Ülkeden çekip gitmek isteyenler varken, o ülkeye geri dönmek istemek…

Ece Demir Bayrakçı

Blog: Serbest Kürsü

Çok acı şeyler oluyor ülkede… Herkes umut arıyor, umuda bakmaya yöneliyor yaşamak için. Kolay bir şey değil umut aramaya çıkmak. Karanlık... İz yok. Ya da nerede?

Bu olanların üstüne daha da acı veren şeyler var. Ülkeyi terk etmek isteyenler, dar argümanlara takılıp yıllardır süren bu düzenin kısır döngüsünde dönüp duranlar, korkup umudunu yitirenler, sokağa çıkmayanlar, ses çıkarmayanlar, greve katılmayanlar… Ne yapacağını bilemeden her olayın acısını, öfkesini biriktirip savrulup duranlar…

Bir yanda da umut tohumlarını hepimizin üstüne savuran bir kalabalık var. Sokağa dökülen binlerce insan, birlikte hareket eden örgütlerin yaptığı grev çağrıları, ölümün kanıksanmasına izin vermeyenler, inadına mücadele edenler, örgütlenenler…

Ülkeden çekip gitmek isteyenlerin, gitmek istedikleri diyarlara tüm isyanlarını, öfkelerini, hayal kırıklıklarını beraberlerinde taşıyacaklarından şüpheleri olmasın.  1927`de ilk kez tanımlanan insanların nesneleri birbirinden bağımsız ve tekil olarak değil organize ve tamamlayıcı bir şekilde algıladığı yönündeki kuram ve sonrasında gestalt psikolojisi üzerine yapılan çalışmalar bunu gösteriyor. Psikolojideki bu çalışmalara göre tamamlanamamış işler olarak adlandırılan bu süreç insanın çözemediği bir durumu hayatı boyunca çözerek tamamlama eğiliminde olduğunu, tamamlama üzerinde çalışmadığı süreç boyunca da bilişsel, algısal ve davranışsal sorunlar yarattığını söylüyor. Bir durumdan hele de o durumların var olduğu bir ülkeden kaçmak zihninizde orayla kurduğunuz bağı koparmıyor. 

Eğitim amacıyla bir süredir Almanya`da yaşayan biri olarak Türkiye`de esen rüzgarın burada fırtınalar estirdiğini rahatça söyleyebilirim. Uzun yıllar önce ya işçi göçüyle ya da yeni bir hayat arayışıyla Almanya`ya gelmiş Türkiye gündeminden kopuk yaşayan tek bir kişi görmedim. Herkes ileride mutlaka Türkiye`ye döneceği günlerin umudunu taşıyor, ya ilk tatil gündeminde, ya da sükunet arayışında Türkiye`de bir yerleşime kaçıyor. 

Bu düzenin hakim olduğu her bir yaşam alanı, emek sömürüsü ile, en doğal hakkınız olan barınma, sağlık, eğitim haklarına ulaşımda süreç boyunca yarattığı baskı, adaletsizlik ve eşitsizlik ile bir şekilde sırtınıza biniyor. O yüzden kaçmak değil, kalıp değiştirme mücadelesi vermek çok kıymetli. 

Yurtdışına hele de kapitalizmin gelişkin olduğu ülkelerden birine daha önce gitmiş olanlar iyi bilir. İlk zamanlar rüya gibi gelir, her şey düzenlidir, işler görünen düzen yaşanası görünür. Geldiğiniz kültür ile yaşamınızı o güne kadar sürdürdüğünüz kültür arasındaki farklar romantik bir ışık altında süzülür gözünüze. Bu dönem kültür şokunun ilk aşaması olarak tanımlanır: Balayı. Daha sonra bu süreç geçer, birbirini takip eden diğer süreçler yaşanır. Çatışma sürecinde her şey sizi rahatsız eder, yeni kültürle kurmaya çalıştığınız bağlarda sorunlar yaşayabilirsiniz. Sonrasında uyum ve adaptasyon sürecinde çeşitli rutinleriniz oluşur ve ilişkileriniz şekillenir. Yeni ülkeye alışsanız da kendi ülkenizle kurduğunuz bağı kesip atamazsınız. Türkiye haberleri takip edilir, yaşanan toplumsal sorunlar üzerine dostlarınızla iki kelam etmek, tek yürek olup sloganlar atmak istersiniz, atabilirsiniz de çünkü her toplumsal devinimde o yabancı ülkedeki Türkiyeliler de dökülür sokaklara. 

Ama yetmez bu. Orada olamamak, uzakta olmak acıtır. O turistik gezilerde yaşanan hayal alemi yıkılmıştır zaman içerisinde. Aynı düzenin hakim olduğu hiçbir yerin harikalar diyarı olmadığını anlarsınız. Bombalar düşer bir yerlere dünyada, insanların çığlıkları, fotoğraflardaki acı dolu yüzleri, o gelmek için hayalini kurduğunuz ülkede de kazınır hafızanıza. Bilirsiniz ki kapitalizmin gelişkin olduğu o ülkelerde insanlar daha rahat yaşasın diye, sömürülen ülkelerin birinde bir çocuk işçi, sizin kolayca erişebileceğiniz bir tekstil ürününü üretirken, sağlığından ve mutluluğundan olmaktadır. Her mevsimde her türlü meyveye ulaşma imkanı bulurken o soğuk iklimin ortasında, üzerinde farklı ülkelerin etiketi bulunan renkli meyve tezgahına bakarken, o meyvelerin üretildiği toprakların insanının sizin önünüze ucuza sunulmuş o meyveye ulaşamayacak olması düşündürür insanı. 

Bin acı yaşanır Türkiye`de, bir tencere tava çalamamak bile yük olabilir üzerinize. Psikolojide tanımlanan o “Tamamlanamamış işler”in üzerine gidememek acı verir. Almanya acı vatan olur çıkar. Ya da hayalini kurduğunuz o yabancı diyar… Acı vatandır oralar… 

Peki bu karanlıkta umudun izi nerede? Çekip gitmek bile çare değilken… 

Elimizde olan bir şeyi kaybettiğimizde aramaya çıkmak bir yol haritası ister. İlk adım olarak  kaybedilen nesneyi nerede, nasıl arayacağımızı bilmemiz gerekir. Kaybedilen umut ise, umut başka diyarlarda değil. Acısını, öfkesini nereye koyacağını bilemeyip gündelik hayatına kaldığı yerden devam edenler! O acıyı, öfkeyi bir yerlere koymak gerekir. Yas tutmayı ertelemeyip, isyan etmek gerekir, unutmamak gerekir. Yapılan grev çağrılarına kulak asmayıp sermaye sahiplerini beslemek yerine, baş kaldırmak gerekir. Bunun için ise birliktelik gerekir, yalnız olmadığını bilmek, örgütlenmek gerekir. 

Örgütsüz bir insanın ne yapacağını bilemeyen halini ironik bir şekilde dile getiren güzel bir parça var. Ten Years After grubundan Alvin Lee, I’d Love To Change The World (Dünyayı değiştirmek isterdim) demiş. 

“Dünyayı değiştirmek isterdim,

Fakat ne yapacağımı bilmiyorum,

O yüzden bu işi başkasına bırakıyorum” diyor sözlerinde.

Dinleyin ve biraz düşünün üzerine. Çünkü biz ne yapacağımızı biliyoruz…