İşçi avukat, avukat mıdır?

Ekin Görkem

Blog: Serbest Kürsü

Her toplum kendi insanını ve onun ufuklarını yaratır. Kapitalist toplum bu kuraldan bağımsız olacak değildir. Bu zamanın ruhu, bencil, paragöz ve birbirini ezmeye programlanmış insanlar yaratmak ister. Bu ruhun ufku sermayedir ve bünyesindeki hiçbir “onurlu” meslek bundan kendini kurtaramaz. Yargılama konseptinin en eski unsuru olan yargıçları ele alalım örnek olarak. Bugün yargıç olma hayaliyle hukuk fakültelerinde okuyan öğrencilerin neredeyse tamamının sadece iyi ücret getiren, birtakım sosyal güvenceler sağlayan saygın bir meslek edinmeyi hedeflediğini görürsünüz. Adalet arayışı bir amaç olmaktan çıkmıştır. Hatta yargıçlığın kendisi bile öylesine kariyer müessesesine dönüşmüştür ki rekabet ve iltimasın düzeyi zaman zaman kapitalist sağduyuyu dahi zorlayan ölçülere varır. Tüm meslekler gibi tüm kollarıyla, avukatıyla, savcısıyla, rüşvet yiyen kâtibiyle, yargı unsurlarının bütünü çok yoğun bir ticari bozunma altındadır. Ancak bu yargı erbabı içinde bir kesim vardır ki, anlatılan bozunmanın en dip noktalarında seyreder. Bu hukuk ticarethanesi denkleminde gitgide vazgeçilmez hale gelişiyle en önemli, ancak gücünün farkında olmayışıyla en önemsiz kesiminden bahsediyorum. İşçi avukatlar.

Konunun üst başlığı, malum, avukatlık. Yani reklam yasağı, ticari nitelik taşımama, meslek itibarı, kamu görevi gibi ahlaki değerlerle tarif edilen profesyonel bir uğraş. Tesis ettiği düzeni sürdürmek üzere “yargılayan” merciin asgari bir meşruiyet zemininde kurulması tarihsel bir gerekliliktir. Bu zemine uyma arayışı hukuk mesleklerini dönem dönem çeşitlendirir. Patriciler köle ekonomisi üzerinde zenginleştikçe pleblerin mülkleri üzerinde ipoteğe varan teferruatlı hukuk sistemlerinin gelişmesi iuris consulti’yi, feodal bölünmüşlük esquire’ı yarattı örneğin. Tarihsel meşruiyet zemini kimi zaman katolik tanrısı, kimi zaman şeriat, kimi zaman hükümdarın şahsıydı. Bu ahlaki zemin serüveninin bugünden önceki son ve en yeryüzü ölçeğindeki durağı liberal topluma ait bir “yurttaş” soyutlaması oldu. Yasalar önünde eşit, suç işleme özgürlüğüne ve adil yargılanma hakkına sahip kategorik bir “yurttaş”... Bu yurttaşı yargı sisteminde var edebilmenin bir unsuru da, barolara tabi, serbest avukatlar olacaktı. Bir nevi kamu görevi üstlenen, mesleki itibarını önemseyen, mesleğine özgü teamülleri olan, adil yargılanma hakkının teminatı, entelektüel, onurlu kimseler.

Dönemlerin ruhu kendi insanını yarattığı gibi kendi “adalet”ini de yaratır. Tarihteki bütün adalet konseptleri kendi zamanında evrensel sanılmıştır. Oysa toplumlardan koparılmış bir “adalet” kategorisi yaratmak pek de mümkün olmaz. Adalet, toplum varsa vardır. Diğer bir deyişle, dünya üzerinde var olmuş toplum biçimi kadar “adalet” vardır. Bir onun kadar da yargı sistemi... Sistemlerin unsurlarına yüklenen de bir o kadar ahlaki değer... Adil yargılanma hakkına ve onun teminatı olan avukata biraz da buradan bakmak gerekir. Söyledikleri ve söylemedikleriyle, söylettikleri ve söyletmedikleriyle, ufkumuzu belirleyen toplumun yeryüzü ölçeğinde ortaya koyduğu bu kulağa hoş gelen “evrensel” değerler, aslında her zaman sallantılı birer zemin oluşturmuştur. Çünkü bu zemin kendini evrensel bir ahlaki kategoriden değil, döneminin maddi dünyasından aldığı güçle kurar. Her zaman değişkendir. Dolayısıyla doğru soru “adalet nedir?” değil, “adalet kime hizmet ediyor?” şeklinde olmalıdır. Bunu somutlaştıralım.

Serbest rekabet toplumu tekelleşmeye yöneldikçe kurucu referanslarından kopar. Bu yüzden bir sermaye ülkesinde adaletin ve ahlaki zeminin “yurttaş” kategorisine dayanmayı fiilen terk etmesi bir tesadüf değildir. Yurttaş bazlı adalet devri çoktan sona ermiş, arkasında birtakım ahlaki kalıntılar (örneğin mesleki ilkeler) bırakmıştır. Burjuva ahlakının evrenselliğine inanan, tabi olduğu hukuku eşitler arasındaki ya da eşitler ile devlet arasındaki adli işleri düzenleyen bir ilişkiler demeti olarak gören avukat ise, “eşitlerin” pek de eşit olmadığını kendi yaşamından ölçebilecek pozisyona yeni yeni gelebilmektedir. Çünkü serüvenin sonunda ticarileşme dönüp dolaşıp kendi mesleğini de vurmuştur. “Avukatlık”, kamu görevi üstlenen, mesleki itibarını önemseyen, adil yargılanma hakkının teminatı olan entelektüel, onurlu kimseleri tanımlamaktan hızla uzaklaşmaktadır.

İşçi avukat, avukat mıdır? Yukarıda avukatlığı karakterize eden birtakım değerler sayıldı. Bunların neredeyse hiçbiri işçi avukata ilişkin değildir. Bir “yurttaş” toplumunun “avukatı” için öngördüğü, barolarda stajyerlere öğretilen kurallar ve haklar bir işçi avukat için çok az şey ifade etmektedir. Reklam yasağı, işi reddetme yükümlülüğü ya da hakkı, tacir olmama gibi kurallar işçi avukat için fiili bir ihtimale karşılık gelmediğinden çoğunlukla anlamsızdır. İstediği davayı takip etmek ya da istemediği dosyanın işlerini görmemek serbestisinden yoksun, kendi vaktini ayarlama özelliğini yitirmiş, mesleki bağımsızlığı ise koca bir şakadan ibaret olan bir işçi avukatın, tamlamanın ikinci sözcüğü dışında avukat olmakla pek az alakası vardır.

Kapitalist sağduyunun ilk durağı, bu durumu artan avukat sayısıyla ya da jenerasyonun nitelik kaybıyla açıklamaktır. Oysa bu düzenin, kendi değerleri açısından “avukattan” vazgeçmesinin aslında “yurttaştan” vazgeçmesiyle alakalı olduğunu görmek gerekir. İşçi avukat, evet, iş mevzuatına tabi, maktu ücretle çalışan, işvereninin talimatlarına uymakla yükümlü olan ve öncülü serbest avukatlıktan teknik anlamıyla bu sayılanlarla ayrılan bir istihdam unsurudur. Ancak bunun da ötesinde işçi avukat, sermayenin makineleşen adli ilişkilerinin yarattığı yeni asgari meşruiyet zeminine uyma çabasıdır. Tekelleşmenin ahlaki zemini… İşçi Avukat yeni bir yargı unsuruna dönüşmekte ve avukatlıktan, yani kendisine kaynaklık eden formasyondan gitgide koparılmaktadır. Artık bildiği, öğrendiği “avukat” olmaktan çıkmaktadır. Çünkü temel referanslarını fiilen terk eden “adalet” yalnızca zenginleştirmeye ve yoksullaştırmaya hizmet etmektedir. Herhalde onun ilk elden uygulayıcıları da bu süreçten bağımsız kalamazdı.

İşçi avukatlar için bu unsurların neden en önemsizi ve aynı zamanda en önemlisi dedik? 

İşçi avukat, bütün meslektaşlarıyla aynı meslek örgütüne üye oldu, onlarla aynı cübbeyi giydi diye aynı biçimsel saygınlığa sahip olduğunu düşündüğü için en önemsizdir. En pespaye işleri görmesine rağmen bencilliğe, paragözlüğe ve rekabetçiliğe göz kırptığı için en önemsizdir. Sermayenin güç kullanarak ya da ağzına bir parmak bal çalarak kontrol altında tutmak zorunda kaldığı işkolları ve mesleklerin aksine, kendini sömürülmeye gönüllü olarak ikna ettiği için en önemsizdir. Aldığı eğitime kıyasla komik dahi sayılamayacak ücretler karşılığında ve çok ağır koşullar altında çalışmasına rağmen kendini avukat patronlarının sınıfına ait hissettiği için en önemsizdir…

Diğer yandan, artık işçi avukatlık yeni adalet zemininin vazgeçilmez bir unsuru olduğu için, buradan bir geri dönüş mümkün olmadığı için ve sayıları ile vazgeçilmezliği her geçen gün artacak olduğu için önemlidir. Emeğinden başka bir sermayesi olmadan çırılçıplak denize girdiği, ama aldığı iyi eğitim sebebiyle girdiği denizin bütün inceliklerini bildiği için önemlidir. “Meslekte yükselme şansı” olarak bilinen zehirli kanalın kapıları her geçen gün biraz daha kapandıkça yüzünü diğer işçi avukat arkadaşlarına döneceği için önemlidir.

İşçi avukatlık -ve haliyle patron avukatlık- geleceğin avukatlık biçimidir. İşçi avukatlık -ve patron avukatlık- bildiğimiz anlamda “avukatlık” olmaktan çıkma eğilimindedir. Ancak onu, eski güzel günlerin şimdi maddi temelini yitirmiş ahlaki kalıntılarıyla kurtarmak artık mümkün değildir. Bu sebeple işçi avukat, yaşadıklarının ya da yaşananların tesadüfi veya geçici olduğu düşüncesinden bir an önce kurtulmalıdır. İşçi avukatlıktan kaynaklanan sorunlara baktığında yalnızca çalışmanın zorluklarını değil, denklemden silinip giden yurttaşı da görmek, kendi kaderinin artık memleketin kaderiyle aynı raya oturduğunu fark etmek zorundadır. Meslekteki gidişin bu yönde olmasının kaçınılmazlığını artık anlamalı, yeni maddi temele göre tedbirler geliştirmelidir. Eskinin iyisine umutsuz bir özlem besleyerek vakit kaybetmek yerine yatırımını yeni ve çoğalacak olana yapmalıdır.

Bir başka anlatımla, tek başına değiştiremeyeceği bu gidiş karşısında, Türkiye’nin barolarında günden güne çoğalan İşçi Avukatlar’la dayanışmalıdır.