Orada bir Haziran var uzakta… (I)

Cem Taylan

Blog: Serbest Kürsü

Haziran bizim bölgeye pek uğramadıydı. Şimdi duyduk ki bir de Birleşik Haziran Hareketi çıkmış ortaya, seviniyoruz, basından takip ediyoruz. “Ee sonra” dediğinizi duyar gibiyim, işte öyle.

O “şanlı” günlerden boynumuz bükük idi zaten. Birkaç cılız basın açıklaması ile ancak destek verebilmiştik size. Oralarda sokaklar yangın yeri iken, buralarda “biraz da onlar…” atmosferi içerisinde nefes almakta zorluk çekiyorduk. Kimimiz atlayıp gitti beş on gün, kimimiz twittercı oldu bu yaşından sonra, kimimiz ise küstü yaşadığı topraklara, insanlara. Her gün kentimizin sokaklarında arz-ı endam eden TOMA’larımızı televizyonda sizlere saldırırken izliyor,  “şu TOMA’lar kadar olamadık, onlar bile arkadaşlarına yardım edebiliyor” diye hayıflanıyorduk. Bizim yaptığımız basın açıklamalarında “süreç” nedeniyle polis saldırmıyor, aynı “süreç” nedeniyle barikatlar da zorlanmıyordu. Yürüyüşlerde “saygı” gereği sessiz olunması kararı alınıyor, “hükümet istifa” sloganımız engellenmeye çalışılıyordu. Bir yandan yıllardır acılar çeken “bölge” insanını anlamaya çalışıyor, bir yandan sokağa çıkan yoldaşlarımızı darbeciler olarak suçlayan Kürt siyasi hareketine öfkeleniyorduk. Her kafadan bir ses çıkmıyordu buralarda. Bu kadar insanın, hem de farklı sınıflardan ve bilinç düzeyinden, ortak bir duygu ve düşünceye sahip olabilmesi bizi endişelendiriyordu. Buradaki insanlar umutlarını batıdaki olası bir devrimci dönüşümden çoktan kesmiş, kendi göbek bağlarını kendileri koparmayı kafalarına koymuşlardı. Başkalarının göbek bağına el atmaya da niyetleri yoktu, orası başkaydı, orada sokağa çıkanlar başkalarıydı, başka başka başka. Bizimle birlikte basın açıklamalarına namus belası katılan sendikacı arkadaşlara bu topraklarla tek bağımız onlarmış gibi sevgiyle bakıyorduk.

Peki ya şimdi ne olacaktı? Devrimci gençlik köprülerimizin altından çok sular akmıştı elbet biliyorduk ama köprülerin artık sadece fotoğraf çektirmek için önünde durulan tarihi eserler olarak algılanması bize acayip koyuyordu.  Zaten köprünün kendisinin varlığı bile arada zap suyu gibi çılgın bir ırmağın oyduğu derin bir vadiye işaret ediyordu. Köprüler atılmıştı ve işin kötüsü biz “bu taraf”ta kalmıştık. Kendimizi dış ülkede görevli siyasi ateşe gibi hissetsek yeriydi. Buraların siyasi arenasında batıdan gelmiş okumuş çocuklar olarak kabul görüyor, misafir oyuncu statüsünde rolümüzü icra ediyorduk.

İşler Kürt siyasi hareketi bölgede milletvekilleri, belediye başkanları ve encümenleri ile yerel iktidar olduktan sonra değişmişti zaten. Sokakta ortak sorunlarda birbirini tamamlayan farklı siyasi ekoller olmaktan çıkmış, kendi gündemleri ile takılan arada Roboski gibi zalimliklerde sesimizi ancak birleştirebilen “üvey” kardeş partiler haline gelmiştik. Haziran işte bu durumu iyicene bir belirginleştirmiş, altını kalıncana çizmiş oldu. Artık nezaketen çağrıldığımız basın açıklamalarında dahi sürtüşmeler yaşanabiliyordu, zaten biz hep oyunbozanlık yapıyorduk, zaten, zaten… Sonrasında henüz “persona nongrata” ilan edilmedik ama ilişkiler kordiplomatlık seviyesine kadar gerilemiş oldu. Bir sene sonrasında hava, Demirtaş başkanın cumhurbaşkanlık rüzgarı ile değişmeye çalışsa da, bizim boykotçuluk/oyunbozanlıkçılığımız işlerin normale dönmesini engelledi. İşte böylesi bir atmosferde BHH’nin kuruluşunu duyduk. “Bizim buralara da gelir mi acep?” dediğimiz Haziran’ın, bölgeyle nasıl ilişkilenebileceğini düşünüyoruz şimdilerde.