Geçmişi bugünle yargılamak: Sovyetler ve eşcinsellik

Cem Öztürk

Blog: Serbest Kürsü

Eşcinselliğin Sovyet hukuku kapsamında cezai yaptırımın konusu olması, genel anlamda komünistlerin sıklıkla yüzüne vurulan, özel anlamdaysa Yoldaş Stalin’i “itibarsızlaştırmak” için kullanılan bir gerçek. Gerçekten de “Stalin eşcinsellerden nefret ediyordu.” cümlesi, sosyalizm düşmanları tarafından bugüne dek sayısız defa ısrarla tekrarlandı. Stalin’in bu konuda halka açık tek bir kelime yazıp söylememesi bir yana, böylesi bir suçlamanın doğası gereği bağlamından koparılmış ve yanıltıcı bir iddia olduğu açıktır. “Çelik adam”ın aramızdan ayrılışının 65. yıldönümünde, Sovyetlerde eşcinsellik meselesini yeniden ele almamız gerekiyor.

Kısa bir tarihsel arka plan sunmak gerekirse, 20. yüzyılın başında yeni bir ceza kanununun hazırlanması ile bağlantılı olarak Çarlık döneminin artığı olan sodomi cezasının kaldırılması Rusya’da etkin bir şekilde tartışıldı. 1917 Şubat Devrimi’ni takiben eşcinsel karşıtı yasanın iptaline yönelik girişim, ilginç bir şekilde Bolşeviklerden değil, Kadetlerden çıkmıştı. Kadetlerin kurucularından Vladimir Dmitriyeviç Nabokov yasanın iptalini gündeme getirdi ancak tartışmalar bir neticeye varmadı. Yine de, Ekim Devrimi’ni takiben eski ceza kanununun yürürlükten kaldırılmasıyla sodomi cezası da geçerliliğini yitirdi.

Ekim Devrimi sonrası Bolşevikler, ceza kanunu da dahil olmak üzere en kısa sürede yeni yasalar oluşturmak zorundaydı. Bu süreçte sodomi yasası hakkında ne yapılacağına, muhafaza mı iptal mi edileceğine ve bu olguya genel olarak nasıl yaklaşmak gerektiğine karar verilmesi gerekiyordu. Ancak ne hukukçuların ne de tıpçıların bu konuda ortak bir görüşü vardı. Yine de, sodomi maddesine 1922 ve 1926 Ceza Yasası’nda yer verilmedi. Bunda, Berlin Seksoloji Enstitüsü’nü kuran Alman biliminsanı Magnus Hirschfeld’in dolaylı etkisi olmuştu. Sovyet doktorlar, eşcinselliğin bir hastalık değil, insan cinselliğinin tezahürlerinden biri olduğunu savunan Hirschfeld’le iletişimde kalarak çalışmalarını ilgiyle takip ettiler. Hatta Hirschfeld 1926’da Moskova ve Leningrad’ı ziyaret ederek burada konuşmalar yaptı. Aktarılana göre, eşcinsellerin Sovyetlerde kötü muameleye maruz kalmadıklarını görmekten dolayı memnun kalmıştı.

Ekim Devrimi’nin LGBT’lerin yaşamları açısından en özgürleştirici uygulaması, rızaya dayalı cinselliği özel bir mesele olarak görerek onları devlet müdahalesi olmadan yaşamakta özgür bırakmasıydı. Bu süreçte eşcinseller kendi aralarında evlilik törenleri düzenlediler ve hatta ilk cinsiyet geçiş ameliyatları ile ilgili vakaların kayda geçtiği görüldü. Sovyet tıp ve hukuk uzmanları, yasalarının ilerici doğasından gurur duyuyordu. 1930’da tıp uzmanı Mark Sereisky, Büyük Sovyet Ansiklopedisi’ndeki bir makalesinde şunları yazdı: “Sovyet yasaları sözde ahlaka karşı suçları tanımaz. Yasalarımız toplumun korunması ilkesinden yola çıkar ve bu nedenle, yalnızca reşit olmayan genç ve çocukların eşcinsel çıkarın nesnesi olduğu durumlarda cezayı uygun görür.”

Ne var ki eşcinselliğin resmen yasallaştırılması, eşcinsellerin kovuşturmaya karşı korunduğu anlamına gelmedi. Eşcinsel ilişkiye karşı resmi mevzuatın yokluğu, eşcinselliğin düzen bozucu bir davranış biçimi olarak yargılanmasını durdurmadı. 1922 Ceza Kanunu yayımlandıktan sonra, aynı yıl içinde eşcinsel ilişkiye yönelik en az iki bilinen yargılama gerçekleşti. Tanınmış psikiyatrist Vladimir Behterev, mahkemede “bu tür dürtülerin halka gösterilmesinin toplumsal olarak zararlı olduğu ve buna izin verilemeyeceğine” dair ifade verdi. Devrimin ilk yıllarında kendini hissettiren özgürlük havası, eşcinselliğin bir hastalık olduğu tezinin Sovyetlerde benimsenmeye başlamasıyla birlikte artık sona yaklaşıyordu.

Nitekim 1934’te değiştirilen yeni ceza kanunuyla eşcinsellik hükmünde 1917’den beri bırakılan yasal boşluk kriminalizasyonla noktalandı. Bu dönemde Sovyet tıbbı ve hukukunun resmi duruşu, Sereisky’nin ansiklopedi makalesinde yansıtıldığı üzere, eşcinselliğin tedavi edilmesi zor, hatta belki de imkansız bir hastalık olduğuydu: “Eşcinsel gelişimin yanlışlığını kabul etmekle birlikte, toplumumuz profilaktik ve diğer terapötik önlemleri, eşcinsellere sıkıntı veren çatışmaları mümkün olduğunca acısız hale getirmek ve kolektif haldeki toplumdan tipik yabancılaşmalarını çözmek için gerekli tüm koşullarla birleştirir.”

Bu noktada belirtilmesi gereken, bu meseleye ilişkin Sovyet görüşünün dünya genelinde kabul edilenden farklı olmadığı, yani Sovyet deneyinin büyük bölümü boyunca eşcinselliğin dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi bir psikoseksüel bozukluk, yani bir çeşit akıl hastalığı olarak kabul edildiğidir. Öte yandan, Bolşeviklerin cinselliği ve aile hayatını yeniden düzenleme çabaları Marksizm’in vizyonu tarafından olduğu kadar, mevcut maddi ve toplumsal gerçekler tarafından belirlenmiştir. Geleneksel aileye alternatifler oluşturulamadı çünkü yeni bir toplum inşa etmenin araçları olan ve kamu tarafından sağlanması beklenen çocuk bakım hizmetleri, ortak mutfaklar, çamaşırhaneler ve diğer hizmetler için gereken kaynaklar oldukça yetersizdi. İkinci Paylaşım Savaşı ve onu izleyen Soğuk Savaş’ın getirdiği askeri ve endüstriyel rekabet, daha fazla askere ve iş gücüne duyulan ihtiyacı, bu da yüksek doğum oranlarını beraberinde getirdi. Süreç çekirdek aileye dönüşle sonuçlandı.

“Stalin’in eşcinsel nefreti” tartışmasının tarihsel bağlam içinde incelenmesi bu nedenle bir zorunluluktur. Bilim ilerledikçe bilgi de artar ve derinleşir. İnsan cinselliğinin bilimi, Stalin’in yaşamı boyunca emekleme dönemindeydi. Stalin 1953 yılında, 1960’ların “cinsel devrim”inden önce öldü ve insan cinselliğinin çeşitli dünyasının kapılarını aralayan Alfred Kinsey’i, Masters ve Johnson’u veya Hite Raporu’nu hiç duymadı. Aslında, Amerikan Psikoloji Birliği bile eşcinselliği zihinsel bozukluk olarak sınıflandırmayı ancak 1975 yılında bırakmıştır. Stalin’in ve Sovyet Rusya’nın tıp ve psikoloji biliminde gelecek kırk yıl içinde gerçekleşecek ilerlemeleri 1930’larda öngörmesini beklemek ya naiflik ya da kötü niyetliliktir.

Aslında komünistler, eşcinsel hakları konusunda zamanın burjuva toplumundan çok daha ilericiydi. Buradaki önemli nokta, bilimsel anlayışın seviyesi ve bu bilginin toplum geneline ne derece yayıldığıdır. Almanya, insan cinselliği üzerine en uzun psikolojik ve tıbbi araştırma geçmişine sahipti. Hirschfeld’in Seksoloji Enstitüsü bu çalışmaların öncüsüydü. Naziler iktidara geldiklerinde bunu kapattılar. Seksoloji Enstitüsü’nün önde gelen tıbbi araştırmacıları KPD’ye, “Stalinist” Almanya Komünist Partisi’ne üyeydi. Birçok Alman komünist, eşcinsel haklarını sadece desteklemekle kalmadı, aynı zamanda cinsel özgürleşmenin öncülerindendi. Hatta bir kısmı, nüdizmin sağlığa faydalarından övgüyle söz ettiler. Alman Demokratik Cumhuriyeti eşcinsellik açısından Sovyetlere kıyasla çok daha açık ve pozitif bir politikaya sahipti. 1987’de DDR yasaları, “Eşcinsellik, heteroseksüellik gibi, bir cinsel davranış varyantını temsil eder. Bu nedenle eşcinseller sosyalist toplumun dışında durmazlar ve sivil haklar bütün diğer vatandaşlar için olduğu gibi, onlar için de güvence altına alınmıştır.” diyordu.

İşte gerçek cevap. Marksist-Leninistler olarak, bizler bilimciyiz. Bilimden yana durarak insan bilgisini ve anlayışını ilerletmeye çabalıyoruz. Bilgimiz ve anlayışımız arttıkça, ideolojimiz de gelişiyor. Bugün, LGBT haklarını yürekten desteklemeyen adı anılmaya değer tek bir komünist bile yok. Küba Devrimi’nin tarihi lideri Başkumandan Fidel’in 1990’ların başındaki “Eşcinsellere yönelik baskı, hor görme, aşağılama veya ayrımın her türlüsüne kesinlikle karşıyım.” söylemi ve Küba hükümetinin 1960’lardaki homofobik uygulamaları için 2010 yılında dilediği özür, bu anlamda önemli bir örnek olarak önümüzde duruyor. Fidel’in bu başlıkta üstlendiği sorumluluk o kadar etkili oldu ki Kübalıları neyin daha devrimci olduğu üzerinde düşünmeye teşvik ederek hemen ertesi yıl gerçekleşen Küba Komünist Partisi 6. Kongresi’nde cinsel çeşitliliğin resmen tanınarak Fundamentos del Partido gibi parti belgelerinde kayıt altına alınmasını sağladı.

Sovyetlere geri dönersek, ceza kanununun eşcinselliği yasaklayan 121. maddesi uyarınca yargılanan kişilerin kesin sayısı bilinmiyor ancak bunun yılda 1000 civarında olduğuna inanılıyor. Resmi verilere göre, 1980’lerin sonlarından itibaren, 121. maddeden hüküm giyenlerin sayısı giderek azaldı. 1987’de 831 kişi cezalandırıldı, 1989’da 539, 1990’da 497, 1991’de 462 ve 1992 yılının ilk altı ayında 227. Bunların 10’u dışında hepsi Madde 121.2’ye göre cezalandırıldı. Yasa maddesinin 1. bendi yetişkinler arası eşcinsel ilişkiyi 5 yıla kadar hapisle cezalandırırken, 2. bent ise fiziksel güç veya tehdit kullanımı, çocukların veya savunmasız ve bağımlı kişilerin istismarı gibi durumları düzenleyerek 8 yıla kadar hapis öngörüyordu. Rus araştırmacılara göre, mahkumiyetlerin çoğu gerçekten de 121.2’ye dayanıyor: Davaların %80’i, 18 yaşından küçüklerin dahliyle ilgili. 1985-1992 yılları arasında alınan 130 mahkumiyetin kararının analizinde, sanıkların %74’ünün 121.2’den hüküm giydiği ve bunların %28’inin fiziksel güç veya tehdit kullanarak tecavüzden, %52’sinin reşit olmayanlarla cinsel ilişkiden, %20’sinin ise mağdurun bağımlı veya savunmasız durumunu istismar etmekten verildiği görülüyor.

Toparlamak gerekirse, sosyalizm düşmanlarının Marksist-Leninistlere karşı savurmayı çok sevdikleri klişe “Lenin eşcinselliği yasallaştırdı, Stalin yeniden yasakladı.” önermesi, gerçekleri yansıtmıyor. Lenin, eşcinsel ilişkiyi spesifik olarak yasallaştırmamıştır. Eşcinsel karşıtı mevzuat, diğer tüm hükümleriyle birlikte Çarlık ceza kanunu hükümsüz ilan edilmesiyle ortadan kalktı. 1922 ve 1926 Sovyet ceza kanunları eşcinsellikten bahsetmedi. Eşcinsellik Sovyet ceza kanununa yeniden girdiğindeyse, kovuşturmalar 200 milyonluk nüfustan yılda 1000 kişilik bir oranla nispeten nadirdi ve hakkında dava açılanların ezici çoğunluğu tecavüz ve çocuk istismarı gibi suçlar işleyenlerdi.

Gerçekler bunlar. Kanun mükemmel miydi? Asla. Hayranlık duyulacak ya da tekrar edilecek bir şey miydi? Hayır. Peki, kanun kötüye kullanılıp masum insanlar cezalandırıldı mı? Muhtemelen, bütün hukuk sistemlerinde olduğu gibi. Fakat kanunun amacı ve kapsamı, Stalin düşmanı antikomünist propagandanın kamuoyunu inandıracağı şeyden çok daha farklıydı. Geçmişi bugünle yargılamak, Sovyetler ve eşcinsellik gibi hassas bir başlıkta bizi kolaylıkla yanlış sonuçlara ulaştırabiliyor.

Yararlanılan kaynaklar:

Igor Kon, 1998, “Moonlight Love: Soviet Homophobia”, Gay.Ru Russian National GLBT Website, ">http://www.gay.ru/english/history/kon/soviet.htm>

Sherry Wolf, 2012, Cinsellik ve Sosyalizm: LGBT Özgürleşmesinin Tarihi, Politikası ve Teorisi, Sel Yayınları.

Alfonso Casal, 2015, “Homosexuality in the USSR”, Stalin Society of North America, ">http://www.stalinsociety.org/2015/04/08/homosexuality-in-the-ussr/>

Anna Kosinskaya, 2017, “Kak revolyutsiya podarila geyam Petrograda 15 let svobody”, BBC Russian Service, ">http://www.bbc.com/russian/features-41502861>