Kişisel olan politiktir mottosu üzerine

Ekin Görkem

Blog: Serbest Kürsü

Uzun yıllardır feminist hareket tarafından sahiplenilen bir slogan. Kimileri için ufuk açıcı bir politik buluş; kimileri içinse bir çeşit “truizm”, yani malumun ilamı… 25 Kasım’ı geride bırakırken “kişisel olan politiktir” argümanı üzerine biraz fikir yürütmek istiyorum ben de.

Önce kısa bir not: Cornforth, Felsefeyi Savunmak adlı eserinin giriş bölümünde bir tespitte bulunuyor. Ona göre, kapitalizmin felsefecilerinin bütün soyut tasarımlarına rağmen işlevi gayet maddi: mevcut düzeni veri almak ve onaylamak. Yani burjuva felsefesi burjuva toplumunun ilkel kendiliğinden bilincinin akademi dünyasına inceltilmiş bir izdüşümünden başka bir şey değil. Bu not ilgisiz görülebilecekse de feminizme dair akademik tartışmaların genel seyri bakımından aydınlatıcı olabileceğini sanıyorum. Çünkü dikkatli bakıldığında feminizmin genel akıl yürütmesinin burjuva ideolojisinin öncülleriyle bütün esaslı noktalarda örtüştüğü anlaşılmaktadır.

Mottoya dönebiliriz: Kişisel olan politik midir? 

“Kişi nedir?” sorusundan başlanabilir diye düşünüyorum. Burjuva ideolojisi bu soruya birbiriyle özsel olarak ortaklık taşıyan iki temel yanıt üretti. İlki tarihten ve nesnellikten kopuk klasik “insan” soyutlamasıdır. Tamamlayıcısı olarak onu ilgilendiren gerçeklik metafizik bir hak kategorisi ya da doğal hukuk çerçevesinde tanımlandı. Diğer yanıt ise postmodernizmin ultra somut “insan”ıdır. Burada ise gerçeklik her somut bireyin kişiselliğinde tanımlandı, maddenin varlığıysa göreliliğe kurban edildi. 

Görünüşte birbirlerine zıt olan bu iki kavrayış bir at nalının iki ucu gibi uzaklaştıkça birbirine yaklaşır. Bunların her ikisi de özünde gerçekliği açıklamak bakımından metafizik kurgulardır ve sınıflı toplumun akıl yürütmesinin ürünüdürler. İşlevleri bugünün insanını tanımlamak, teyit etmektir. Böylece insanı tarihsel ve toplumsal bir varlık olarak kavrayamamakta ortaklaşırlar. Bu anlamda idealisttirler. Bu ortaklık sadece teorik değil, siyasidir de; çünkü çoğunlukla aynı anda aynı tezlerde, kişilerde ve mecralarda cisimleşirler.

Marksizmin özü bu düşünce tarzıyla çatışma üzerine kuruludur desek yeridir. Feuerbach Üzerine Tezler’de, Alman İdeolojisi’nde, Anti Dühring’de, Komünist Manifesto’da Hakiki Sosyalistler ile polemikte…  Sayısız alıntı yapılabilir. Marksizme göre toplumdan yalıtık bir Robinson Crusoe’nun inançları, özgürlüğü, hakları basitçe tanımsızdır. Birey ancak toplumla tanımlanabilir. Onun düşünce dünyasının ufukları toplum ve toplumun tarihsel gelişimi tarafından belirlenir. Haklar, özgürlükler ezeli gök varlıkları değil toplumsal ilişkilerin birer ürünüdür. Bu devrimci olan tanımdır, çünkü insanı tarihsel bir varlık olarak kavramadan onun kendisini yeniden yaratabileceğini iddia edemezsiniz.

Peki, “kişisel” olan ne? “Politik” olan ne? Feminizm “kişisel olan politiktir” diyerek Marksizmi basitçe teyit mi etti, yoksa onun eksikliklerine aşı mı yaptı?

Bu soruların sadece teorik düzeyde yanıtlanabileceğini düşünmüyorum. Bence konuya sınıf mücadeleleri ve onun özel bir formu olarak ideolojik mücadele çerçevesinde yanıt aramak gerekiyor. Teorik yanıt belli ve basit: Tarihsel materyalizm maddenin ve onun özelleşmiş bir biçimi olarak insan toplumunun temel hareket yasalarını çoktandır ortaya koymuş, birey ve toplumu birbiriyle diyalektik bir ilişki içerisinde bilimsel şekilde tanımlamış ve bu tanımın toplumun kendisiyle birlikte geliştirilebileceği altyapıyı oluşturmuş bulunuyor. Ancak elbette yaşamın Marksistçe kavranması akıl yürütmenin daha yüksek bir düzeyini gerektiriyor ve sınıf mücadelelerinin mantığı gereği tarihsel materyalizm iktidar olmadan toplumun egemen düşünsel gücü olamayacak. Bu olana kadar Marksizmin ideolojik yönden savaşkan tutulması gerekiyordu. Teori ikameciliğine alan tanımak yerine güncel meseleler bakımından Marksizmin yeniden üretilmesi gerekiyordu. Başarılamayan budur. Eksiklik teoride değil, ideolojik öncülüktedir. Bu anlamda feminist akademik yazının bir hareket öncüsü değil, Marksizmin boşalttığı yere doluşan feminist hareketin geri bilincinin inceltilmiş bir ifadesinden ibaret olduğunu düşünüyorum. Çeşitli kaba ya da ince varyantlarının üzerindeki tül sıyrıldığında burjuvaca haklar kavrayışı hemen kendini göstermektedir. Bu vektör elbette Marksizmden geri yönedir ve ortada Marksizmin aşılması falan yoktur.

Şunu sormamız gerekiyor, Marksizmin hiç değilse birey ile toplum arasında aşılmaz bariyerler olmadığını tespit etmesinin üzerinden 100’den fazla yıl geçmişken ne oldu da feminizm bunu yeniden “keşfetme” ihtiyacı duydu? Neden “kişisel olan politiktir” argümanı bir döneme rengini çaldı? Örneğin “sosyalist feministlerin” de sahiplendiği bu meydan okuma gerçekten burjuva ideolojisine karşı olarak ve Marksizmi teyit için mi geliştirildi?

Bu konuda genel bir yaklaşım olarak post-marksizmin anti-marksizme giden yolda bir uğrak işlevi gördüğüne ve bunlar arasındaki teorik sürekliliğe işaret eden Meiksins Wood’a katılmamak elde değil. Marksizmin teorik içeriğiyle yapısalcıların otopsi masasına yatırılabilmesi için önce ideolojik olarak silahsızlandırılması gerekiyordu. Bu başarıldı. Elbette birey-toplum ilişkisi de bu otopside neşteri yedi. Marksizmi “aşılama” girişimi, zamanla aşıyı yapanları Marksizmin gerisine düşürdü. Bu bakımdan kişisel olan politiktir argümanının bir tür “truizm” ya da teyit değil, muhalif ideolojiler içerisinde idealizme aralanan kapılardan biri olduğunu düşünüyorum.

Bu, elbette Marksizmi feminizmle ikame etmeye çalışanların sübjektif amaçlarından, samimiyetinden bağımsız bir konudur. Bu konuda bir örnek vermek istiyorum:

Gülnur Acar Savran’a ait Beden Emek Tarih isimli derleme kitabında bu konuda yer verilen iki makale… Çok eski tarihli yazılar olmalarına rağmen feminist akıl yürütmenin çaresizliğini güncel olarak yansıttıklarını düşünüyorum. Acar Savran, “Hangi Özel Ne Kadar Politik?” başlıklı yazısında bu mottonun teşhircilik için kullanılmasına ve bunun depolitize edici etkilerine dikkat çekiyor. “Özel Olan Artık Politik Değil Mi?” yazısında ise kadın hareketinde atomizasyondan, bu sloganın çeşitli feministlerce farklı yorumlandığından ve hatta “feminist açıdan politik olan sadece özel olandır” düzeyine indirgenmesinden dem vuruyor. Sonrasında şöyle diyor: “Feminist bilincimizi ‘birey olma’ bilincine dönüştürdük.  Erkek egemen toplumun koşullan altında anneliğin kadınları ezen ve erkeklerin çıkarına hizmet eden bir kurum olduğu bilinci, ‘birey kadınların özgür seçişleri’ karşısında giderek silikleşti...” 

Sosyalist feminizmin trajedisi bundan daha iyi anlatılamazdı diye düşünüyorum.

Belki de “kişisel olan politiktir” aslında politik olanı kişiselleştirmek için bulunmuş bir argüman. Sadece cinsiyetini, kimliğini, hatta giyim tarzını bile politik bir tepki zanneden insanlar elde etmek için ortaya atıldı belki. Belki de bu özgürlük anlayışı “topluma karşı birey”, hatta “örgüte karşı birey” dikotomisini teyit etmesi için oluşturuldu. Bu slogan klasik ve postmodern yanılgıların birleşme noktalarından biri ve Marksizmin ötesinde vaat ettiği şey bu saydıklarımızdan fazlası değil belki de… Gelişmelerin bu yönde olduğu açık. Sadece ‘68 sonrasına bakmak bile yeterli olabilirdi. Acar Savran’ın sorgulamadığı ise bence şu: Peki bu gelişmeleri belirleyen ne?

Ya da şöyle soralım: Bu motto neyin politik olduğu konusunda objektif bir ölçüt sağlayamıyorsa, neyin politik olduğuna kim karar verecek? Mesela neye dayanarak “kadın cinayetleri politiktir” diyebiliyoruz?

Bence neyin politik olduğuna sınıf mücadeleleri karar veriyor. Burjuva ideolojisi kendi varlık sebebini sorgulatacak unsurları siyasetin dışına itmeye çalışırken işçileşen toplumun menfaatleri bazen kendiliğinden bazen görece bilinçli biçimlerde aksini dayatıyor. Örneğin burjuva basını yoksulların ölümünü yapısal bir durum değil, bireysel adi vakalar olarak idrak ediyor. Ancak birileri de onu “toplumsal cinayet” olarak görmeyi akıl ediyor. Örneğin eğer hepimiz Nazi toplama kamplarında (kapitalizmin ideal fabrikalarında) çalışan köleler olsaydık, orada ölenler için kimse “işçi ölümleri politiktir” demeyecekti. Ancak işçi sınıfının asgari aklının bu ölçüde yok edilemediği günümüz koşullarında işçi ölümleri toplu eylemlere sebep olabiliyor. Örneğin kadın cinayetleri politiktir diyoruz; çünkü toplumun anlamlı bir kısmı bunun sermaye tarafından topluma zerk edilen gericilikle bağını kurabiliyor, gericileşmenin bir işçi yığınlarını denetim altına alma dinamiği olduğunu sezebiliyor… Demek ki neyin politik olduğuna karar vermek bir mücadelenin konusu aslında.

Tek başına hiçbir şey anlatmayan “kişisel olan politiktir” sloganı ise marksizmin siperlerinin işgal edildiği bir dünyada aslında “politik olanı kişisele” indirgemeye yarıyor. Bu, politik olanın hiçe indirgenmesiyle eşdeğerdir. Oysa kişisel olan ile toplumsal olanı birbirinden mekanik şekilde ayırmayı reddetmek feminizmin değil, Marksizmin buluşu. Feminizmin “kişisel olan politiktir” argümanı ise bu kavrayışın bozunma sürecine verilen isim. Bu, en iyi ihtimalle Marksist buluşun mekanik bir kavranışından ibaret olabilir. Bütün olumlu çağrışımına rağmen mottonun işlevi ve tarihselliği ise negatif bir vektöre sahiptir. Bu vektörün başlangıç noktasının Marksizme yakın olması onun olumlu değil objektif bir özelliği. Zaten başka türlüsü olamazdı.

Devam edelim. Neyin politik olduğunu belirleyen sınıf mücadeleleri dedik. Politik olanı belirleme yeteneğini eline alma gayretine de ideolojik mücadele diyebiliriz. Politik olanı birel ile sınıfsal uçlar arasında salınan tesadüfi bir şey olmaktan çıkarıp denetim altına alma girişimidir bu. Bu da sınıf mücadelesinin en gelişmiş biçimi olarak özel bir örgütlenmeye, bir komünist partiye tekabül eder. Çünkü başka hiçbir toplumsal form, gündemi kendi gelecek tasarımlarına göre ayrıştırma, siyasallaştırma ve bunu bir iktidar programının parçası yapma yeteneğine sahip değildir. “Sosyalist” ya da “Marksist” feminizm de dâhil olmak üzere toplumsal hareketlere yön verme iddiasındaki tüm suni akımlarsa ideolojik olarak geri çekilen Marksizmin yerini dolduran burjuva ideolojisinin muhalif türevleridir. Temel kabulleri itibarıyla Marksizmin türevi asla sayılamazlar, aksine onun reddiyesiyle yola çıkarlar. İtibar kazanmaları Marksizmin itibar kazanmasına bağlıdır. Bu da öncülük dediğimiz kavramın tersinden de olsa doğrulanması anlamına gelir. Marksistlerin kadın dinamiğine öncülük etmeye, yani onu siyasallaştırmaya ihtiyacı vardır; onun kendiliğinden ideolojisine yaranmaya değil. Bu konuda pek çoklarının (hem de “öncülük” adına) düştüğü en büyük yanlışlardan biri Marksizm ve feminizmi yan yana getirmeye çalışmak, dahası kendine Marksist diyen (ancak Marksizmi akademik bir yönteme indirgemekten başka bir kabiliyeti olmayan) feministleri bu işlem için bir tür köprü olarak görmektir.

Feminizm ve Marksizmin aynı bünyede bütünleşmesi yalnızca gereksiz değil, imkânsızdır da. En “Marksist” feminizm dahi ataerkini ve kapitalizmi iki farklı seçimlik yapı olarak kavramak zorundadır. “Marksist” feminizm tarihin motoru olan sınıf mücadelesini, basit bir iktidara ulaşma aracına indirger. Böylece iktidar mücadelesini hak mücadelesiyle eşitlemiş, hatta yine seçimlik olarak onun gerisine atmanın yolunu açmış olur. Marksizm sınıf mücadelesinin çeşitli dolayımlarını siyasallaştırmaya çalışırken “Marksist” feminizm sınıf mücadelesinin kendisini bir dolayıma dönüştürmeye çalışır… Hangi temada olursa olsun, “Marksist” feminizmi biraz kazıdığınızda altından burjuva felsefesinin temel kabulleri hemen sırıtıverir.

Toparlayalım. Sadece mevcut mülkiyet ilişkileri ortadan kaldırıldığında bireysel menfaat tam anlamıyla toplumsal menfaatle tanımlanabilir hale gelebilir. Yalnızca o zaman toplumsal ilerlemeler bireyi daha fazla esaret altına almak yerine özgürleştirici nitelik taşıyabilir. Başka bir özgürlük yoktur. Çünkü kapitalizmin anarşik ve rekabetçi yapısı buna izin vermez. Özgürleşmek için sınıflı toplumun anlamlı bir çoğunluğunun kendi kaderinin toplumun geri kadarının kaderiyle ortak olduğunu kavrayacak bilince erişmesi, devrimcileşmesi gerekir. Feminizm işte bu süreci geciktirir. Mevcut toplumsal ilişkilerin ve sınıf olgusunun tasfiyesini ise kendi koşulları sebebiyle sadece işçi sınıfı gerçekleştirebilir. Kadınlardan ve erkeklerden oluşan işçi sınıfı.

İlgili Haber: https://haber.sol.org.tr/blog/serbest-kursu/ekin-gorkem/8-marti-kazanmak...