In the name of the father

Deniz Sinan Tunaboylu – Ulaş Tunaboylu

Blog: Serbest Kürsü

Ne yapacağız? Nasıl yapacağız? Ne diyeceğiz? Nasıl açıklayacağız? Söylemesek mi? Daha sonra mı söylesek? 

Sorular bu kadar değil, daha çok. Bir de, buraya sığmayan keşkeler. 

Gizlemeye çalışılan gözyaşları, dik ve güçlü durma çabaları, teselliler, telaşlar, gerginlikler, umut etmeler... Bir de, rakı sofraları, yan yana dizilen bira şişeleri. Küllükte üst üste yığılan sigara izmaritleri. 

Nasıl olur? 

Soru bu. Nasıl olur da bizi bulur? Nasıl olur da seni bulur? Nasıl olur da anlatırız? Nasıl olur da tedavi ederiz? 

Ölüm. 

Onu nasıl kabulleniriz? 

Kabullenemiyor insan. Kabullenemiyor insanlık. Kabullenemiyor hücre. Kabullenemiyor yaşam. 

Dön başa, dön en başa? Nasıl olur? 

Nasıl olur da anlatırız? 

İşte biz, bu karmaşada bir kez daha seçtik yolumuzu. Bir kez daha güvendik yolumuza: mücadele. 

Şapkadan çıkarılmış tavşan değil, sihirli bir formül değil. Dünyanın en eski hikayesi, belki varlığından geç kavramlaştırılmış. Ama en eski gerçeklerden biri. Telaffuz edelim veya etmeyelim. 

İşte biz, bu karmaşada, bu çöküntüde, bu zorlukla seçtik, sana "kanser olduğunu" nasıl açıklayacağımızı baba. 

Fısır fısır konuştuk günlerce aramızda. Sık sık taşındığımız acil servislerdeki doktorlara bile sesimizi kısarak söyledik, kaş göz yaptık yeri geldi. Yazamadık o şeyi hatta: “Aman kimse duymasın şimdilik.” 

Ama böyle olmuyor be baba. Sana yalan söyleyemeyiz. Biz komünistiz, ne sana ne bu halka yalan söyleyemeyiz.

***

Baba! 15 yıldır ağzına sigara sürmemiş, ayda yılda bir alkol almış, her türlü kimyasaldan kaçmış ve burada fazla sır vermeyelim, sen biliyorsun kendini, ne kadar pimpirikli, titiz olduğunu. Sen baba! Sen! Sen kansersin.

Bu düzenin adını koyuyoruz madem, senin hastalığının da adı var. 

Ailecek Beşiktaşlıyız tamam; ama onu biz ilk yarıyı 3-0 önde bitirip, ikinci yarıda 3 gol yiyip elendiğimiz Valerenga, veya ilk yarısını 3-0 yenik kapatıp, ikinci yarıda 3 gol birden attığımız Benfica maçları gibi maçlarda söyledik öylesine şuursuzca. Beşiktaş'a suç atamayız. Bak, birkaç senedir fena da gitmiyoruz hem.

Nedir bunun müsebbibi peki? 

Alın yazısı mı? O zaman hastane hastane dolaşmayı bırakalım, ki sen zaten öyle düşünecek bir insan olmadın hiç.

Sır değil be baba. 

"Heh, bunu da düzene mi bağladınız" diyecek çıkar mı, bilmiyoruz. Ama insan aklıyla alay edilmesinden hiç mi hiç hazzetmiyoruz, babamızdan da böyle öğrendik.

Beşiktaş değil ama, bu düzen insanı kanser de eder, türlü hallere de sokar. Yaşadığımız zorlukları, sömürüyü, bu düzenden kaynaklı her türlü stresi geçelim; bugün hala önleyici sağlık hizmetleri yoksa, bu noktaya gelmeden öğrenemediysek senin kanser olduğunu elbette suçlusu bu düzendir. Bir babayı ne kadar çaresiz bıraktığını bu düzenin, sen bizden daha iyi bilirsin. Evlatlarını hastanelerde, adliyelerde, karakollarda ve cezaevi görüşlerinde bekleyen bir baba olarak. 

*** 

İşte böyle be baba. Kansersin. Ne boyutta, hangi evrede bir yerden sonra biz de önemsemiyoruz. Gerçekten kaçmadık hiç. En başta biz kabullendik bu gerçeği. Kabullendik derken, yok saymadık yani. Varsın en kötü noktada olsun. 

Bak yoldaş Che tam senlik bir laf etmiş: "Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin... Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleriyle, savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaklarsa ölüm hoş geldi, safa geldi..." 

Yanlış anlama, tam senlik derken, ölüm lafı geçtiğinden değil, cesaret ve inattan dolayı. 

Emperyalist ABD’nin teslim alamadığı Comandante Fidel ile tamamlarsak daha iyi anlaşılır belki: “Silahlar ne kadar gelişmiş veya güçlü olursa olsun,  düşüncelerin silahtan daha değerli olduğuna dair derin inancımızla direniyoruz. Che Guevara’nın bize veda ederken dediği gibi, zafere kadar daima!”

Biz, senin evlatların, insanlığa, bilime, tarihe güveniyoruz. Küba seçeneği var, hiç de uzak değil bize. Yoldaşlar geri çevirmez bizi. Ama biz biliyoruz ki senin uçak fobin de var. Küba'ya da öyle trenle otobüsle de gidilmez. Gemi desen, bu telaşlılığınla okyanusu geçebilir misin ondan da emin değiliz. Ama biz seni Sosyalist Türkiye'de iyi ederiz.

Galiba biraz bencillik etmişiz biz yıllardır iki kardeş, iki yoldaş; "biz sosyalist bir Türkiye'yi görürüz" diyerek. Affet. O kadar uzak değil. Sen de göreceksin baba, görmek zorundasın. 

İnsan aklı ve vicdanı kanser denen o illeti yenecek. Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez ya. Kanser de neymiş. 

İşçi sınıfı paranın saltanatına, bu karanlığa son verecek. 

Bu senin kavgan değil ki sadece. Memleketin neredeyse yarısı bu lanetle boğuşuyor. Yeneriz be baba. Senin için. İnsanlık için. Dünyanın bütün emekçileri için.

Bak bu söylediğimizi çok öyle ciddiye alma ama, bizim şu kahrolası kapitalist dünyada 3 vakte kadar göçüp gitme ihtimalimiz kadar, senin de göçüp gitme ihtimalin var. 

Ama hayat böyle yaşanmaz. Hayat, ufak tefek hesaplarla yaşanmaz. Senin tanıştırdığın Nâzım ustadan öğrendik biz bunu en çok. Ustanın “Yaşamaya Dair”de söylediklerini hiç aklından çıkarma.

Şüphen olmasın baba. Mesele çok basit: Dünyada iki sınıf var: burjuvalar ve proleterler. 

Senin bedeninde de şu an iki sınıf var: Ve proleterler, o asalak sınıfı yenecek. Şüphen olmasın. 

*** 

12 Eylül o kahrolası işkenceciliğine, katliamcılığına, infazcılığına rağmen “fiziki” bir yenilgi değildi. İnsan iradesine, solun aklına boyun eğdirdiler. Kanser de insan bedenine ne kadar işkence ederse etsin, zarar verirse versin, aklımızla ve irademizle yeneceğiz onu.

Ve siz sevgili dostlar, ailelerimiz, yakınlarımız, arkadaşlarımız. Türkiye işçi sınıfı… 

Soruyorsunuz biliyoruz, ne yapabiliriz babanız için. Babamız için bir şey yapmak isterseniz… 

Bir an evvel bu düzeni değiştirin, değiştirelim.

Bu bir 12 Eylül yazısı değil. 

Bu bir çağrı. Babamıza ve memleketin tüm emekçilerine. 

“Şimdi şu haldeyken sırası mı?” diyenler de çıkacak biliyoruz. Evet, şimdi tam da sırası. Daha fazla kaybedecek vaktimiz yok bizim. Memleketimizde azımsanmayacak sayıda iyi niyetli, nitelikli doktor ve sağlık personeli var, buna şahit oluyoruz. Yeri gelmişken hepsine ayrı ayrı teşekkür de edelim. Umudumuzu diri tuttukları için de.

 Ama yetmiyor. Sağlığın parayla alınıp satılır bir şey olduğu bu düzeni bir an evvel yıkmamız lazım, babamız için, insan aklı ve onuru için, emeğin iktidarı için.

Kanser, sosyalizm mücadelesinden uzak durmanın, onu ertelemenin bir bahanesi olamaz; aksine sosyalizm mücadelesinin aciliyetidir, mücadele başlıklarından biridir. Tıpkı bu düzende yaşadığımız her türlü zorluk gibi. 

Düş değil bu, hayal değil. Ah vah etmiyoruz, mucize de beklemiyoruz. Babamızın kanser olduğunu öğrendiğimizden beri dilimizden düşmeyen şarkı şu:  https://www.youtube.com/watch?v=QhnPVP23rzo

Kazanacağız. 

***

Tekrar olacak, bu bir 12 Eylül yazısı değil. 

Bu, 98. yaşını kutlayan Türkiye Komünist Partisi’nin çağrısıdır: 

“Umut, en eski ve en genç olandadır.

Mümkün olandan aşağısıyla yetinmeyeceğiz. Kimilerinin “imkânsız” olduğunu düşündüğü sosyalizm, Türkiye’de ve dünyada mümkün olan tek gelecektir.

Gerisi karanlıktır. Gerisi yalan...”

*Jim Sheridan’ın Türkçe’ye “Babam İçin” diye çevrilen 1993 tarihli filmi https://www.imdb.com/title/tt0107207/