Küba'da eğitimin temel prensipleri değişmez!

Celil Denktaş / Havana

Blog: Serbest Kürsü

Küba Pedagoji Enstitüsü Başkanı Dr C. Lisardo García Ramis ile ilk uzun görüşmeyi bundan yaklaşık iki yıl önce gerçekleştirmiştik.(1) Aradan geçen süre içerisindeki kısa “nezaket ziyaretleri” dışında, ikinci kez yine uzunca bir söyleşi için, 13 Mayıs günü tekrar biraraya geldik.

Bu kez görüşmenin ağırlığı yeni ekonomik kararlar, yabancı yatırım yasası ve ardından gelen ABD ile karşılıklı olarak ilişkilerin yumuşatılması girişimlerinin eğitim sistemini ne şekilde etkileyeceği üzerineydi. Havana'da bu yakınlaşmaya karşı, farklı mesafelerle de olsa, duyulan genel iyimserlik, sevinç gözle görülebiliyordu. Ama acaba yarım yüzyıldan fazla bir süredir adadaki günlük yaşamın, ada halkının sosyal refahı üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallanıp duran ABD ekonomik ambargosunun hiç olmazsa günlük yaşamı birazcık rahatlatacak düzeyde aralanması umudunun bir bedeli olacak mıydı?

Küba'daki eğitim sisteminin dünyada eşsiz bir örnek olduğunun içlerinde merkez kapitalist ülkelerin de olduğu pek çok ülke tarafından kabulü, sosyalist devrime bağlılığın Küba'ya kazandırdığı en büyük hazineydi. Küba devrimi başından beri eğitimde hiç taviz vermeden uyguladığı prensipleri sayesinde, tüm yoksunluklara göğüs geren, emperyalizmin tehditlerine pabuç bırakmayan bir halk, örnek bir insanlık kazanmıştı. Acaba “para”nın öne çıkacağı, “ben”in “biz”in önüne geçeceği ve hiç alışık olunmadık “iş ilişkileri”nin devreye gireceği farklılaşmayı karşılayabilmek üzere eğitimin de “güncellenmesi” söz konusu muydu?

Hiç kuşkusuz bu kaygıyla karışık soruların enine boyuna konuşulması görüşmemizin süre sınırlarını aşacaktı. Fakat hiç olmazsa bir giriş yaparak belki de, Raúl Castro-Obama telefon görüşmesi ilk duyurulduğunda yüreği “hop eden” Küba dostlarını şimdilik rahatlatacak bazı ipuçları yakalayacaktık. Öyle de oldu zaten.

Görüşmelerimiz, sorularımız bundan sonra da sürecek. Yalnızca Dr Lisardo'yla eğitim konusunda değil. Diğer pek çok alanda, pek çok diğer kişiyle de...

Dr Lisardo'yla yine Havana-Miramar'daki oldukça mütevazi, tek katlı bir binada çalışan pedagoji enstitüsü merkezindeki, yine oldukça mütevazi çalışma odasında görüştük. Dr Lisardo her zamanki gibi güleryüzlü, dost ve babacandı. İşi başından aşkın olmasına karşın hiçbir sabırsızlık belirtisi göstermeden bir saati aşan görüşme boyunca soruları cevapladı, cevaplarını etraflıca açıklamaya çalıştı:

Eylül 2013'teki görüşmemizde 9 yıllık temel eğitimin tamamlanmasından sonra öğrenci ve aile tercihlerinin yüzde 60 oranında politeknik okullara doğru yöneldiğini söylemiştiniz. Bu durum hem üniversitelerdeki bilimsel odaklanmanın artması hem de yeni ekonomik kararların ardından açılan küçük boyutlu işletmecilik olanaklarının yarattığı kalifiye eleman talebinin karşılanması açısından sizin tarafınızdan da destekleniyordu. Son durum nedir?

Evet. Eğitim politikamız da hemen hemen bu yönde gelişti diyebilirim. Orta öğrenimini (secundaria básica) tamamlayan(2) öğrencilerimizin yüzde 60'ı politeknikte karar kılarken, kalan yüzde 40 liseye (preuniversitario) devam ediyor. Yalnızca kamu sektöründe değil, özel sektörde de iş bulma olanaklarının ortaya çıkmasıyla aileler, çocukların politeknik eğitimde kendisine bir yer bulup bir an önce meslek sahibi olarak, ya da bir meslekte uzmanlaşarak, kendilerine iş edinmesini ya da aileye zor yaşam koşullarında destek olmalarını tercih etmeye başladılar. Böylelikle çocuk Küba'da kalmış oluyor aynı zamanda da. Çünkü üniversite mezunları yurt dışında rahatça iş bulup uzunca bir süre ailelerinden uzak kalabiliyorlar. Tabii hala pek çok aile lise öğrenimine, üniversiteye devamı tercih eder. Bu Küba'da hala büyük bir prestijdir. Fakat üniversiteye girmek artık eskisi gibi kolay değil. Üniversiteye devam artık son derece zor ve sistem oldukça seçici. Üniversiteye girebilmek için epeyce gayret sarfedilmesi, fedakarlık yapılması, çocukların sıkı bir hazırlık safhasından geçmeleri gerekiyor. Dolayısıyla aileler de çocuklarını politekniğe ikna ederek meslek sahibi olmanın ya da teknik bir konuda uzmanlaşmanın onların daha çok yararına olduğunu kabul ediyor. Zaten eğer politeknik eğitim onları tatmin etmezse her zaman üniversite eğitimine yeniden yönelme olanaklarına sahipler.

Hatırladığım kadarıyla özellikle kız öğrencilerde üniversiteye yönelim erkeklere oranla çok daha fazlaydı, yüzde 65 gibi. Pek politekniği benimsemiyorlardı. Bunda bir değişiklik var mı?

Bir başka sorunumuz da kız öğrencilerin politeknikteki konulara genel olarak pek sıcak bakmamaları ve üniversiteye devamı tercih etmeleriydi. Politeknik okullardaki derslerin metodolojik yanları güncelleştirildi, konular sağlık ve hizmet sektörlerine yönelik olanların dışında da kızların ilgi alanlarına yönelik olarak zenginleştirildi ve genişletildi. Tabii ekonomik beklentinin de zorlamasıyla kızlar politeknik eğitimi de gözönüne almaya başladılar. Böylelikle pek çok yeni özgün konunun da gündeme gelmesiyle kadınların teknik konularda da uzmanlaşmaya ilgisi arttı. 

Gerçi, teknik işgücünün büyük çoğunluğu halen kadınların elinde. Ancak statü itibarıyla da durum tam tersine döndü. Yani bu, tartışma götürmez. Biz bu durumdan memnunuz. Yani bugüne kadar liselerde, feminizasyon demeyeyim de, kadın öğrenci sayısı epey yüksekti. Çoğunluk üniversiteyi tercih etmekteydi. Öyle sanıyorum ki politeknik öğretimi pek kendilerine uygun görmemekteydiler. Durum artık değişti. Çarpıcı olmasa da değişikliğin olduğunu izlemekteyiz. Değişiyor fakat yavaş.

EĞİTİME HER BÖLGEDE AYNI AĞIRLIK VERİLİR, İSTER KENT OLSUN İSTERSE KIR

Kırsal kesimde eğilim ne yönde? Çiftçiler çocuklarının şehre gitmesinden yakınıyordu...

Artık kırsal kesimle kentler arasında pek büyük bir farkın kalmadığı görüyoruz. Gerçi teknik eğitimin merkezi kırsal kesim değil. Kırsal kesimde de okullar var; kentlerin uzağında kalan yatılı okullar bunlar. Ancak arada büyük bir fark olduğunu söyleyemem. Bazı bölgelerde o yörenin durumuna göre ufak tefek farklılıklar gösterebilir ancak biz, lise düzeyinde kırsal kesim ve kentler arasında bir ayrım olmamasına dikkat ediyoruz. Bu konuda da başarılı olduğumuzu söyleyebilirim. Lise kurulmasına gerek duyulan yerde ister kent olsun ister kırsal olsun, orada mutlaka bu olanak yaratılıyor ve inşa ediliyor. Ancak yüzde 60 oranı buralarda da aynı. Bazı özel durumlarda, örneğin ulaşım zorluğu olan dağlık bölgelerde o bölgenin gereksinimine hitap eden bir eğitimi, öğrencinin kendi bölgesinde kalmasını teşvik etmeye çalışıyoruz. Tabii bu her zaman işe yaramıyor. Çünkü kentlerde gençlere göre daha fazla hareket olanağı var. Üniversiteyi kırsal kesime öğrencinin kendi bölgesine götürmek de mümkün değil haliyle. Dolayısıyla üniversite eğitiminin asıl, tek bir yerleşkede merkezileştirilmesi, yoğunlaştırılması yoluna gidiyoruz. Ancak politeknik eğitim bölgeler götürülebiliyor. Böylelikle başka bir çözüm üzerinde durmaya başladık. O da kent dışında fakat kente yakın, “karışık eğitim” merkezleri kurulması. Yani, politeknik eğitim ve orta okul sonrası eğitimin aynı binada toplanacağı bir merkez.

Politeknik okulla normal lisenin beraber olduğu yerler mi demek istiyorsunuz?

Evet. Politeknik okulları da her yerde kurmak kolay olmayabilir fakat konular tarım, ekonomi, inşaat gibi her bölgede uygulanabilir konular olduğunda kolay. Her yerde endüstri ve tarım konularına ilgi olduğundan pek çok bölgede bunu gerçekleştirmek mümkün. Bununla birlikte yine, kentler ve kırsal arasında fark yaratmamaya çalışıyoruz.

'DEVRİMCİ PRENSİPLERİMİZ KAYNAĞINI ULUSAL BAĞIMSIZLIKTAN ALIR'

Peki şimdi eğitimdeki genel prensiplere biraz değinelim. Bildiğim kadarıyla şu an Küba'da uygulanan eğitim politikasının temeli José Marti'nin fikirlerine, yapıtlarına ve daha sonra da 1940 anayasasının getirdiği reformlara dayanıyor. Gerçi 1950-1960 yılları arasında bir yozlaşma süreci yaşandı fakat devrimden sonra eğitimin temelinde bu prensipler yer aldı; eğer yanılmıyorsam. Sistem devrim sonrasında nasıl geliştirildi? Prensipler devrimin ilk yıllarında sosyalist prensiplerle nasıl kaynaştırıldı?

Öncelikle 1940 anayasasının çağına göre oldukça ilerici bir anayasa olduğunu göz önüne almamız gerekiyor. Ki, eğitimin üzerindeki din etkisini kaldırması, eğitimi laikleştirmesi açısından değerli. Ayrıca insanlığın geliştirilmesi doğrultusundaki prensipleri kayda geçirmesi, öğretmenlere asgari ücret garantisi vb kuralları koyması açısından önemli. Ancak tabii eğitimin geneli üzerine pek fazla birşey koymamaktaydı ve zaten kamu okulları, yani herkese okuma hakkı konusu, Marti'nin de savunmuş olduğu bir konuydu. Yalnız, Küba'daki eğitim anlayışının temeli  bir tek Marti'ye dayanmaz. José de la Luz y Caballero, Felix Varela, José Agustin Caballero, Enrique José Varona gibi koloniyal dönemden gelen eğitimciler ve pedagogların da büyük katkıları olmuştur. Özellikle José Varona, eğitime yepyeni pozitivist bir anlayış getiren bir düşünürdü; tabii, pragmatik değil, yalnızca fikir düzeyinde. 1933'teki ölümüne değin buna fiilen hizmet etti. Eğitim ne şekilde verilmelidir sorunu üzerinde hepsinin etkisi vardır. Bununla birlikte devrim öncesindeki okullardan devrim sonrası okullara geçişte Marti'nin düşüncelerinin etkili olduğu doğrudur. Fakat 1940 anayasası için aynı şeyi söyleyemeyiz. Tabii bugünkü sistemle bu anayasanın prensipleri arasında bazı ortak noktalar bulmak mümkün. Örneğin kadınlara da eğitim hakkı, tüm çocuklara eğitim olanağı vs gibi. Ancak arada anlayış farkı var. O zamanlar Küba'da kamu ve özel okullar ayırımı sorunu yaşanmaktaydı. Devrimden sonra bu kalktı örneğin; şimdi bütün okullar kamuya aittir. Bu açıdan büyük bir değişiklik olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü şimdi eğitime erişme hakkı herkes için koşulsuzdur. Ve bundan sonra da Marti'nin etkisine, Fidel'in ve Marksist klasiklerin sistemin oluşmasında oynadıkları role gelebiliriz.

SOVYETLER BİRLİĞİ'NİN ETKİSİ VE EĞİTİMDE MARKSİZM

Sovyet eğitim sistemi bizi oldukça etkiledi. Özellikle, “çalışmanın nasıl olacağı” üzerindeki tartışmalar. Ancak Sovyetler kırsal kesimde yoğun okullaşma üzerinde fazla durmadılar, biz durduk. Bir anlayış olarak. İş ve eğitim birlikteliği anlayışı açısından: “İşte eğitim” ve “iş yaparken eğitim” ve “iş için eğitim”. Bu, Sovyet eğitiminde üzerinde durulan, geliştirilen bir anlayış değildi. Marx ve Engels'e göre iş/çalışma insan kişiliğinin, insanın gelişmesindeki “temel araç”tır. Orada bu şekilde uygulanmadı. Ama biz aynen uyguladık.

Peki Sovyet devriminin ilk yıllarında, Makarenko ve Plekhanov görevdeyken...

Sovyet devriminin ilk yıllarında Makarenko ve diğerleri, “komün”, “komünleşme” üzerinde çok durdular. Onlar nasıl reform yapılabileceği konusuna yoğunlaştılar. Bu, kendi yaratacağınız ürün üzerinde eğitim alarak kendi ellerinizle yarattığınızdan ve çalışmayla birlikte öğrenmeniz anlamına gelmez. Zaten 1930'larda bu terkedildi. Klasik, sınıf geçme sistemine geri döndüler. Aslında bizde de tümüyle bu anlayışa geçiş aşama aşama 1972'ye kadar sürdü. Bu tarihte artık, zaten kırsal kesimde çok yoğun bir okullaşmayı gerçekleştirmiştik. Sabahları tarlalarda çalışılıyor sonra eğitime geçiliyor, bu genellikle öğleden sonra da tekrarlanıyordu. Böylelikle nasıl çalışılması gerektiğine dair bir anlayış ortaya çıkıyordu. Ağırlıklı olarak orta eğitim sonrası. Yatılı okullar vardı ve bu dönem düşüncelerin değiştiği dönemdir. 1972, “tarlada okul” kavramının yerleştiği yıldır. Tarım ürünleri üretiminin yoğunlaştığı ve çeşitlendiği dönemdir. Örneğin portakal, greyfurt ağaçlandırmaları ya da toprak altı ürünlerinin, örneğin patatesin yoğun ekimi gibi. Bu, o yıllarda işbirliği yapmakta olduğumuz CMEA'nin(3) çıkarlarından ayrı da düşünülemez tabii ki. Tıpkı Doğu Avrupa ülkelerinin ilişkilerinde olduğu gibi. Bu, bir çeşit uluslararası dayanışma, bölüşüm. Bir tür üretimin, emeğin üye ülkeler arasında taksim edilmesi. Biz de buna katıldık ve kendi üzerimize düşen eğitim, endüstri, yan sanayi vb sorumlulukları yerine getirmeye çalıştık. Sahip olduğumuz kaynakları yoğun tarımsal üretime yönlendirdik. Bunun için de sosyalist ülkelere öğrenci gönderdik. Böylelikle devrim öncesi pedagoji anlayışından, José Marti'nin adını, “eğitim ve iş/çalışma” (Estudio y Trabajo), olarak koyduğu yeni devrimci döneme geçilmiş oluyordu.

Türkiye'de de 1940'larda, çok kısa bir süreliğine benzer bir eğitim modeli girişimi oldu fakat NATO üyeliğine girişin ardından bundan vazgeçildi...

Bu, yeni bir fikir değil zaten. Dünyanın farklı yerlerinde farklı anlayışlarla, farklı içeriklerle uygulanmıştır. Bunun bizdeki temeli José Marti'nin Küba gibi ülklerdeki eğitimi, iş/çalışma prensibine dayandırmasıdır. Gelişme için bunu şart koşmuştur. Ama tabii öte yanda, devrim öncesi, 1959 öncesindeki eğitim sistemi karma eğitimi kamusal bir hak olarak görmüyordu. Eğitim herkese açık değildi. Ama devrim bu farkı ortadan kaldırdı. Şimdi eğitim herkesin hakkı, karma ve laik. Oysa, 1940 anayasası bu prensiplere pek açıklık getirmiyordu.

Yani anlayış ve uygulama farklılığı...

Uygulama, savunulana uymuyordu. Anayasa hemen hemen benzer prensipler üzerine kurulmuştu. Laik eğitim, herkese iyi eğitim olanağı falan; ancak uygulamaya gelince farklı. Ancak sosyalist devrim bunu uygulamaya koydu ve daha da geliştirilmesini sağladı.

SOSYALİZMİN EĞİTİM ANLAYIŞI FARKI

Peki öyleyse genel anlamda sosyalist eğitim prensiplerini sosyalizm öncesi prensiplerden ayırmanın pek bir anlamı olmadığını söyleyebilir miyiz? Yani uygulamalar dışında...

Aslında bu oldukça zor bir soru. Nedeni, arada bir fark olduğunun gösterilmesi gereği. Çünkü sosyalizmde eğitim, sistemin kendisinden ayrı düşünülemez. Yani sosyalizm, zaten eğitim demektir. İkinci olarak da, eğitim dendiğinde ne anlıyoruz? Cehalet, bir gerçekliktir. Cehaleti nasıl ortadan kaldıracağız? Örneğin Küba'da devrimden önce de kamu okulları vardı fakat cehalet oranı yüzde 45'lere dayanmaktaydı. Eğitim hakkı vardı fakat 10 bine yakın öğretmen iş bulamıyordu. Ve tabii, kentlerle kırsal kesim arasında muazzam bir eğitim uçurumu vardı. Sonuçta eğer iş/çalışmayla birlikte eğitim verilmiyorsa zaten eğitimin bir anlamı, gerekçesi kalmıyor ki! Boş sözün bir anlamı yok. Yani bir şeyi eğer savunuyorsanız onu hayata geçirmeye çalışırsınız. Bakın örnek vereyim: Küba'da devrim öncesinde öğretmen yetiştiren yalnızca altı okul vardı ki bunlar çok sınırlı sayıda ilk öğretim elemanı yetiştirmekteydi. Devrimden sonra, yıl be yıl bunların sayısı arttı ve sayıları 16'ya ulaştı. Her eyalette en az bir tane var. Orta ve yüksek öğrenim için de öğretmen yetiştiriyorlar.

Pedagoji üniversitelerinden mi bahsediyorsunuz?

Evet. Tüm eğitim sistemi için. Arada büyük fark var. Eğitim anlayışı da haliyle farklılaştı.

KÜBA'DA EĞİTİM KÜBA'NIN ÖNCELİKLERİNE GÖRE YAPILANDIRILDI

Sovyetlerdeki eğitim sistemiyle olan farklılaşmadan söz ediyorduk...

Bu da büyük bir adımdır. Şöyle söyleyeyim, Küba'daki eğitim sisteminin yapısı, Küba'nın olanaklarına göre ve Küba'daki önceliklerin belirlediği yönde şekillendirilmiştir. Örneğin biz, yetişkinlerin eğitimine önem verdik ve bunun için çok çaba sarfettik. Sovyetlerde bu olmadı. Onlar bu işi, yetişkinleri normal eğitimin içerisine alarak çözmeye çalıştılar. Örneğin ikinci dünya savaşına kadar ilkokul yedi yıldı, sekiz dokuz on şeklinde orta öğrenim devam ediyordu. Bu tabii dünyanın diğer hiçbir yerinde olmayan bir sistemdi. Sonra değiştirdiler. Fakat Küba'da bu hiçbir zaman uygulanmadı. Ancak tabii bunun yanısıra Sovyetlerden, müfredatların oluşturulması, konuların müfredatlara aktarılması, ders kitaplarının yazımı konusunda büyük destek aldık. Bazı ders kitaplarının, örneğin pozitif bilimlerde, çevirilerini yaptık. Gerçi fizik, kimya, biyoloji alanlarında devrim öncesinde Kübalı pedagoglarca yapılmış çalışmalar da vardı. Fakat bunlar çok ansiklopedik ve genel olarak Amerikan bilim anlayışının etkisinde yazılmış kitaplardı. Tabii bunun sonucu olarak Sovyet pedagoji anlayışı da eğitim sistemimize girmiş oldu. Özellikle pedagoji bilim dalının anlaşılması ve yerleşmesi açısından. Çünkü devrim öncesi pedagoji çalışmalarında da pek ilerlemiş değildik. Küba'da özgün bir pedagoji anlayışı zaten geliştirilememişti; pedagoji kapsamına giren disiplinler üzerinde çalışma yapılmıyordu ve bilgi, bilim ve bunların eğitime aktarılmaları konuları üzerinde pek durulmamıştı.

Pedagojinin esasları (fundamentals) mı demek istiyorsunuz?

Evet. Bunların yanısıra bilimlerin ayrı ayrı “eğitbilimleri (didactics)” üzerinde de herhangi bir çalışma yoktu. Eğitim üzerine yazan kişiler elbette ki vardı ancak bunlar eğitimi verecek insanlar, öğretmenler için herhangi bir disiplin geliştirmekten uzaktı. Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkeler, özellikle de Demokratik Almanya bu konularda oldukça ileriydiler. Hemen tüm konularda, matematikte, fizikte, kimyada kendi eğitbilimlerini, kendi metodolojilerini geliştirmişlerdi. Bazı alanlar için uzman pedagoglar yetiştiriyorlardı. Örneğin tarih için; Tarihe nasıl bakılmalı, nasıl öğretilmeli? Bizdeyse bu oldukça zayıftı. Aslında ilk başlarda biz de buna pek önem vermedik. Çünkü Küba dünya tarihinin yalnızca çok küçük bir parçasıydı. Onların tarihiyse oldukça kapsamlıydı. Dolayısıyla ilk başlarda Küba Tarihi'nin eğitimdeki yeri zayıftı. Ancak 80'li yıllarda buna önem verilmeye başlandı. Pozitif bilimlerin geliştirilmesindeyse müfredatlarda, nitelikli eğitimin verilmesi konusunda kendi anlayışımızı geliştirinceye kadar bize büyük destek verdiler. Tabii bu destek en somut biçimini kitapların hazırlanması, tercüme edilmesi veya uyarlanması şeklinde oldu. Örneğin matematik kitaplarının Almanca'dan çevrilmesi gibi. Tabii matematik eğitiminde Alman etkisi devrim öncesi matematik eğitimi anlayışının önüne geçti. Daha önce de açıklamış olduğum gibi biz, “eğitim-iş” prensibine yöneldik ki, Sovyetler buna pek önem vermiyordu. Onların böyle bir gereksinimi yoktu ve böyle bir gelişimi aşmış olduklarını düşünüyorlardı. Ancak Sovyetler Birliği'nin gelişme sürecine bakarsanız, yani teori ve pratik birliği açısından, bence “eğitimle-iş” ve “eğitimde-iş”in önemi daha iyi ortaya çıkar. Bugün bu prensip gelişme sürecinde başka ülkelerin de müfredatlarına, örneğin Venezuella'da, Ekvator'da girmiş durumda. Toplumun kendi kaynaklarını temel alarak gelişmesi prensibi. Bize sorunu kendi koşullarımızda çözme olanağını veriyor. Gerçek olan şudur ki Küba'da, “eğitim-iş/çalışma” anlayışı pedagoji anlayışımızın temelini oluşturmaktadır. Sovyetler'de ve Almanya'da (Demokratik Alman Cumhuriyeti'nde) anlayışların farklı olması onların teori ve pratik ilişkisinde önemli gelişmeler kaydetmesini engellemedi gerçi. Pratiğin, örneğin alan çalışmalarının teoriyle sınanması, teorinin nasıl hayata geçtiği konusunda bir anlayış geliştirecek şekilde deneyim kazandılar, bunu paylaştılar.

Peki ya bugünkü Küba'da aynı uygulama koşulları devam ediyor mu?

Hayır, pek söylenemez. Çünkü kırsalda okul kurma hızımızı kaybettik. Çocuklar her bakımdan ailelerine yakın, destekleyen eğitimi tercih ediyorlar. Dolayısıyla, “eğitim-iş/çalışma” anlayışında aksamalar ortaya çıkıyor. Biz buna değişik ve daha geniş bir bakışla çözüm getirmeye çalışıyoruz. Öğrencinin toplum içerisinde gelişmekte olan süreçlerin dışında kalmaması gerekiyor. Örneğin, “sivrisinekle savaş tugayları” buna karşı bulunmuş bir çözüm. Başka çalışmalarımız da var, bunları öğrenciler arasında örgütlemeye çalışıyoruz.

ÇİN'LE İLİŞKİLER VE BAĞLANTISIZLAR HAREKETİ

Bir de Çin'le olan ilişkiler var. Küba, genelde Sovyet politik etkisinin dışında bir görüntü vermişti. Çin'le de ilişki kurmuştu. Acaba eğitimde Çin'in özellikle de oradaki Kültür Devrimi'nin Küba'ya bir etkisi oldu mu?

Hayır, hayır. Kesinlikle olmadı. Biz 60'ların başında, ilk başlarda pek de açık olmamakla birlikte Sovyetler Birliği'yle çok yakın ilişkiler kurduk ve bu hiç bozulmadı. Bu genel politika eğitime de yansıdı haliyle. Çin'le olan ilişkilerimiz de ayrıdır. Ancak Küba'da bir Kültür Devrimi etkisinden bahsedilemez. Hayır, bununla hiçbir etkileşimimiz olmadı. Yalnız tabii şunu da kaydetmekte yarar var: Latin Amerika'da bir dönem, Maoizm olarak adlandırılan eğilimin yaygın bir biçimde bölgemizdeki Çin yanlısı düşünürlerce kabul gördüğü bir gerçektir. Ancak Küba buna dahil olmadı. Küba'lı sosyalistler ve komünistler Çin tezlerinden çok Sovyet tezlerine yakın durdular. Asıl önemlisi biz 60'larda, 70'lerde adına “Üçüncü Dünya Hareketi” de denilmiş olan bir oluşumun, Bağlantısızlar Hareketi'nin içerisinde olduk. Bu oluşum kuruluşundan başlayarak ayrım yapmadan tüm sosyalist ülkelerle görüş alış verişi, politik dayanışma içerisinde oldu. Üye ülkeler arasındaki pek çok farklılığa rağmen. Ama Çin'deki Kültür Devrimi hep oraya özgü olarak görüldü, algılandı. Zaten Küba'yla Çin arasında derin kültürel farklılıklar olduğunu da burada vurgulamak gerekir.

Ya bugün? Çin'le oldukça yoğun ekonomik ilişkileriniz var. Eğitim ve pedagoji bilimi açısından bir bilgi değişimi söz konusu mu?

Hayır. Çin'le aramızda böyle bir değişim olduğu söylenemez. Yalnız tabii şunu unutmayalım biz, tüm ülkelerdeki eğitim anlayışlarını, pedagojik gelişmeleri izliyoruz. Ancak hiçbirinde derinleşme ihtiyacı duymuyoruz. Çin'le de öyle. Tabii Çin kültür ve felsefe kaynaklarından çeviriler yapılıyor. Ancak bu doğrultuda özel bir arayış yok. Ne Çin'e, ne Sovyetler'e, ne Yugoslavya'ya böyle bir yaklaşım içerisinde olmadık. Şunu söylemeliyim ki bu saydığım ülkelerin her biri eğitimde oldukça güçlü kaynaklara sahiptirler. Ancak bizim bölgemizde oluşturduğumuz, geliştirdiğimiz yapılanmaların, enstitülerin yetersiz olduğu da öne sürülemez. Latin Amerika bütünü olarak söz ediyorum. Bizim her bakımdan yoğunlaştığımız coğrafya burasıdır. Çeşitli konularda karşılaştığımız sorunların ortak olduğunu kavrıyor ve bunlara ortak çözümler üretmeye çalışıyoruz. Gerçi Küba olarak biz, kendi içimizdeki sorunları merkezi kararlarla çözme yoluna gidiyoruz fakat diğer bölge ülkelerinin çözüm yöntemlerine de saygı göstermekteyiz.

YENİ EKONOMİK KARARLAR VE ABD'YLE YAKINLAŞMANIN EĞİTİMDEKİ OLASI ETKİLERİ

Dilerseniz güncel konuya geçelim. Yeni ekonomik kararların eğitimde belirgin bir baskı oluşturup oluşturmadığına. ABD, Küba'ya uygulamakta olduğu ekonomik ambargoyu da kendi içerisinde tartışmaya başladı. Sizce bu yeni gelişme müfredatlarda bir “güncellenme” gereğini ortaya çıkartmıyor mu?

Hayır. Bunun doğrudan bir faktör olduğu kanısında değilim. Ancak öğrencilerin daha farklı bir iş ilişkileri çevresine hazırlıklı olmasını da sağlamamız gerçeği ortada. Yani Küba'da alışılagelenden biraz daha farklı işler, iş çevreleri. Şimdi, özel ve kamu ticari ilişkilerinde ortaya çıkacak ilgi alanlarına cevap verecek ekonomik ve teknik eğitimin hazırlanması gerekiyor. Bence, bu benim kendi düşüncem, önümüzdeki yıllarda yeni ekonomik gelişmelerin yanısıra bilimsel alanlarda da ortaya çıkacak gereksinimler, istihdam artışı üniversiteye yönelimin yeniden teşvik edilmesini gerektirecek. Yani yalnızca politeknik eğitimin teşviki değil. Tabii bu arada üniversitede geçirilecek öğrencilik sürelerinde de kısıtlamalara gidilmesi gerekebilir. Örneğin kalifiye işgücünün oluşturulmasına yetecek 5 yıl, 6 yıl, yani alanların gerektirdiğinden fazla değil. Bu yalnızca benim fikrim değil. İnsanların üniversitede gereğinden fazla yer işgal etmeden eğitimlerini zamanında bitirmeleri, hayata atılmaları ya da bilimsel çalışmaya devam; herkesin ortak fikri bu. Bu doğrultuda bazı değişikliklere gidilmesi düşünülüyor. Yalnız bu değişikliklerin toplumda yeni, farklı ilişkiler beklentisiyle bir ilgisi yok. Yani bunun, “kişi” istekleriyle bir ilgisi yok. Üniversitede “herkesin eşit koşullarda hayata hazırlanması” ilkesine dikkat ediliyor ve bu böyle sürecek.

Bunu yalnızca yüksek öğrenim için öngörmektesiniz sanırım. Temel eğitimde nasıl olacak?

Temel eğitimde değişen hiç birşey olmayacak. Dokuz yıllık temel eğitim Küba vatandaşlarının temel haklarındandır ve bu değiştirilemez. Ayrıca bu eğitimin tamamlanması artık bir gelenek halini almıştır, büyük bir gelenek. Belki, ki bu benim kişisel düşüncem, dokuzuncu yıldaki yoğun eğitim ikiye bölünerek biraz hafifletilebilir. Yani temel eğitimin bir yıl daha uzatılması. Ondan sonra da belki politeknik ve üniversite sınavına hazırlanmaya yönelik lise eğitimine yönelim eşitlenebilir. Bunun üzerinde ortaya çıkacak gereksinimlere bakarak durulabilir. Ancak şimdilik gelecek beş yıl için mevcut temel eğitim sistemimizde, prensiplerimizde bir değişiklik olmayacağını söylemeliyim.

İlk dokuz yıl çocuklar açısından da oldukça kritik bir yaş dönemi öyle değil mi?

Elbette öyle. Eğer bir değişiklik gerekirse, yani orta okulun uzatılması gibi, bunu yeni ortaya çıkacak iş/çalışma ilişkilerinin ışığında ele almamız gerekecek. Çünkü eğitimin bir yıl daha uzaması çocuğun bu kritik dönemde erkenden kendisini daha da geliştirmenin dışındaki şeylere kafa yormasını engelleyebilir. Oldukça karmaşık. Ama şimdilik bu şekilde devam edeceğiz.

Peki, ABD ile ilişkilerinizdeki yumuşama yabancı yatırımların da ilgisini çekecek hiç kuşkusuz. Zaten özel girişimlere de bir süredir izin veriliyor. İnsanlar hükümet katkısı olmadan iş kurmaya, ekonomiye bir şekilde katkı sağlamaya teşvik ediliyor. Yukarıda söylediklerinizden anladığım kadarıyla bu durum eğitim sisteminin yeniden düzenlenmesi gereğini yaratmayacak. Prensiplerinizde herhangi bir değişiklik olmayacak. Ancak sizce müfredatların bir bölümünün bu değişikliklere uyarlanması gerekmeyecek mi? Örneğin özel eğitimin önünün açılması gibi?

'KÜLTÜRÜNÜZ ELİNİZDEN ALINDIĞINDA NELERİ KAYBETTİĞİNİZİ ANLAYAMAZSINIZ...'

Hayır. Eğitim, Küba devletinin/hükümetinin görevidir. Bu değişmez. Eğitimin denetiminin kesinlikle devletin/hükümetin elinde olması gereğine inanıyorum. Eğitim son derecede önemli bir konu. Bugüne kadar biz kendi kimliğimizi, Kübalılığımızı bu şekilde koruduk. Bu nedenle de böyle bir durumun gündeme getirilmesi o kadar da kolay değil. Ha, şunu söyleyeyim, bunun için başkalarından finansman desteği alabilirsiniz, yani böyle bir gereksinimin doğacağı günler gelebilir. Yalnız bu bambaşka bir durum. Birileri çıkıp da bize eğitim için maddi destek sağlamaya kalkarsa, yani bizim kendi tespit ettiğimiz gereksinimlerimiz doğrultusunda, neden olmasın? Çünkü zaten böyle bir teklifi geri çevirmek akılcı olmaz. Ama biz bugüne kadar “kamu okulu”nu savunduk. Elbette burada da “özel okul”un yararlı olacağına inanan pek çok insan var. Ancak herhangi bir girişim olmadı. Buna karşılık biz “kamu okulu”nun, toplumdaki eşitliğin temellerinden biri olduğuna ve toplumsal yaşam kalitesini artırdığına inanıyoruz. Bunun aksine inanmak doğru olmaz. Ayrıca bilim eğitimindeki olanaklarımız da halen geçerli ve bunu korumakta kararlıyız. Zaten öğrenci sayısı da artırılıyor. Biyoloji, kimya ve diğer alanlarda gelişmeyi teşvik ediyoruz.

Bunu şöyle anlayabilir miyiz: Eğitimdeki temel prensiplerinizde, dolayısıyla eğitim müfredatlarında herhangi bir değişiklik gündemde değil. Yani, eğitimdeki asıl amaç insanın geliştirilmesi, insanlığın ilerlemesi?

Aynen öyle. Biz, emperyalizm varolduğu sürece, buna karşı, insanlığın temel ideolojik gereksinimlerini bir kenara koyamayız. Çünkü bu bir kültür sorunudur. Kültürünüz elinizden alındığında, nelere sahip olduğunuzu, neleri kaybetmekte olduğunuzu anlayamazsınız. Kimliğiniz yok olur. Onu bir arada tutmanız zorlaşır. Eğer eğitim, bilim size bunu sağlayamıyorsa sonunuz felakettir. İşte bu nedenle her ikisinin (eğitim ve bilim) uyumlu birliğini sağlamak zorundayız ve bunu yapıyoruz. Özel okul konusuna tekrar dönecek olursak, bence “özel okul”un amacı insani gelişme değildir. Yani bu gerçek tartışma götürmez. Böyle bir tercihe yönelmeyiz. Birilerinin sırf bilim için Küba'da böyle bir yatırıma giriştiğini varsaysak da, neden böyle bir işe girişsin ki. Zaten burada kim devam edebilir “özel okul”a? Böyle birşeye ihtimal vermiyorum. Yani düşünce masum olabilir ama uygulama bize göre değil. Zaten felsefemize de uymaz. Tabii tekrar hatırlatayım, bizde de “özel okul”a ilgi duyanlar eksik değildir. Ancak bunu savunanlar yalnızca kendilerini düşünerek bunu dile getirirler; toplum, insanlık onları hiç ilgilendirmiyor. Benim düşüncem bu. Çünkü temel eğitim her yerde herkes için olmalıdır; bu işin gerçeği. Küba'da diğer ülkelere göre bu, daha da böyle. Belki başka ülkeler bunu farklı uygulayabilirler. Ben genel anlamda olması gerekenden bahsediyorum.

'EKOLOJİK DUYARLILIK' EĞİTİMİMİZİN DEĞİŞMEZ İLKELERİ ARASINDADIR

Son sorum, ekolojik duyarlılıkla ilgili. Bu son yıllarda dünya gündeminin üst sıralarına oturdu ve her yerde ciddiyetle tartışılıyor. Bildiğim kadarıyla Küba'da ekolojik bilinç oldukça yüksek. Tarımda ve diğer alanlarda doğa dostu çözümler üretmektesiniz. Bu konu temel eğitimde nasıl işleniyor, çocuklara bu bilinç nasıl veriliyor?

Bildiğiniz gibi bizim eğitim sistemimiz birtakım temel anlayışlar üzerine kurulmuştur. Dilerseniz buna, “eğitimin değişmez ilkeleri” adını verelim. Devrim sonrası eğitim reformumuz üzerinde tartışılırken ekolojik eğitim, öne sürülen ilkelerin başındaydı zaten: Eğitimle ekolojik bilincin verilmesi! Bu, müfredatlara çeşitli başlıklarla konuldu. Zaten kırsal kesimi toparlayan yatılı bölge okulları bizzat bunun içerisinde. Böylelikle doğaya karşı duyarlılık erken yaşlarda sağlanmış oluyor. Küba, iklim değişiklikleri konusunda yapılan tüm uluslararası çalışmalarda yer almakta. Bu, devletin son derecede ciddiye aldığı bir konu. Biliyorsunuz bir ada olan ülkemiz zaten sıkça doğal afetlerle yüzyüze geliyor. Tayfun, kasırga üstüne üstlük sondaj kazaları sonucu deniz kirliliği vb. Okullarda bunlar anlatılıyor, önlemler öğretiliyor. Dolayısıyla toplum olarak bu konuya adandık. Buna kafa yormayan yok gibi.

Mevcut okul müfredatlarında bu gözükmüyor.

Evet yok. Fakat biliyorsunuz müfredatların değiştirilmesi, ders kitaplarının yeniden basılması vs büyük sorun. Ancak ekoloji konusu, nasıl söylesem, pek çok ana ders konusunun içerisinde zaten var ve ilkokuldan itibaren orta ve lise derslerinde bu işleniyor. Ders kitaplarının yeni basımları gerektikçe de ayrı başlıklar altında yer buluyor. Tabii konuyla ilgili özgün ders koyma hazırlığı da var. Bunun bir ders şeklinde, ayrı başlıklar altında, ayrı bir atölye konusu şeklinde işlenmesi gibi.

Ayrı bir ders kitabı gibi mi?

Evet, tabii öyle olacak.

Ders kitaplarının hazırlanmasıyla görevli sürekli bir kurul, komite var mı yoksa gerektikçe siz mi görev veriyorsunuz?

Maddi kaynakların elverdiği ölçüde ihtiyaç önceliği olan güncellenmiş kitapları basmaya çalışıyoruz. Kitaplar bir komisyon tarafından hazırlanıyor. Gerektiğinde konuyla ilgili enstitüyle ortaklaşa bir çalışma yapılıyor. Sonunda kitaplar uzmanların görüşüne sunuluyor. Değerlendirmeler de göz önüne alınarak kitaba son şekli veriliyor ve basım sırasına giriyor.

Ders kitabı yazımıyla ilgili özgün bir eğitim veriliyor mu?

Hayır. Gerçi 1975-80 yıllarında ilkokullar için buna benzer bir uygulama oldu. Yani, kişiler dersleri izleyerek değerlendirme yapıyor ve ders yılı sonunda aksaklıkları, eksiklikleri bir araya getirerek ders kitaplarının kalitesini artırmaya, konuların birirbirine karışmamasını sağlamaya çalışıyorlardı. Fakat kitap basımı sıkıntılarıyla birlikte işin şekli değişti. İşlerin düzenli bir komisyonca ele alınması yoluna gidildi.

Kitap basımı sıkıntısı aşılamadı herhalde. Geçen sefer ders kitaplarını incelemek istemiştim ama sizde bile yoktu.

Yine yok. Bu bir devlet politikası. Ders kitapları okullarda kullanılmak üzere basılıyor, dışarıda satılmak için değil. Örneğin bir kitaptan 100 bin adet basılması gerekiyorsa, tam o kadar basılıyor, yani 100 bin artı 100 değil. Çünkü kamu malı. Kitaplar okullarda korunuyor ve her yıl tekrar tekrar kullanılıyor. Herkes buna dikkat etmek zorunda. Tabii bazı dersler için zorluklar ortaya çıkıyor, örneğin matematik gibi. Kitabın üzerine yazıp çizemiyorsunuz haliyle.

Teşekkürler Dr Lisardo. Son derece aydınlatıcı bir görüşme oldu. Tekrar görüşmek umuduyla.

Yararlı olabildiysem ne mutlu. Dilediğiniz zaman yine buyrun, bekleriz.


(1)  Görüşme, günlük soL gazetesinin 27, 28 ve 29 Ekim 2013 tarihli sayılarında yayımlanmıştı. Daha sonra tam metin, Üç Açıdan Küba'nın “genişletilmiş 3. baskı”sında (2014) yer aldı.

(2)  Küba'da ilkokul (primaria) 6 ve orta okul (secundaria básica) 3 yıl olmak üzere temel eğitim, 9 yıldır.

(3)  İngilizce açılımı: “Council of Mutual Economic Assistance”. Daha bilinen kısaltma adıyla, COMECON: 1949 yılında Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Çekoslovakya, Macaristan, Polonya ve Romanya'nın ortak girişimiyle kuruldu. Daha sonra tüm sosyalist ülkeleri ve bazı bağlantısız üçüncü dünya ülkelerini de üye olarak bünyesine aldı. Küba, 1972'de birliğe katıldı. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra birliğin işlevi de ortadan kalkmış oldu.