmazsa da kredi çekip ev araba alabilirdik. Tatil yapmak, gezmek sinemaya gitmek ertelenebilirdi. Böylelikle kapitalizm istediğini işçi sınıfından daha kolay alabilecek sisteme daha bağımlı insanlar yaratabilecekti.

Ama tutmadı. İnsanlık kapitalizmin bu açgözlülüğüne ve karanlık yüzüne karşı çıktı. Dünya'da ilkkez sömürünün olmadığı bir düzen, sosyalizm kuruldu. Kuşkusuz burada insanlık tarihinin en büyük kazanımlardan olan Ekim Devrimi'nin kadın ve aileye etkilerinden bahsetmek gerekir. Üretimin kollektif bir tarza geçmesi tüm toplumsal ilişkileri eski kalıplardan kurtarmış ve kadını özgürleştirmenin yolunu açmıştı. Kadın ve erkek emeği eşitlenmiş, çalışma saatleri azaltılmış, bu sayede yaratılan olanaklar çok boyutlu bir gelişmeyi mümkün kılmıştı. Ev işleri, çocuk bakımı gibi faaliyetler kreş, ortak yemekhane ve çamaşırhanelerin yaygınlaştırılması ile kadının sırtından alınmış ve toplumsal işbölümünün konusu haline gelmişti.

Kadın-erkek ilişkileri kapitalist düzenin çürütücü belirleniminden kurtarılmış ve aile kurumu sevgi temelinde gönüllü birlikteliklere dönüşmeye başlamıştı.

Sosyalizmin bu kazanımlarının etkisi tüm dünyada yankılanmış ve bunun sonuçları sosyal devlet anlayışının güçlenmesi ile sonuçlanmıştı. Sosyal devlet anlayışı işçi sınıfında kısmi bir rahatlık yaratsa da sömürüyü yok edemedi. Kapitalizmin yeni işgücüne olan ihtiyacı derinleşerek devam etti, kadın emeği de bu kapsamda düzenin kontrolünde kalmaya devam etti.

Sosyalizmin çözülmesiyle birlikte frenleri boşalan kapitalizm, işçi sınıfına olduğu gibi kadına da saldırmayı artırarak sürdürdü. 

Tüm bu tarihsel süreçten bağsetmeden bu günü anlamak imkansız ve umutsuz. Ama emekçiler her zaman birlikte mücadele ederek kazandı ve elbette kazanacak. Kadınlar da anne olsunlar olmasınlar bu mücadelenin en önünde duracaklar. Birçok kadın Haziran direnişinde herbirinden farklı nedenlerle ve örgütsüz olarak sokağa çıktı ve içimizi en çok çocukları ile kol kola girerek direnen anneler ısıttı. 

Dünden bugüne son söz;

Hitler 2. Dünya savaşı sırasında ari ırk yaratmak ve Nazi faşizmine karşı çıkan kadını eve hapsetmek için  çalışma hayatından uzaklaştırmayı tercih etmiştir. Kadın mutfak, çocuk ve kilise üçgenine hapsedilmek istenmiş, ideolojik olarak da bunu destekleyici girdiler devlet tarafından hayata geçirilmiştir. Sonuçta Hitler kaybetmiştir.

Tarih bize sesleniyor: Diktatörler hep kaybeder.